Bir kuş cıvıltısıydı, ses
Bir filizdi, yaşam
Bir ışıktı, ölüme yön veren
Yaşam ve ölüm sadece bir ses ve ışıktı
Güneşin yaktığı, rüzgarın soğuttuğu bir günde
Hıdırı beklerken
Kor gibi içine düşmeli ses. Önce o sesi almalısın kulakların ile. Kulakların doyuma ulaşınca, beynine kazımalısın. Kazınacak bir yer kalmadı mı? O zaman kalbinin en derin kısmında kimsenin olmadığı ama hiç olmadığı bir yere misafir etmelisin. İşte orası senin mahzenin. Ne zaman istersen onu duyarsın, tadarsın…
Güneşin kızıllığını iyice kaybettiği bir gündü. Gerçek anlamda o gün tanıştık büyük usta ile. Tüm insanlar güneşe dönmüş, son görevlerini yapıyorlardı, gözyaşları içinde. O ise güneşin son kıvılcımları için usul usul bir ağıt yakıyordu. Büyük usta dönüp bana, “İyi bak, bunlar son kıvılcımlar. Artık güneş yok! Hiç olmayacak.”
Son kızıllığa arkamı dönüp şehre baktım. Tüm garipliği içinde altı ayağı üzerinde duran demir yığınını gördüm. Demir yığınından yüzüme doğru esen rüzgâr farkına varmamı sağladı gözlerimden dökülen yaşların.
Büyük usta omzuma dokundu. Artık güneşimiz o. Sustu. Belki dedi. Sustu. Maya dedi. Sustu. Ne oldu usta dedim. Bana baktı. Şehrin merkezindeki, eski belediye binasını bilir misin? Evet, usta bilirim. Tut elimi, götür beni oraya. Orası eski ayin yeri değil mi, usta. Evet, götür beni oraya.
Koluma girdi, büyük usta. O zaman fark ettim, gözlerinin görmediğini. İçimi bir acıma ile karışık hüzün kapladı. Yetmişinin üzerinden atlamış zayıf cılız bedeni elinde tuttuğu alıç ağacından yapılmış bir asa ile yön veriyordu. Tüm şehrin solgun ve bitkin insanları son kıvılcıma koşarken, biz karanlığın kollarında o eski metruk binaya gidiyorduk. Aslında tam olarak tanımam bu esmer, uzun, beyaz saçlı adamı. Ama artık içimdeki dalgalar yön veriyordu bana. Sakin ve içini korku doldurmuş tek bir dalga.
Metruk binaya yaklaştıkça, demir yığını canavar bize koşuyordu sanki. Onu görmemek için kafamı hangi yöne çevirsem yine o. Hangi sokağa çıksak yine o karşımızda. Büyük usta durdu. Kafasını bana çevirdi. Boşlukta kaybolmuş gözleri ile bana baktı. Fısıltı ile “Korkma oğul, tek yapman gereken düşmanın gözünün içine bakmak.” Ben yine de bakamadım. Korktum.
Büyük usta, elimden tuttu. Tutması ile birlikte içimi bir ürperti kapladı. Bir anda ürpertinin yerini ise mutluluk aldı. İçimdeki bitmek bilmeyen ve anlamadığım duygular ile sanki binlerce sokaklar geçtik ve eski belediye binasına ulaştık. Usta elimi bıraktı. Beni takip et dedi. Elindeki asası ile yolu yoklaya yoklaya binanın yan tarafında siyaha boyanmış kapının yanında durdu. Burası, dedi usta.
Beni bu ölüm avcısı şehrin siyah kapılı yetimhanesine bıraktığı zaman dedemin dediği gibi.
“Burası” “Burası oğul”
Güneşin son ışıklarını yolladığı bir günde
Yaşamın en acımasız halini aldığı bir anda
Yüzleri solgun iki adam belirir
Dar bir sokakta, küçük siyah demir bir kapının önünde
Yaşam ile ölümü aralamak için
Asasının başı ile kapıya vurdu, usta. Demir kapı ben buradayım demişçesine tok sesi tüm sokakta yankılandı. Çöplerin üzerine konmuş bir karga sesten ürküp tüm çığırtkanlığı ile havalandı. Kapının arkasında homurtulu bir ses, “Kim o?” “Ben, Usta” Kapı arkasından gelen kilit sesleri yerini derinden gelen bir anahtar sesine bıraktı. Büyük gıcırtı ile açılan kapı en fazla yarısına kadar açılabildi. Kapıyı koca cüssesi ile kaplayan soluk benizli, yüzündeki terini sildi. Garip garip beni iyice süzdü. Sanki tüm havayı içine çekecekmiş gibi derin bir nefes aldı. Ustaya baktı.
“Hoş geldin Usta.”
“Bu gözler son defa bir kıvılcım görme umudu ile yanıp tutuştu. Son kıvılcım, son umut uçup gitti. Nasıl hoş gelirim, Derban.”
“Usta, herkes seni bekler. Son kıvılcıma maya çalmak için.”
“ Eh işte onlar, hoş gelmişler.”
“Kimdir bu Usta.” dedi solgun benizli, beni göstererek.
“Güneşin son kıvılcımına özlem ile bakan bir yolcu. Bu handa hanlamak ister.”
“Buyrun, buyurun girin içeri.”
Derban, koca cüssesini kapının önünden çekince, içerdeki küflü hava yüzümüze vurdu. Havadaki tüm ıslaklığı tüm küf kokusunu tüm hücrelerimde hissettim ve tiksindim.
Kapının açılması ile dar bir koridorda bulduk kendimizi. koridorun sağında ve solundaki küflenmiş ahşap kapılar bize en sondaki geniş alana kadar eşlik etti. Salonda 8 ayrı ahşap masa bir halka oluşturmuştu. Ortasında 8 köşeli yıldız şeklinde mermerden yapılmış bir masa vardı. Her masanın arkasında oturan sekiz kişi ustanın geldiğini görünce ayağa kalktı. Birbirine benzeyen bu adamların yüzlerinde tüm yaşanmışlıklarını okumak mümkündü. Aynı yüzler farklı binlerce hayat…
Usta halkanın yanına gelince bana döndü ve omzuma dokundu. Anlamıştım buradan öteye geçmemin mümkün olmadığına. Derban’ın tam arkamda durduğunu ter kokusundan anlıyordum. Usta mermer masaya gelince asası ile üç kez masaya vurdu. Her üç vuruşta masadakilerden biri gelip avucuna topladığı suyu mermer masanın üzerindeki kazana boşalttı. sanki her gelenin elinde şelale vardı bitmek bilmiyordu. Kazanda doymak bilmiyordu. Ben ruhsuz bir şekilde anlamsız gözler ile olanları seyrediyordum. Belliydi, bu bir ayin. Bu beni korkutuyordu. Ancak yapılanlar, her üç vuruş ile mermerin çıkardığı ses ve arkasından suyun sesi beni mest ediyordu, huzur buluyordum.
Sekiz masadaki sekiz avuç su bitince, usta Derban’ın tarafına sopasını çevirdi. Derban daha önceden duvarın yanına istiflenmiş çalı ve ağaç parçalarını aldı. Halkanın çevresinden dolaşarak tam oda kapısının tam karşısında bulunan ocağa yerleştirdi. Usta asasını beş parçaya böldü ve ocağa yerleştirdi. Usta kazanı getirip halkanın dışında Derban’a verdi. Derban kazanı ocağa yerleştirdi. Usta ellerini kaldırıp dua etmeye başladı. Dua ettikçe ustanın eridiğini hissettim. O eridikçe odunların kızardığını ve alev aldığını gördüm. Usta kendi etrafında dönerken ateş harlandı. Su fokurdadı. Çıkan buhar tüm odayı kapladı ve odanın ortasındaki küçük bacadan gökyüzüne süzüldü. Usta ve tüm adamlar hep bir ağızdan söylemeye başladı.
Karanlığın esaretindeki bir günde
Bir kılıç dünyayı böler, sekize
Her köşeden bir maya toplar, sekiz Hıdır
Güneşe maya çalar, sekiz Hıdır
Yaşama maya çalar, sekiz Hıdır
Bilinmez bir zamanda, birbirini tanımayan ve birbirini görmeyen insanların toplandığı bilinmeyen bir mekanda son kıvılcımdan sonra son bir defa yağmur yağdı. O gün sönen son kıvılcıma inat, sabah ilk filizini verdi, güneş. Tüm görmeyen gözlere umut olmak için.