Öykü

Aşk Olmazsa Ant Olsun

Yine yoğun çalıştıkları bir ilkbahar gününün sonunda kalabalık bir grup olarak evlerine dönüyorlardı. Başlarındaki gözcüler herkesi kontrol ediyor ve tek sıra halinde gittiklerinden emin oluyorlardı. İki kafadar bir taraftan yüklerini çekerken bir taraftan gözcülere çaktırmadan muhabbet ediyorlardı.

“Şöyle şehirden uzak, ormanın orta yerinde, yanından derelerin aktığı küçücük bir yuvam olsa…” diye her zamanki hayalinden bahsediyordu Devrant. “Kimsenin emrinde çalışmadan, özgürce yaşasam… Acıktığımda yemek toplamaya çıkarım, bazen de sadece boş boş dolanırım.” Düşünüyordu da iş yapmadan aylak aylak dolandığı herhangi bir zaman hatırlamıyordu.

“Hayal bunlar kızım!” diye kestirip attı Nazant. “Sen yat kalk dua et, böyle büyük bir ailen var. Her gün yaptığın iş belli, karnın tok, sırtın pek… Özgürlük bilinmezlik demek, en azından burada güvendesin.”

Nazant her zaman bu koşulları kabullenmişti. O da belki içten içe sorgulamak, isyan etmek istiyordu, ama korkuları hep bu isteklerini baskılıyordu.

Devrant içerlenerek ona döndü. “Aile mi? Anneme sorsam adımı bilir mi acaba? En son ne zaman çıkmış o korunaktan dışarı? Oradan bütün dünyaya hükmettiğini sanıyor. Babam desen kim bilir nerelerde, muhtemelen bir köşede ölmüştür çoktan. Ya iş dediğin her gün köle gibi yük taşımak mı? Ben keşfetmek, araştırmak, bazen sadece düşünmek istiyorum. Güvenliğe gelecek olursak…”

Tam o anda göklerden gelen kocaman bir nesne, Devrant’ın ve arkasındaki 15-20 kardeşinin üzerine kapandı. Her yer ürkütücü bir karanlığa bürünmüştü. Bu gibi durumlarda hiç hareket etmeden beklemeleri gerektiği anlatılmıştı. İlk anda yaşıyorlarsa çok büyük ihtimalle sonra da yaşamaya devam edeceklerdi. Devrant bunları düşünebildiğine göre yaşadığına karar verdi. Hatta bu mantığını daha net bir dille ifade ederse çok afili bir laf olacağını bile düşündü. Bütün bunlar saniyenin onda biri sürede aklından geçmişti. Saniyenin geri kalanında ise Nazant’ın çığlıklarını ve çığlıklarıyla çelişen “sakin ol, yerinde kal, her şey yolunda” sözlerini duymuştu. Saniyenin tamamı bittikten sonra küçük çocuk ayağını kaldırdı ve altındaki karıncalar gözcülerin emriyle yollarına devam etti, birkaçı hariç. Gözcü karıncalar ölenleri sayıp Sultant’a iletmek için not ettiler. Her zamanki gibi işçi ölümleri kimsenin umurunda olmamış, sadece bir sayı olarak arşivlerdeki yerini almıştı. En azından çabuk bir ölüm diye düşündü Devrant ve yarım kalan cümlesini bitirdi:

“Güvenlik önemli tabii…”

Eve döndüklerinde kesin kararını vermişti. Burada köle gibi yaşayıp bir hiç uğruna ölmektense, hayal ettiği hayat için savaşıp özgür biri olarak ölecekti. Sabahın ilk ışıklarıyla yola çıkmak için hemen hazırlanması gerekiyordu. Hemen de hazırlandı, çünkü herhangi bir eşyası yoktu. Sadece ikinci midesine kendisine bir süre yetecek kadar yiyecek depoladı. Nereye gideceğini düşündü, bilmiyordu. Yakınlarda hayalindeki gibi bir orman var mıydı? Olsa bile orayı nasıl bulacaktı? Düşündükçe aklındaki sorular ve hissettiği korku aynı derecede artıyordu. Ama bu korkunun kendisini ele geçirmesine izin vermeyecekti. En fazla ne olabilirdi ki? Durmadan saatlerce yürümeye alışıktı zaten. Anteninin estiği yönde gitmeye karar verdi. O anda oyuğun girişinden bir ses duydu.

“Bana veda etmeden gitmeyecektin herhalde?” Nazant o gün yaşananlardan sonra kardeşinin vakit kaybetmeden gideceğini anlamıştı.

“Benimle gel Nazant,” dedi gidecek olan. “Kurtulalım kölelikten, özgürlük içinde yüzelim birlikte.”

Geride kalan ise mahcup bir tavırla “Seninle gelebilecek cesarete sahip olmayı çok isterdim.” dedi. “Özgürlük senin içinde var, ama ben buraya aitim. Benim bütün bildiklerim, aklımın tüm yettiği ancak burada yaşatır beni. Hayal gücü bile sığ olan, yağmur damlalarından bile korkan ben, o engin denizlerde boğulurum.”

Devrant kardeşinin bu kabullenişine anlam veremiyordu. “Özgürlük bir özellik değil, olanaktır kızım! Ben demiyorum, Kant diyor. Bile bile insanların dünyasında yaşayıp, ağzında emzikli bebelerin ayağı altında ezilip ölmek de kader değil aptallıktır, bunu da ben diyorum.”

“Atara gerek yok, easy easy tamam tamam!” diye başka bir düşünürden yaptığı alıntıyla kardeşini yumuşatmaya çalıştı Nazant. “Hem sen beni boş ver, ben aslında sana işine yarayabilecek bir şey getirmiştim.” Arka uzun bacaklarından katlı bir kağıt çıkarıp Devrant’a uzattı.

“Bunu bana 2 gün önce babamız bıraktı. Gizlice yuvaya girmiş ve ‘kızım’ demişti sıcacık bir sesle, ‘seni tanımıyorum, sen de beni tanımıyorsun.’ ‘Doğrudur amca’ demiştim ben de. ‘Bana baba diyebilirsin yavrum’ demişti. ‘Sultant bu koloniyi kurmak için beni eş olarak seçti, ama her kraliçe gibi işi bitince beni yuvadan attı. Normalde birkaç gün içinde ölmem beklenirken, ben hayata tutundum, ama artık ömrüm tükendi. Tüm hayatımı adayıp çizdiğim bu haritayı şimdi sana bırakıyorum. Onu iyi sakla ve bir gün özgürlüğün için savaşmayı seçersen onu kullan.’ dedi. Haritayı aldığımda bomboş bir kâğıt parçası olduğunu görmüş ve ‘Dalga mı geçiyorsun sen babalık?’ diye sormuştum. O da ‘Belli ki sen doğru kişi değilsin, ama fazla zamanım kalmadı. Bunu sakla, gerçekten özgürlüğü arayan birinin elinde canlanır’ demişti. Sanırım bunun için senden daha uygun birisi yok Devrant, al bunu ve özgürlüğüne koş!”

Devrant büyük bir heyecanla katlı haritayı açtı. Nereden baksanız 2 cm x 3 cm boyutlarında devasa bir haritaydı. İlk anda boş görünse de Devrant’ın heyecanı haritaya aktıkça yazılar ve şekiller belirmeye başlamıştı.

Boş kâğıdın üstünde önce küçük bir nokta oluştu. Bu noktayı ince bir çizgi takip etti ve çizginin ucunda heyecan verici bir yazı belirdi: ‘Buradasınız’. İki kafadar birbirlerinin gözleri içine bakıp şaşkınlarını paylaştıktan sonra heyecanla haritaya döndüler. Şimdi noktanın etrafında birçok yeşil alan oluşmaya başlamıştı. Devrant gözlerine inanamıyordu, demek bulundukları noktaya çok yakın ormanlar vardı. Ama harita genişledikçe her yerin ormanlarla kaplı olduğunu gördüler.

“Bu mümkün değil, babamız hayalindeki şehri çizmiş sanırım” diye sızlandı hayal kırıklığına uğrayan Devrant.

“Bekle bir dakika!“ Tam o sırada beliren, köşedeki yıl kutucuğunu gösterdi Nazant. Yanında ‘0’ yazıyordu. İkisi de anlam verememişti. Sayı ilerlemeye ve aynı anda harita da değişmeye başlayınca haritanın 0. yıldan başladığını anladılar. Yıllar ilerledikçe haritadaki yeşil alanlar azalıyor; yerini yollar ve binalar alıyordu. 1800’lerden itibaren daha da hızlanan bu azalma, 2000’li yıllarda tam bir yok oluşa dönüşmüştü.

“Evet, şimdi daha gerçekçi duruyor,” dedi Nazant.

“Ama nasıl olur, hiç orman kalmadı mı yani koca şehirde?” diye umutsuzca söylendi Devrant. “Bu insanlar ne yaptıklarını sanıyorlar?”

Sinirine hâkim olamıyordu. Yıllardır bu hayalini gerçekleştirmek için cesaretini toplamaya çalışmıştı. Kendisinde bu gücü hissettiği anda ise insanlar bütün umudunu yok etmişti.

“Ama dünya bu şehirden ibaret değil!” diye haykırdı birden özgür karınca. “İnsanlarda özgürlük aşkı kalmamış olabilir. Ama ant olsun ki gerekirse ömrüm boyunca yürüyüp yine de ormanların olduğu bir yere ulaşacağım. Göreceksin kardeşim.”

Özgürlük isteği adeta haritanın mürekkebi gibiydi. Devrant’ın haykırışı ile birlikte ‘buradasınız’ noktasından başlayarak bir rota belirmeye başladı. Rota karıncaların meraklı bakışları altında ilerleyip yakın bir yerde durdu, buraya bir nokta koyduktan sonra haritanın ucuna kadar ilerledi. Yer olsa devam edecek gibiydi, bu yüzden Devrant haritanın arkasına baktı, ama başka bir şey göremedi. Rotanın yanında ise şu kelimeler yazıyordu: ‘Özgürlük yolu’.

Devrant gün ağarırken kardeşine zor da olsa veda edip, özgürlük yolunun ilk durağı gibi görünen o noktaya doğru yola çıktı. Rotayı takip etmekte zorlanacağını düşünse de buradasınız işaretinin de kendisiyle birlikte ilerlediğini görünce gözlerine inanamadı. Babasının bir dâhi olduğunu ve bu buluşunu satıp zengin olmak yerine özgür olmayı seçerek ne kadar da koca yürekli biri olduğunu düşündü. Sonra gözünde dolar işaretleri çaktı, ama “yok be, saçmalama” dedi, “acaba olur mu lan” dedi, sonra tekrar “yok yok, kendine gel kızım” dedi. Kendisine bile bu gelgitleri yaşatan sisteme söverek yoluna devam etti ve gün batarken haritadaki noktaya ulaştığını fark etti.

Önünde kocaman bir kale duruyordu. Büyük taşlarla çevrili, ulaşması zor, doğal bir kale… Acaba babasının yaşadığı yer miydi burası? Yer altında yaşamaya alışkın biri olarak burası ona ihtişamlı ama ürkütücü geldi. Gerçekten özgürlük yoluna yakışır bir durak diye düşünürken nasırlı bir el sırtına dokundu.

Yaşlı bir karınca gülerek “Özgür kız, gözün yukarılarda ama oraya çıkmak yürek ister, bizim fakirhane bu tarafta.” deyip alışık olduğu gibi yer altını gösterdi. Topraktaki bir çatlaktan içeri girerlerken yaşlı karınca kendini tanıttı. “Bana Atahant derler kızım, özgürlük yoluna çıktıysan benim evim senin hanındır.”

Yaşlı hancının sıcaklığıyla bütün yorgunluğunu unutan Devrant, kendini ilk defa huzurlu hissetti. “Ey Atahant!” diye seslendi. “Bu yola çıktım, çünkü tek derdim bir ormanda kardeşçe yaşamak, içindeki bir ağaç gibi tek ve hür. Ama bu haritada hiç orman kalmadığını görüyorum. Öyleyse bu yol nereye gidiyor?”

Hancı yine yüzüne kondurduğu küçük bir gülümsemeyle haritayı elinden aldı ve iki parmağının ucunu haritaya koyup birbirlerine yaklaştırdı. Şaşkınlıktan bir süre konuşamayan, sonra da ‘Vay babayın haritasına!’ diye mırıldanan Devrant şimdi neredeyse bütün dünyayı görüyordu. Özgürlük yolunun sonu da ortaya çıkmıştı. Bütün haritada bir tek orası yeşil görünüyordu: Tazmanya Adası.

“İnsanlar gördüğün gibi dünyadaki tüm ormanları yok ettiler” dedi Atahant. “Bu ada, sahip olduğumuz tek yeşil alan. Adanın gerçek sahipleri, yeşile sahip çıkmak için birleşip insanları adadan sürdüler. Bu yüzden insanlar onlara ‘Tazmanya canavarı’ diyorlar. Bana sorarsan yüzsüzlüğün daniskası! İnsanlara dünya canavarları demek daha doğru olur.”

“İyi ama orası dünyanın öteki ucunda,” diye söylendi genç karınca, “ben buraya bile 1 günde gelmişken oraya nasıl giderim?” Devrant en azından dünyada böyle bir yer kaldığına içten içe çok sevinmişti. Ama oraya gitmesinin imkânı yoktu. Bu yüzden oldukça buruk bir sevinçti bu.

“Aslında bir yolu var” dedi Atahant yine o babacan tavrıyla. “Öğrenmek istiyorsan senin yerin benim yanımdır.”

Bunun üzerine Devrant orada kaldı. Kendisi gibi özgürlük yoluna çıkan onlarca kardeşini daha görünce oldukça şaşırdı. Ama birlikte daha güçlü hissediyordu. Hancı onlara aslında kanatlı doğduklarını ve zamanla kanatlarını kaybetseler de bu yeteneğe sahip olduklarını anlattı. Onlara birer takma kanat hazırlayıp, atalarından gelen bu yeteneklerini kullanabilmeleri için 1 haftalık yoğun bir eğitim verdi. Eğitim sonunda gitme zamanları gelmişti. Her şey için hancıya teşekkür edip yola koyulmak için hazırlandılar. Hazırlık uzun sürmedi, çünkü herhangi bir eşyaları yoktu.

Devrant, buraya ilk geldiği gün kafasını kaldırıp büyülenerek baktığı kaleden şimdi aşağı doğru güvenle bakıyordu. Yanında uçmaya hazır onlarca kanatlı karınca vardı. Gideceği yönü belirleyip bir süre inceledi ve diğerleri gibi kendini kalenin tepesinden esen rüzgâra bıraktı. Haritasındaki ‘buradasınız’ yazısı hızlı ve dümdüz bir şekilde ilerliyor ve özgürlük yolu parıl parıl parlıyordu.

* * *

Hancı aşağıdan izliyordu özgür karıncaları. Eseriyle gurur duyuyordu. Ama tek değildi, yanındaki böcek kahkahalarla gülüyordu.

“Sana gerçekten hayranım Atahant,” dedi Agustus kahkahalarına ara verip. “Bu zavallı karıncaları Tazmanya’ya kadar uçabileceklerine nasıl inandırıyorsun aklım almıyor. Hele o baba kılığında yuvalarına sızışların yok mu, sana ödediğim her tahıl tanesi helal olsun.”

Yaşlı karınca bu haftaki ödemesini sayarken “Ben de sana hayranım Agustus.” dedi. “Ben bu iş için senden bu kadar ödeme alıyorum, ama sen neden bu kadar aşkla yapıyorsun anlamıyorum.”

“Aşk mı?” dedi böcek, yıllardır almayı beklediği intikamı düşünerek. “Ant olsun ki Sultant’ı saklandığı yerden çıkaracağım, sen asıl aşkı o zaman göreceksin!”

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for hilay hilay says:

    Bayıldım! Bu konuyu özgürlük aşkıyla yanıp tutuşan bir işçi karıncanın küçük seruveniyle bagdastirmak aklımın ucundan dahi gecmezdi. Oldukça özgün ve içinde harika mesajlar taşıyan akıcı masal tadında bir öykü olmus. Merak ettiğim küçük bir nokta var. devamı gelecek mi? Teşekkürler bu güzel öykü icin🤗

  2. Avatar for ged ged says:

    Çok teşekkürler bu güzel yorumunuz için! Beğenmenize çok sevindim. Açıkçası bu benim ilk öyküm, okumayı seviyorum ama yazmayı ilk defa denedim. Bu nedenle olumlu veya olumsuz aldığım her eleştiri benim için çok değerli. Yazarken benim de keyif aldığım bir hikaye oldu, devam etmeyi de istiyorum. Bu yüzden ucunu açık bıraktım, bakalım :slight_smile:

    Tekrar teşekkürler, sevgiler…

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for ged Avatar for hilay

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *