Öykü

Aynadakiler

“Hoş geldin delikanlı. Buyur ne bakmıştın?” diyerek gayet güler yüzlü bir şekilde karşılıyordu günün ilk müşterisini.

Uzun boylu genç çekingen bir tavırla konuşuyordu. “Hoş bulduk. Ben şu yan binaya yeni taşındım ve evimde eksik olan birkaç parça eşyayı da burada bulabileceğimi söylediler.”

“Elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışırım delikanlı. Sen bana ne lazım olduğunu söyle yeter. Elimde öyle eşyalar var ki hem mükemmel hem de çok ucuz.”

“Öncelikle bir gardırop almak istiyorum.”

“Şöyle buyur ben sana gardıropları göstereyim.”

Her çeşit kullanılmış, eski model eşyaların bulunduğu ince bir koridordan geçerek yan yana sıralanmış gardıropların bulunduğu bir bölmeye getirdi genci. “Böyle büyük bir gardırop ister misin?” diye gence soru yöneltiyordu ve bir yandan da oldukça tozlu görünen çift kapaklı bir gardırobun bir kapağını açarak içini göstermeye çalışıyordu.

“Yok, öyle büyük bir gardıroba ihtiyacım yok efendim. Evde tek başıma kalacağım. Şu köşede duran tek kapaklı gardırop yeter bana. İçine bakabilir miyim?”

“Elbette sen nasıl istersen delikanlı.”

Genç, küçük gardırobun bulunduğu yere giderek kapağını açtı ve içini de inceledikten sonra ikinci el olan bu gardırobun fiyatında da anlaşarak satıcıyla el sıkıştı. Çıkış kapısına doğru yürümeye başladı. Bir yandan da çevresini inceliyor ne kadar garip tasarımlı eşyaların bulunduğunu düşünüyordu. Tam kapının oraya gelmişti ki dükkânın vitrin camına yakın bir yerde duran girerken fark etmediği aynayı gördü. Duraksadı ve uzaktan incelemeye başladı. Çerçevesindeki desenler öyle ilginçti ki genç yanına gidip elini çerçevesinde gezdirmekten alıkoyamadı. Gözüne ilk çarpan tam aynanın tepesinde birbirine bakan iki farklı yüzdü. Satıcı da gencin aynayla ilgilendiğini görünce hemen yanına geldi ve belki bir satış daha yaparım düşüncesiyle:

“Tam bir antika. Her çeşit ev eşyasına ve her türlü renge uyum sağlayabilecek şekilde. Yıllardır burada duruyor ve gelen herkes de onu inceliyor. Ancak babam bunu satmama konusunda yemin etmişti. Büyülü olduğuna inanıyor. İçinde iki cüce mi yaşıyormuş neymiş. Sadece geceleri çıkıyorlarmış. Güneş doğmadan aynaya geri dönüyorlarmış ve geceleri aynaya yaklaşmamız tehlikeliymiş. Bence hiç de öyle değil evlat. Eğer onun içinde gerçekten iki cüce varsa gerçekten titizler. Çünkü hiçbir sabah dükkânı dağınık bir şekilde bulmadım. Peh!” sağlam bir kahkaha atarak gencin sırtına bir tokat attı. “Deli zırvası. Koskoca dünyada sihirli bir ayna var ve o da babamı buluyor öyle mi? Artık babam bu dükkânı bana emanet ettiğine göre bu aynayı ben satabilirim değil mi delikanlı. Gerçekten şanslısın, bu aynayı dükkâna gelenlerin çoğu istemiştir. Ama yemini babam ettiğine göre benim satmamda bir sakınca yok. Bu deli zırvası şeylere de kim inanır artık. Yirmi birinci yüzyılda yaşıyoruz. Artık üç yaşındaki çocuklar dahi peri masallarına inanmıyorlar. Değil mi?”

“Şeyy, evet efendim.” Satıcı tüm bunları anlatırken genç düşüncelere dalmıştı ve satıcının sorduğu soruyla birden irkilerek cevap verdi. Elbette o da böyle saçma bir şeyin olmayacağına inanıyordu. Hatta bu hikâyeyi satıcının aynayı satabilmek için şimdi uydurduğunu bile düşünüyordu. Uydurmuyorsa da babası gerçekten bunamıştır diye geçirdi aklından.

Cazip bir fiyat karşılığında ayna için de el sıkıştı ve dükkândan çıktı. Okula gidecekti ve okul biter bitmez gelip aldıklarını eve taşıyacaktı. Nasıl olsa yan apartman tek başıma taşıyabilirim diye düşünüyordu.

* * *

“Off! Gerçekten de yoruldum. Hiç de hafif değiller” diyerek kendini bulunduğu odanın tek koltuğuna bıraktı. Biraz soluklandıktan sonra aç olduğunun farkına vardı. Yavaş yavaş ayaklandı ve mutfağa doğru ağır adımlarla yürümeye başladı. Yatak odasının yanından geçerken yatağının tam karşısına yerleştirdiği yeni aynasına bakarak satıcının dediklerini düşündü. Kendi kendine gülmeye başladı ve başına sallayarak mutfağa girdi.

Yemek de yedikten sonra bir buçuk saat kadar ders çalıştı. Daha sonrasında da yatsam iyi olur diye düşünerek sabah erken kalkacağını hatırladı. Yatağına uzandı ve başucunda duran komodinin üzerinden çalar saatini alarak alarmı saat 6:30’ a ayarladı.

“O saatte daha gün yeni doğuyor, neden o kadar erken saate ders koyarlar ki” diye söylenerek komodinin üzerine çalar saatini geri bıraktı. Yatağının tam karşısındaki aynaya da bir bakış atarak elini yatağının sağ tarafına uzattı ve ışığı kapadı.

* * *

“Hey sessiz ol bizi duyabilir. Parmak uçlarına basarak yürü.”

“Tamam, bana sürekli öğüt vermeyi kes. Nasıl durmam gerektiğini biliyorum.”

Şangırt…

“Hey! Kim var orda.” Genç gürültüye karşı ani bir refleksle yataktan fırlamış ve duvarda elini gezdirerek lambanın anahtarını aramaya başlamıştı.

“Söyledim sana değil mi. Dikkatli ol dedim, dikkatli. Duydu bizi saklan saklan şimdi lambayı açar.”

“Hey! Kim var orda dedim.” Sonunda lambayı yakmayı başarmıştı ama etrafta kimseyi göremiyordu. Az önceki gürültünün ardından kalktığında konuşmalar duyduğuna yemin edebilirdi. Hırsız var sanıyordu. Yavaş yavaş ayaklandı ve kapıya doğru ağır adımlar atmaya başladı. Ayakları titriyordu. Aslında çığlık mı atsam diye düşünüyordu ama ya hırsızların silahları varsa diyordu kendi kendine. Çığlık attığı gibi ona birkaç el ateş edip kaçmaya çalışabilirlerdi.

Tam kapının oraya gelmişti ki odanın lambası söndü. Sıçrayarak arkasındaki duvara dayandı. Korkudan ses dahi çıkaramıyordu. Bir el şaklatma sesi duydu ve çok hafif bir loşluk yaratan küçük bir ışık belirdi. Yatağının tam yanından geliyordu bu ışık. En azından odadaki eşyaların yerlerini seçmeye yetecek düzeydeydi. Kapıya doğru koşarak kaçsam mı diye düşündü. Nasılsa evde çalınabilecek değerli bir eşya yoktu. Büyük eşyaları da çalabilecek zamanları olmayacaklarını biliyordu.

Ani bir hareketle evin çıkış kapısına doğru koşmaya başladı ama tam o sırada yine bir el şaklatma sesi duydu. Hemen ardından da kapının kilitlenme sesi gelmişti. Hırsızların kapının yakınında olduğunu düşünerek “Beni rahat bırakın, yalvarırım. Evimde çalabileceğiniz değerli bir eşya da yok. Hemen kapıdan çekip gidebilirsiniz, polise haber vermeyeceğim.”

Bekliyordu ve bir süre ses gelmedi. Nasıl hırsızlarla karşı karşıya olduğunu düşünmeye başlamıştı. Korkudan kalbi öyle hızlı atmaya başlamıştı ki onu rahatça duyabiliyordu.

“Pes edip yatacağa pek benzemiyor Ted, ona kendimizi göstermeliyiz.” Çok tiz bir sesti bu ve yatak odasından geliyordu. Sonunda hırsızların kendilerini ona göstereceğini düşünmeye başladı.

“Peki ama aynadan daha fazla uzaklaşamayız Cris, bunu biliyorsun.” Aynı tizlikte bir diğer ses de yatak odasından geliyordu. Konuşmaları oldukça garipti ve bir de aynadan söz ediyorlardı. Kendi aralarında konuşmaya devam ettiler.

“Onu yanımıza çekebilirim Ted, kendimi oldukça iyi hissediyorum.”

“O bir insan Cris bunu yapamayabilirsin ve bu gece yemeğimizden olmak istemem.”

“Hey, siz kimsiniz ve neyden bahsediyorsunuz?” Bu cesareti nereden aldığını bilmiyordu ama artık ne olacaksa olsun diye düşünerek bağırmaya başladı.

“Onu buraya çekiyorum Ted, zamanımız azalıyor ve ben çok açım.”

Bir el şaklatma sesi daha geldi ve çok garip bir şekilde durduğu yerde kaymaya başladı. Odaya doğru sürükleniyordu adeta ve kolunu dahi kaldıracak kadar kuvveti yoktu. Çaresiz bir şekilde olanlara göz yumuyordu.

Yatağının tam karşısında aynanın sağ tarafında durdu. Hemen çevresini incelemeye başladı. Yatağının sağ tarafından ona doğru yaklaşan bir metreye ulaşmayan iki siluet fark etti. Şimdi her şeyi anlamaya başlıyordu. Onlar hırsız değildi. Satıcının babasının anlatmış oldukları gerçekten de doğruydu. Yaklaşan cücelerin yüzlerini de hafif hafif görmeye başlamıştı. Burunları yok gibi oldukça basıktı ve gözleri oldukça büyüktü. Gövdeleri ve bacakları biraz orantısızdı ve bacaklarına yok bile denebilirdi. Sadece on beş, yirmi santim uzunluğundaydı bacakları. İkisinin de saçları yoktu ve birinin ağzının hemen yan tarafında oldukça belirgin bir yarası vardı.

“Benden ne istiyorsunuz?” diyebilmişti sadece. Onların sihirli güçleri olduğunu fark ettiği için hiçbir türlü şeye cesaret edemiyordu.

“Bize yiyecek lazım ve bu gece bunu bulduğumuzu umuyoruz insan. Yıllardır o dükkânda öylece aynanın içinde bekledik. İlk zamanlarda o yaşlı adam bizi fark etmemişti ve geceleri de dükkânda duruyordu. Ama o bizim için fazla yaşlıydı. Ta ki bizi fark edince işler değişti. Başlarda aynadan kurtulmak istedi ama bunu yapamadı. Oğlu onun delirmeye başladığını düşündü ve onu o dükkandan uzak tutmak için elinden geleni yaptı. Ona minnettarız değil mi Cris?”

“E-e-evet Ted. Ona minnettarız ama benim büyüm olmasa…” konuşurken ağzından yere salyalarının aktığı açıkça belli oluyordu.

“Tabi ki de büyülerin sayesinde babasını engelledi ama yine yıllardır orada aç kaldık öyle değil mi? Tek ihtiyacımız olan kanı bulmamız için hiç faydası olmadı. Ya da bugüne kadar öyle düşünüyorduk. İnsanları yem olmaları için büyüleyemiyorduk ama bugün onu sen aldın insan, bizim

evimizi sen aldın ve bize kanını kendin sunuyorsun. İkimiz de sabahtan beri heyecanlıyız. Dışarı çıkabilmemiz için karanlığın basması lazımdı.” Yanındaki cüceye dönerek: “Biliyorum Cris çok açsın ve onun kanını arzuluyorsun ama yıllardır bekledik keyfini çıkaralım değil mi?”

“E-e-evet Ted.” İkisi de yavaş yavaş ona doğru yaklaşmaya başlamıştı. Ne olduğunu anlayamamıştı. Şimdi yıllardır açlık çeken bu cücelere yemek mi olacaktı ya da kanı onlara yemek olacaktı. Bunu onu öldürerek mi yapacaklardı? Yoksa…

Ne yapması gerektiğini düşünmeye başlamıştı ama daha önce hiç cücelere karşı bir savaş vermemişti. Kendisini onlara teslim mi etmesi lazımdı. “Hayır” dedi sadece kendisinin duyabileceği bir sesle. Birden aklına bir fikir gelmişti. Işığı açmalıydı çünkü cüceler ışıkta duramıyorlardı ama bunu nasıl başaracaktı. Işığı açabilmesi için üç metre kadar koşması lazımdı. Belki de ışığı yaktığı gibi cüceler bir büyü yapar hemen kapatırlardı ama ışığın onlara farklı bir etkisi de olabilirdi. Büyü yapamayabilirlerdi. Onlar hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Güneşin doğmasına daha ne kadar vardı acaba.

“Bayılt onu Ted, dayanamıyorum artık bayılt hadi.”

Zamanının daraldığının farkındaydı ve hala ne yapacağını bilemiyordu. Sonunda eline yanında duran terliği alarak çok küçük bir umutla ışığı yakabilmek için fırlattı. Tam o anda bir el şaklatma sesi daha geldi ve terlik havada bir şeye çarpmış gibi yere düştü.

“Bize bir şey yapamayacağını anlaman gerekirdi” diyordu tiz sesiyle bağırarak ve tekrar yanındaki cüceye dönerek “Beraber yapalım kardeşim, beraber” dedi.

Sanki onun kanının içilecek olması çok doğal bir durummuş gibi bir hal almaya başlamıştı.

“Hadi yapalım artık Ted. Aynı anda haydi!”

Ve bir kez daha aynı el şaklatma sesini duydu.

* * *

Zırrrr! Zırrrr!

Çalar saatin de çalmasıyla birlikte sıçrayarak uyandı. Elini hemen komodinin üzerine uzatarak saati susturdu. Gözlerini hızlıca açtı ve eliyle de yoklayarak vücudunu incelemeye başladı. Aynaya bir bakış attı. Gördüğü her şey bir rüyaydı daha doğrusu bir kâbustu.

Hemen yatağının yanı başında duran çantasını açtı ve içinden bir defterle kalem alarak yere bıraktı. Defterde boş bir sayfa açarak rüyasını unutmadan her ayrıntısına kadar not almaya başladı. Satıcının dediklerini de unutmadan sayfanın köşesine hızlıca bir özetle yazmıştı. Gülerek çantasına eşyalarını geri koydu ve:

“Belki de bu sene bölümüm en iyi öyküsü benden çıkar ha” dedi aynaya bakarak.

Aynadakiler” için 5 Yorum Var

  1. Ellerinize sağlık akıcı, güzel bir öykü olmuş. Tek eleştirim şu, daha doğrusu bana tutarsızlık gibi gelen tek şey. Ayna antikaymış, her gelen bakıyormuş. Bence bir esnaf hem antika olan hem de her gelenin ilgisini çeken bir malı asla ucuz fiyattan vermez. Bir başkası gelip ona binler akıtabilecekken neden çok daha az kazansın ki?

    Ama anlatımınızı beğendim. Kısa bir öyküye çok şey sıkıştırmamışsınız. Kararında olmuş, kaleminize sağlık. Seçkideki ilk öykünüz bu sanırım, son olmaması dileğiyle.

    1. İlk önce yorumunuz için teşekkür ederim. Eleştiri konunuza gelecek olursak onu ben de çok düşündüm ve sonuçta bu aynayı alan bir öğrenci ve bir öğrenci bir aynaya fazla para vermez. Bu yüzden düşük bir fiyatta anlaşmasını yazdım çünkü bununla satıcının söylediklerinin gerçekten palavra olduğunu belli etmek istedim.
      Evet, bu öyküm seçkideki ilk öyküm ve devamını getirmeyi isterim. Sürekli öyküler yazıyordum ancak seçkiyi okumama rağmen seçkiye göndermeyi hiç düşünmemiştim. Bu ay paylaşma cesaretini alarak seçkiye de bir başlangıç yapmış olduğumu düşünüyorum.

  2. Merhabalar;

    Öncelikle seçkiye hoş geldiniz. Yeni yüzler, yeni kalemler görmek her zaman keyif vermiştir. Güzel bir hikayeyle katılmışsınız, elinize sağlık. Tek eleştirim kelime tekrarlarına gelecek. Örnek vermem gerekirse:

    Her çeşit kullanılmış, eski model eşyaların bulunduğu ince bir koridordan geçerek yan yana sıralanmış gardıropların bulunduğu bir bölmeye getirdi genci. “Böyle büyük bir gardırop ister misin?” diye gence soru yöneltiyordu ve bir yandan da oldukça tozlu görünen çift kapaklı bir gardırobun bir kapağını açarak içini göstermeye çalışıyordu.

    Gördüğünüz gibi aynı kelimeyi tek bir cümlede iki kere kullanmışsınız. Bu da okunuşu bir hayli baltalıyor. Aynı anlama gelen farklı kelimeleri kullanarak bu problemi rahatça aşabilirsiniz.

    Tekrardan elinize sağlık…

    1. Okuyup yorum yazdığınız için teşekkür ederim. Eleştirinizde haklısınız, sanırsam ki bu hatam öyküyü yazma işini çok geç zamana bırakmamdan kaynaklanmış olabilir. Biraz acele ettim ve maalesef böyle bir hata meydana gelmiş. Bundan sonraki öykülerimde bu hatayı tekrarlamamaya çalışacağım.
      Seçkiye öykü yazmaya devam edeceğim, sizin yorumlarınızı bekliyor olacağım…

  3. Mit’in dediği gibi kelime tekrarı hatan olmuş. Benimde gözüme o çarptı direk. Ama onun dışında gayet güzel,akıcı olmuş. Çok beğendim.
    Ellerinize yüreğinize düşünen beyninize sağlık.

Emre BAHADIR için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *