Günece, Bakanlıktaki işinden her zaman olduğu gibi saat 17.00’da çıktı. Hafta sonu tatili başlamıştı. Kızılay’a uğrayıp birkaç işini halletti. Ardından Batıkent metrosuna binip evine doğru binlerce kez tekrarlanmış olan rutin yolculuk başladı. Son duraktan bir önce metronun aniden durduğunu fark etti. Öylece ve aniden. Ne bir hareket ne de anons. Kulağında Dancewith Me’yi dinlerken ve gözü telefonda akıp giden Insta’da iken birkaç dakika daha kendi dünyasında yaşamaya devam etti. Sonra sebepsiz yere bir tedirginlik hissetti. Kulaklığı çıkarıp sağa sola bakındı. Metroda kendisinden başka kimse yoktu.
Ayağa kalkıp yürümeye başladı. Bütün vagonlar boştu. Metronun kapısı da açılıp kapanmaya başlamıştı. Çıkıp çıkmamakta tereddüt ederken aniden istasyona geçiverdi. Hızlı adımlarla makinist bölümüne gidip camı tıklattı. Hayret içerisi de boştu. Acaba belediye otomatik pilot metro seferlerine mi başladı diye geçirdi içinden. Metroyu boş verip çıkışa doğru yürümeye başladı. Ortalıkta istasyon görevlileri de yoktu.
İşin yoksa şimdi bir taksi çevir, eve kadar fazladan para ver diye homurdanarak sokağa çıktı. İşte o an iyice şaşırdı. Sokaklar da bomboştu ve mesai çıkışlarında Ankara’da sokakların boş olması tek kelime ile imkânsızdı. Yürümeye başladı. Ne bir taksi, ne bir insan. Sanki aniden şehir terk edilmiş ve her şey olduğu gibi öylece kalmıştı. Fırınlardan taze ekmek kokusu geliyordu. Evlerin ışıkları belli belirsiz yanıyordu. Trafik lambaları bir döngü içinde kırmızıdan sarıya sarıdan yeşile geçiyordu. Ama başkent namlı şehirde insanlar yoktu. Nereye kaybolmuşlardı.
Arı vızıltısı gibi ince bir ses duydu. Ses giderek artıyor ama bir türlü göremiyordu. Sonra aniden onu gördü. Ankara semalarında bir uçan daire alçak irtifada hızla ona doğru yaklaşıyordu. Bir an korkudan çığlık atmak istedi ama hiç sesi çıkmadı. Arkasından bir kuş sürüsü gibi onlarca uçan daire hızla ona doğru yaklaşıp başının 10-15 metre kadar üstünde durdu. Hepsi ilk gelen ve gümüşü rengi ile diğer gri uçan dairelerden ayrılanın çevresine kümelenmişlerdi.
Ve bir anda gözlerini kamaştıran ışık huzmesinin içinde kendini uçan dairenin içinde buldu. Işın teknolojisi mi vay be dedi. Karşısında uzun ince boylu ama oldukça zayıf insanlar duruyordu. Hepsi ameliyathanedeki bir vakayı inceler gibi onu ellerindeki çeşitli cihazlarla analiz ediyorlardı. Sonra içlerinden birisi, bir kadın öne çıktı.
-Merhaba. Biz Proksima Erboğa Yıldızının Düğünçiçeği bölgesi, Bulutsu gezegeninden gelen insanlarız. Evet, insanız ve aynı galaksiyi paylaşıyoruz. Benim adım Yeşil Su.
Bir an sessizlik olmuştu. Günece’nin içindeki korku silinip gitmişti ama kafası karışmıştı.
-Sizi tebrik ediyoruz. Rakip 1 milyon Günece adayınız arasında en iyisi oldunuz ve Ankara’ya gönderilmek üzere seçildiniz.
-İyi ama ben zaten Ankara’da yaşıyorum. Hem ne görevi.
-Hayır, Ankara’da yaşamıyorsunuz. Ankara’nın bir milyon tane simülasyonundan birisinde yaşıyorsunuz. Tıpkı sizinle aynı boyuta aynı özelliklere sahip diğer Günece’lar gibi. Bu simülasyon, şehrin içindeki her şeyle birebir aynı ve gerçekliği de o denli yüksek.
-Yani doğduğumdan beri bir simülasyonun içinde mi yaşıyorum.
Yeşil Su gülümsedi. Yaklaş diye eliyle ekranı işaret etti. Yaşadığı şehrin nasıl kurulduğu, geliştiği, hayatının evreleri hızla geçti ekrandan.
-Evet, bir Ankara simülasyonunda yaşadın. Galakside pek çok atıl gezegende böyle şehir simülasyonlarımız mevcut. İçlerinde gerçekliğe en uyumlu sen çıktın ve şimdi medeniyetimizin gizli bir görevlisi olarak Ankara’ya gidiyorsun.
-Bir ajan olarak diye ekledi Günece. Peki ya ne için?
-Dengenin bozulmaması için. Dünyalıların güç dengemizi bozmaması için böyle gezegenlerde bir kontrol ve denge mekanizması kurarız. Bütün dünya şehirlerinde hem de Onları tanıyoruz, güçlenirlerse bizim yaptığımızın aynısını yaparlar. Çünkü aynı kökene sahip insan ırklarıyız.
Ankara semalarından uçan daireler uzaya doğru yükselirken, Ankara’nın ışıkları uykuya sönmüştü. Yükselip gözden kaybolan uçan dairelere bakan Günece, kararlı adımlarla evine doğru yürümeye başladı. Yolu biliyordu.
- Ankara Semalarında Uçan Daire ve Bir Ajan - 1 Ocak 2020
- Sultanın Mızrağı - 1 Aralık 2019
Merhaba
Bugün Seçkide ki ikinci Ankara oykusunde denk gelişim… Kısa bir öykü bir anı bir paralel evreni yansıtmaya çalışmışsıniz. Gerçekle benzeri ya da simülasyonu arasında bağlantı kurdurdu okurken bana. Olabilir sorgulanabilir bir gerçeklik var yada olabilir dedirtti. Kısa ve hiç sıkmadan bir çırpıda tamamladım. Başarılar dilerim yazim yolculugunuzda
Gökhan Bey merhaba.
Devamı gelebilecek bir Åekilde sonlandırmıÅsınız kısa öykünüzü. Gerçek Ankara’da kahramanınızı ne gibi gizli görevler bekleyecek diye düÅünüyor insan.
Öykünün bazı bölümlerinde fark ettiÄim aksaklıklar ve parantez içindeki önerilerim Åu Åekilde :
[quote=“OykuSeckisi, post:1, topic:20205”]
Hepsi ilk gelen ve gümüÅü rengi ile diÄer gri uçan dairelerden ayrılanın çevresine kümelenmiÅlerdi.
[/quote] ( Burada “gümüÅü” yazarken bir harf fazla basılmıŠsanırım. )
[quote=“OykuSeckisi, post:1, topic:20205”]
KarÅısında uzun ince boylu ama oldukça zayıf insanlar duruyordu.
[/quote] ( ince uzun boylu )
Bir de bu bölümde Günece’nin korktuÄu belirtilmiÅ ki kim olsa korkar tepesinde uçan daireler dolaÅıyorsa. Sonraki paragrafta ise “IÅın teknolojisi mi vay be” demesini az önce yaÅadıÄı korkuyla çeliÅkili buldum.
Samimi, yapıcı ve iyi niyetli duygularımla söylemeliyim ki böyle kısa öykülerde daha çok dikkatli davranmalı, özen göstermeliyiz. Uzun olunca okurun gözünden kaçabiliyor ya da öykünün heyecanıyla görmezden gelinebiliyor.
Sonraki seçkilerde görüÅmek dileÄiyle. Seçkide @ulu.kasvet de Ankara’yı kullanıyor öykülerinde. Bilgilerinize.
Sevgilerimle…