Asur Hanı doluydu o gece. Hancı için sorun değil bu durum. Hancı dakik adamdır, ziyaretçilerine hizmet ederken tek bir dakikayı israf etmez. Bir gözü hep saatindedir (on dokuzuncu yüzyıla uğrayıp da almıştı cep saatini), dakikaları sıkı takip etse de yılları takip etmeyi uzun zamandır bırakmış hancı. Yine de ziyaretçilere bakarak tarihi tahmin etmeyi sever. Misal şu an -yani o an- fötr şapkalı ve kaşe paltolu (hava soğuktu) adamlarla onlara eşlik eden uzun eteklerini bellerine kemerle sıkıca tutturmuş ve içlerine elbiselerini sokmuş kadınlar var. Paltoların şeklinden ve kadınların rahat ve sade giyinişinden yirminci yüzyıl başlarında batıda olduğunu anladı hancı. Asur Hanı’nın sabit bir yeri yoktu, yoldan geçerken görüp girebileceğiniz ve daha önce hiç görmemiş olsanız da varlığını yadırgamayacağınız sıradan bir handı ama yine de kendine has cazibesi birçok kişiyi içine çekebiliyordu. Hangi zamanda olduğu da belli değildi hanın, eskiden (ne kadar eskiden olduğunu hancı da unutmuş) hancının o gece rüyasında gördüğü yere ve zamana giderdi han. Şu sıralar hancı uyku sorunları yaşadığı için özgür iradesiyle hareket ediyor. Han, çoğu şeyi bilen büyük irfan sahibi hancı için bile bir gizem konusu. Hancıya göre han hep vardı ve hep olacak gibi de duruyordu.
Asur Hanı hareketli yapısından ötürü insanların sadece bir kez ziyaret edebildiği bir han. Bu durum hanı bıraktığı yerde bulamayınca Hayyam’ı üzmüştü belki ama çoğu kişi sonraki gün başka bir yerde uyanır ve hanı unuturdu. Nice, tarihe geçmiş büyük isimler ziyaret etti bu hanı ya da ziyaret ettikleri için tarihe geçtiler. Hancının bir tek eğlencesi vardı: Kimi zaman için modern kimi zaman için otantik görünümlü hanın mum ışığıyla aydınlanan loş masalarından birinde yalnız ve dalgın görünen birini gözüne kestirir, karşısına bir iskemle çekip sohbete başlardı. Zamanı takip etmediğinden birçok şeyi ağzından kaçırırdı hancı. Dekart’a kartezyen sistemden bahsetti mesela, Genç Osman’a yeniçeri isyanlarından ve bir yeniçeriye Genç Osman’dan bahsetti ve bir peygambere başka bir peygamberden vesaire. Hancı ağzından kaçırdıklarını umursamazdı zaten, ona göre her şey çoktan olmuştu ve olacaktı.
O gün o sırada farkında olmasam da ben de Asur Hanı’ndaydım. Gecenin köründe avare dolaşırken rastlamıştım hana. Asfalt yolun kenarında iki modern (beton) apartmanın arasında duran eski kerpiç hanın yarattığı tezatlık ilgimi çekmişti. “Konsepti böyle galiba buranın” gibi basit düşüncelerle dikkatli bir şekilde incelediğim hanın varlığını mantıklı bir temele oturtmaya çalışıyordum, ben dalmışken ayaklarım benden habersiz hanın içine kadar götürdü beni. Alçak tavanlı hanın içi, büyük bir iştahla yiyip içmekte olan insanlarla doluydu. Boş bir masaya geçip hanı seyre daldım. İnsanların sızmaya ve seslerin azalmaya başladığı geç bir saatte o ana kadar görmediğim hancı, ya ben çok dalgındım ya o hanın diğer ucundaydı, karşıma oturdu ve söze girdi. Ne selam verdi ne de adımı sordu hancı, doğrudan kendisi hakkında size de aktarmaya çalıştığım şeyleri anlatmaya koyuldu. Belki yüzlerce yıldır ilk defa anlatıyordu bunları. Önce karşımda oturan bu hırpani giyimli yaşlı adamın anlattıklarının delice olduğunu düşünsem de bozuk aksanından ana dilinde konuşmadığını anladığım hancı buna rağmen büyük bir titizlikle seçiyordu kelimelerini ve gözleri bir delininkiler gibi bakmıyordu. Deli olmak için hitabeti fazla iyiydi bir kere ve bilgece konuşması beni binlerce yaşında olduğuna nasılsa inandırabilmişti. “Velhasıl sıkıldım efendim, siz yarın gideceksiniz ben yine belki de sonsuza dek burada olacağım; delicesine kıskanıyorum faniliğinizi” bu sözlerle bitirdi konuşmasını. Benim bir şey dememi bekliyordu şimdi. Duyduklarımı kafamda sindirirken hancının gözlerinin parladığını fark ettim. Eski mahzun hali gitmişti. Tarihin tüm dönemlerine tanıklık etmiş bu adam daha önce bu dönemde bulunmuş olsa da bugünü ve bu geceyi ilk defa yaşıyordu ve belki de o an için sonunu bilmediği tek şey kendisiyle olan konuşmamızdı. Adamın bilmediği bir şeyi duymaya muhtaç hali ve bunun için ağzımın içine bakıyor olması beni güçlü ve önemli hissettirmişti ama binlerce yaşında olan bu varlığa ne cevap vereceğimi düşündüğümde bu his yerini derin bir acizlik hissine bırakmıştı. Ben, sıradan bir adamdım. Bu ufak şehirde basit bir dükkânda çalışır, ufak çapımdaki üç beş kişiden başka pek insanla konuşmazdım. Gezmezdim, etrafımı gözlemlemezdim ve düşünmezdim. Sırf doğmuş olduğum için öylece yaşamaya devam ederdim. Gerçekten acizdim. Hancı keskin bakışlarıyla süzüyordu beni diyeceğimi beklerken. Anladı, diye düşündüm. Gördü her şeyi, benim gibi yüzlercesini görmüştür zaten. Tek kelime edemedim, hancının karşısında küçüldükçe küçüldüm. Sonunda dayanamadım ve hiçbir şey söylemeden çıktım, gittim Asur Hanı’ndan. Yolda arkamı dönüp iki gecekondunun arasında duran kübik yapılı kerpiç hana son defa baktım. Ertesi gün gecekonduların yıkılmış olduğunu gördüm, handan eser yoktu. Hancı yakamı bırakmadı ama: Ona hiçbir şey diyememiş olmak aklımı kemiriyordu. O günden sonra çok okudum belki bir daha hanla karşılaşırsam söyleyecek bir şey bulabilmek için ve yazdım doldukça. Yine de hancıyı bir daha görsem ne diyeceğimi bilmiyorum. Belki de hancı gerçek değildi ve asıl deli bendim, bilmiyorum. Gerçi ne fark eder ki? Umarım siz de bir gün tek kapılı Asur Hanı’yla karşılaşırsınız, belki de çoktan karşılaştınız.
- Asur Hanı - 1 Kasım 2022
Zaman Yolcularının durak noktası olan Han fikri bu tema için benim de aklıma gelmişti. Ama bu öykü biraz daha farklıydı. Kaleminize sağlık.
Hancı şöyle oturup günlerce sohbet edilesi bir karaktermiş. Sonsuzluğa mecbur ama faniliğe muhtaç. Bizi tek kapılı handa ağırladığı için öykünün yazarına teşekkürler.
Kaleminize sağlık. Öykü birinci tekil anlatıcıya geçmeden devam etse daha güzel durmaz mıydı diye düşündürdü açıkçası.