Yeterince uzaklaştığına ikna olduğunda artık yavaşladı ve kendine uygun bir gezegen bakmaya başladı. Yeşil olsun istiyordu yemyeşil ve mavi; aynı arkasına bile bakmadan kaçtığı gezegeninin eskiden olduğu gibi. Hem bin telaşla hem büyük bir rahatlamayla, arada sırada fısıldadığı ‘’oh be’’lerle etrafına bakınıyor hem de geride bıraktıklarını düşünüyordu. “Oh be”ydi çünkü yıllardır terk etmek istediği, her gece hayalini kurduğu, ince ince planladığı şeyi sonunda gerçekleştirmişti ama aynı zamanda kendisini, onu bu iş için yıllardır eğiten, emek ve para harcayan insanlara ihanet etmiş sayıyordu. Astronot olmak, bir araçla uzaya gönderilmek ciddi maliyetli ve beklentileri olan bir işti, sonra hâlâ bunları mı düşünüyorum diye kendine kızdı. Kurtulmuştu artık o çöplükten sonunda olmuştu işte hala insanları düşündüğüm için salak olmalıyım diye geçirdi içinden. Sanki bir kişi bile onun beklentilerini karşılamış mıydı orada, karşılıksız sevmek nedir görmüş müydü? Sadece farklı fikirlere sahip diye kırılmamış mıydı, en güvendiklerinden görmemiş miydi ihaneti.. Şimdi gitmek kurtulmak fırsatı varken daha nesini düşünecekti… Böyle böyle avuttu kendini. Artık orda sevdiği hiç bir şey yoktu sadece özlediği zamanlar vardı ve onlar zaten hep zihninde olacak ve evrenin neresine giderse gitsin onu üzecekti. O da ne yapsındı Dünya’da yalnız kalacağına milyarlarca insan içinde, giderim bir gezegene tek başıma huzurla yaşar ve kimsenin sahte göz yaşları olmadan ölürüm dedi ve Mars’a yolculuk yapması için fırlatıldığı mekiği ile rotadan sapıp huzuru evrenin diğer köşelerinde aramaya koyuldu.
Kaç ışık yılı gitti bilemem ama az gitti uz gitti Güneş Sisteminden çıkıp galaksiler geçtikten sonra ruhu huzurla dolmuştu artık. Şansını denemek için gördüğü başka bir Güneş sisteminin aynı kendi gezegeninin de olduğu gibi üçüncü gezegeni oldukça mavi görünüyordu ve oraya iniş yapmaya karar verdi. Yaklaştığında benzer bir atmosfere sahip olduğunu gördü ve ilk katmanları geçtiğinde karaların da aynı Dünya’daki gibi konumlandığını gördü ve şaşkınlıkla kendi kıtasının olduğu yere doğru yol almaya başladı, kesinlikle daha yeşil bir gezegendi buna çok sevindi. Gördüğü en yakın açık alana indi ve gözlerine inanamıyordu burası Dünya’nın aynısının birazcık değişiği gibi bir yerdi. Aradım ve yine belamı mı buldum acaba diye geçirdi içinden. Evinin orada olup olmadığını merak ettiğinden delicesine, aracından inip koşmaya başladı. Bilindik insanlar, arabalar, evler vardı; dönüp dolaşıp geri mi geldim acaba diye düşündü, ‘’Sanırım hiç kurtuluş yok bu cehennemden’’ dedi iç çekerek.
Evine vardığında her şeyin aynı yerinde olduğunu gördü, annesi pencereden ona bakıyordu emin olmaya çalışan bakışlarla. Bari dedi şimdi kavga etmesek… Melike dedi sen misin? Kızım o üstündekiler ne deyip kahkahayı patlattı, sen okulda değil miydin? Annem ve gülmek diye geçirdi.. Okul mu ne okuluydu şimdi astronotum ben. Anlam veremedi eve girdi ve aksi babasının elinde büyüteçle yap boz birleştirmeye çalıştığını gördü. Onu gören babası kahkaha ve şaşkınlıkla “küçükken hep astronot olacağım derdin, bugün gerçekleştirmeye mi karar verdin nerden buldun bunları şapşal” deyip eğlenmeye ve parçalarını bulmaya devam ediyordu.
Annesi de soran bakışlarla üstünü değiştir de gel yemek yapmıştım deyip mutfağa çağırdı. Normalde odasının olması gereken yere gitti ama orası ütü odasıydı, aramaya başladığında annesi geldi niye uzaylı gibi davranıyorsun kızım çıksana yukarı odana dedi. Melike renk vermemeye çalışarak merdivenlere yöneldi. Ev aynıydı ama eşyalar, renkler, yerleri daha değişik daha bir güzeldi. Kapıları deneyerek odasını buldu, yani aslında hem kendine ait olan hem de olmayan oda. Galaksi posterleri yıldız yapıştırmaları, eğlenceli notlar, kitaplar vardı. Gerçek sahibi eve gelmeden çıkmak zorundaydı, evdekilere birazdan gelirim ben deyip çıktı ve etrafı gözlemlemeye başladı. Herkes ne kadar da iyi ve güler yüzlüydü. Birbirlerine selam veriyor, yardım ediyorlardı. Etraf çok temiz ve parklar ağaçlar doluydu. Ya dedi olmasını istediğim her şeyin fazlası olan bir rüyanın içindeyim ya da öldüm cennete geldim ama işte her şey gerçekti hayalini kurduğunu böyle bir dünya mümkün dediği dünyadaydı. Herkesin o çocukları için istediği, yaşamayı arzu ettiği yer.
Başka bir evrende de olsa varmış, sonra o kadar evrenin içinden neden o kadar kötü olanına düştüm diye hayıflandı. Sonra önünde bir portal açıldı ve içinden Pickle Rick ve donunu ters giymiş Morty çıktı seni burdan kurtarmalıyız burdaki herkes çok iyi herkes çok mutlu kafayı yiyeceksin deyip kolundan çekiştiriyorlardı ki büyük bir gürültü duyuldu gözlerini açtığında kedinin kumandayı sehpadan attığını gördü, çizgi filmin bitiş müziği oynuyordu, sabah olmuştu işe geç kalmadan kahvenin suyunu kaynatmak için mutfağa doğru gitti tezgahta bir turşu vardı ve onunla konuşmaya başladı.
Değindiği konuları, sıcak atmosferi ve hoş finali ile keyifli bir öyküydü. Anlatımda bazı zaman, ve noktalama detaylarına da eğilirseniz çok daha güzel bir iş çıkartabilirsiniz. Ben de çok eski olmamakla birlikte ilk yorum yapan kişi olarak seçkiye hoş geldiniz diyorum. Gelecek seçkilerde görüşmek üzere…
Keşke komada olsaydı. Komada ve bir rüya kadar alakasız olsaydı gördükleri. Turşuya benzeseydi ağaçlar mesela, insan öyle rüya göremez mi? Görseydi keşke.
Ozledigimiz dünyaya gidiyoruz sandım bir ara. Güzel bir öykü kaleminize sağlık.