Öykü

Ayrık Dünyalar

Görüşme süresinin bitmesine beş dakikadan az bir süre kalmıştı. Ne kadar çabuk geçiyor bu görüşmeler diye düşündü. Haftada bir gün ve bir saat olmasına lanet ediyordu. Niye daha fazla görüşemiyorlardı ki? Neden Cumhuriyetler bu süreyi bu süreyi bu kadar kısa tutuyordu. Zaten birbirlerine dokunamıyorlar yada yeteri kadar hasret gideremiyorlardı. Sevdiği ile daha fazla vakit geçirmek için bu kötü düşünceleri aklından uzaklaştırdı, bu sefer de bu duruma nasıl düştüklerini hatırladı.

2014 yılının Mayıs ayıydı. Cenk bütün ay boyunca ayrı kalacakları için çok üzgündü ama Merve, doktorların Afrika’daki muhtaç çocuklar için yaptığı gönüllü programa katılmıştı. Dünyada bir değişiklik yapabileceği, ölüp gitmeden önce iz bırakabileceği bir şeyler yapabileceği için çok heyecanlıydı. Cenk onun kadar heyecanlı hissedemiyordu. Altı üstü şurada evlenmelerine dört ay bile kalmamıştı. Merve’nin gitmemesini istiyordu ama kararlarına da saygı göstermek istiyordu. Bu yüzden durumu kabullendi ve sonuna kadar nişanlısını desteklemeye karar verdi.

Merve gideli beş gün olmuştu. Özlem duygusu her geçen gün biraz daha artıyordu. Elini yüzünü yıkadıktan sonra hemen telefonunu eline aldı ve her sabah yaptığı gibi Merve’yi aramaya kalkıştı. Numarayı tuşladı, kısa aralıklarla uzun çalma sesini bekledi. Fakat onun yerine sinyal yok sesi geliyordu. Ne olabileceğini düşünürken, dışarıdan gelen seslere kulak verdi. Camdan baktığında herkesin panik içinde olduğunu gördü. Tam bir kaos havası vardı. Neler olduğunu anlamak için televizyonu açtı. Gördüğü haber karşısında şoke oldu.

Dünya ikiye bölünmüştü. Ekvatorun üzerinde uzaya kadar uzanan ve gezegeni üstten kapatan sarı renkli bir güç kalkanı olduğu söyleniyordu. Sanki biri gezegene kapak takmıştı. Kuzey ve güney küreyi birbirinden ayırmıştı. İşin en kötü tarafı ise kalkandan geçiş yoktu. Telefon sinyalleri bile geçemiyordu. Evlenme hayalleri kurarken nişanlısından sonsuza kadar ayrı kalacağını öğrendi.

Tüm bunların üzerinden on yıl geçmesine şaşıyordu. Bütün hükümetler yıkılmış, yerine Kuzey Yarım Küre ve Güney Yarım Küre Cumhuriyetleri kurulmuştu. Aralarında yapılan antlaşmaya göre, görüşme saatlerinin haftada bir gün, bir saat olacağına karar verilmişti. Artık eski dünya düzeni sonsuza kadar kaybolmuştu.

“Artık bıktım böyle görüşmekten Merve. Bu daha ne kadar sürebilir böyle. Haftada bir kez yetmiyor.”

“Biliyorum Cenk ama yapabilecek bir şeyimiz yok. Eğer hayatını başka biriyle birleştirmek istersen seni anlarım.

“Böyle bir şey yapmayacağımı biliyorsun. Senle olamayacaksa başkası da olmayacak. Bu işi halledeceğim merak etme, artık ayrı kalmayacağız.

“Ne diyorsun Cenk? Hiçbir şey anlamıyorum.”

“Haftaya geldiğim zaman tekrar beraber olacağız, göreceksin.”

Merve hiçbir şey anlamamış gözlerle Cenk’e bakıyordu. Cenk ona sus işareti yaptı ve bu konuşulanların aralarında kalması gerektiğini söyledi. Güvenlik görevlisi sürenin bittiğini bağırarak, kızgın bir sesle söyledi. Cenk bu adamı hapishanelerdeki gardiyanlara benzetti. Özgür oldukları halde tutsak gibi hissediyordu. Çok yakında bunların hepsi bitecekti.

Güç kalkanı tüm dünyayı kaosa düşürdüğünde Cenk üniversiteden yeni mezun olmuştu. Astrofizik, Merve’den sonra sevdiği en çok şeydi ama Merve olmadan bir tadı yoktu. Bu yüzden mezun olduktan sonra pek bir işte tutunamadı. Birincilikle bitirdiği için NASA’ dan bile teklif almıştı. Her bir iş teklifini geri çevirdiğinde bütün çevresi tarafından tepkiyle karşılandı. İlk beş sene hiçbir şey yapmadı. Ailesinin maddi durumu iyi olduğu için para sıkıntısı çekmedi. Sonraki dört yıl küçük işlerde çalıştı. Fakat hiç biri, hayatını sonsuza kadar geçirmek istediği kız yanında olmadıkça bir anlam ifade etmiyordu. Ona ihtiyacı vardı, yoksa bu dünyada daha fazla yaşamak istemiyordu.

Artık bir şeyler yapmanın zamanıydı. Bu güç kalkanını ortadan kaldırmak ya da Merve’yi yanına almak için kalkanı yeterli bir süre devre dışı bırakmak istiyordu.

İlk altı ay hiçbir şey bulamadı. Bu güç kalkanını yok etmenin hiçbir yolu yok gibi görünüyordu. Zaten bir yolu olsa Cumhuriyetler bunu çoktan bulur, dünyaları birleştirirlerdi. Yine umutsuzluğa düştüğü günlerden birinde araştırma yapmaktan bıkmış bir şekilde, televizyonun karşısına geçti. Kanalları amaçsızca, rastgele geçerken gözü bir programa takıldı. Bir bilim adamı güç kalkanının hayvanlar üzerindeki etkisinden bahsediyordu. Bu konuşma hemen ilgisini çekti ve kanalı değiştirmedi. Bilim adamının sesini dikkatle dinlemeye başladı.

“… bu güç kalkanının tabi ki de dünya üzerinde çok büyük etkileri var. Bunu görememek için kör olmak gerekir” diye çıkıştı bilim adamı. Diğer konuşmacının cevabı gecikmedi.

“Farkında mısınız bilmiyorum ama bu kalkan atmosferi hiçbir şekilde engellemedi. Bulutlar bile bu kalkandan geçebiliyor. İklim değişiklikleri hiçbir yerde görülmedi. Sadece bizim ve radyo sinyallerinin geçişini engelliyor.

“Atmosferi ve iklimi etkilememiş olabilir. Fakat hayvanlar üzerindeki etkisini göremiyor musunuz?”

“Hayvanlar ne alaka?” Cenk’te kendi kendine aynı soruyu sordu. Tartışma git gide güzelleşiyordu.

“Kalkanın bulunduğu bölgelerin 10 kilometre yakınında hiçbir hayvan yok. Ne bir kuş, ne bir köpek, okyanuslarda da hiçbir balık yok. Bu da demek oluyor ki…”

Devamını duyamadı Cenk. Kendi düşüncelerine çok yoğun bir şekilde dalmıştı. Bunu neden daha önce kimse görememişti. Ya da görmemezlikten mi gelinmişti? Ziyarete gittiği zamanlarda da hiçbir hayvan görmemişti etrafta. Bunun nedenini öğrenebilirse belki de araştırmasında biraz olsa ilerleyebilirdi. Düşüncelerinin yoğunluğu azaldıkça televizyondaki bilim adamının sesini duymaya başladı.

“… bir ses dalgası yayıyor. Bizim fizyolojimiz bunu duymaya uygun değil. Fakat hayvanlar bu ses dalgalarını algılayabiliyorlar ve bu yüzden güç kalkanından uzak duruyorlar. Çünkü bu ses onları aşırı derecede rahatsız ediyor.”

“Tabi ya işte cevap bu.” Diye bağırdı Cenk. Hemen laboratuvarına gidip güç kalkanından gelen sinyalleri yakalayabilecek bir alet yapmaya koyuldu.

Aleti yapması iki gününü almıştı. İlk başta kolay gibi görünmüştü ama yardım almadan yapamadığı için süre uzamıştı. Merve ile tekrar görüşmelerine beş gün kalmıştı. O zamana kadar bu işi halletmek istiyordu. İş, aleti yapmakla bitmiyordu. Şimdi sırada ekvatora gitmek vardı. Cumhuriyet yolculuğu ziyaret zamanları yasakladığı için oraya gitmesi zor olacaktı. Eğer illegal yollardan gitmeye kalkışıp sonra da yakalanırsa sonucu direk idam olurdu.

Ailesinin Cumhuriyet’teki nüfuziyetini kullanıp ekvatora yakın bir yerde uzayla ilgili deney yapmak için izin aldı. Hiç vakit kaybetmeden ekibini toplayıp uçakla deney yapacağı bölgeye uçtu.

Cumhuriyet güvenlik güçleri işi sıkı tutuyor, araştırma grubunun her hareketini dikkatle inceliyordu. Bütün donanımları tek tek gözden geçirmişler, herkesi güvenlik kontrolüne tabii tutmuşlardı. Neyse ki Cenk’in sinyal aleti diğer eşyaların yanında dikkat çekmemişti. Kalkandan dokuz kilometre kadar uzaktaydılar. Bu mesafenin yeterli olması için dua etti Cenk. Aleti çalıştırdı ve gelen sinyaller karşısında şoke oldu.

Sinyaller bilgisayar ekranında teker teker gözükmeye başladı. Her bir sinyal dizisi bir şekli temsil ediyor gibiydi. Her altı şekilde bir dizi kendini tekrar ediyordu. Şekiller öncelikle Cenk’ e hiçbir anlam ifade etmedi. Fakat bir süre kafa yorduktan sonra bu şekillerin takımyıldızlarının dünyadan görünüşleri olduğunu anladı. Bu takımyıldızlarının isimlerini yazdı. İsimler birleştiği zaman bir anlam ifade etmiyordu. Belki de bu kelime öbeği bir şifre diye düşündü ama bilinen bütün şifre çözücüleri denedikten sonra bu şekillerin harfleri ifade etmediğini anladı. Daha sonra aklına bunların sayı olabileceği aklına geldi. Her bir takımyıldızının içerdiği yıldız sayısını yazdı. İşte o an bu sayıların bir koordinatı temsil ettiğini fark etti.

GPS’ ine koordinatları girdiğinde, imleç İzmir’ i işaret etti. Hemen gitmesi gerektiğini biliyordu fakat araştırma görevleri daha yeni başlamıştı ve ayrılamazdı. Dikkatleri üzerine çekebilirdi. Bu yüzden üç gün geçtikten sonra eve dönüş için harekete geçebilirdi.

Cenk hiç vakit kaybetmeden hemen İzmir’e uçtu. Koordinatlar bir müzeyi işaret ediyordu. “İzmir Arkeoloji Müzesi” tabelasının önünde durdu. Hemen müzeye girdi ve turist rolüne büründü. Ne aradığına dair hiçbir fikri yoktu. Buraya kadar gelmişken aradığı şeyi bulmadan geri dönmeyecekti. Tek tek bütün eserleri incelemeye başladı. Uzun sürecek bir iş gibi duruyordu. Tam umudu tükenmeye başladığı anda gözleri bir asaya ilişti. Asanın bilgilerine baktığında hiçbir şey göremedi. Sadece milattan öncesine ait olduğu biliniyordu.

Tam devam edip diğer eserlere bakmaya karar verdiğinde asanın üzerinde, yakaladığı mesajda bulunan simgeleri gördü. İşte aradığım şey bu diye düşündü. Bu asayı buradan alıp götürmeliydi. Görüşmeye sadece bir gün kalmıştı. Asayı çalmayı düşündü ama sonra hemen vazgeçti. Yine aynı nüfuziyetini kullanarak asayı ödünç almak istedi.

Tabi bu düşündüğü kadar kolay değildi. Müzeden bir eseri almak imkânsıza yakın bir şeydi. Fakat ailesi müzeye maddi yönden çok yardımcı olduğu için müze müdürü öyle ya da böyle durumu kabul etmek zorunda kaldı. Tek sorun asayı ancak görüşme sabahı alabilmişti. Hiç vakit kaybetmeden uçağa atlayıp nişanlısının yanına gitti. Son anda yetişmişti.

Merve’yi gördüğünde bütün endişeleri, bütün korkuları ve bütün heyecanı kaybolup gitti. Tek istediği şey ona tekrar sarılabilmekti. Heyecanla kalkanın arkasından asayı gösterdi.

“O da ne be?” dedi Merve yüzünü ilginç bir şekle sokarak.

“Asa” dedi Cenk kelimeyi uzatarak.

“Ne yapmayı planlıyorsun onunla?”

“Umuyorum ki bu bizim tekrar kavuşmamızı sağlayacak.

Fakat bunu nasıl yapacağına dair hiçbir fikri yoktu. Asayı elinde tutuyordu ama onu nasıl kullanıp kalkanı yok edeceğini bilmiyordu. Kalkana doğru asayı farklı şekillerde tutmayı denedi ama hiçbiri işe yaramadı. Sinirlenmiş bir halde asayı rastgele sallamaya başladı. Umutsuzluk son seviyeye gelmişken onu mutluluktan uçuracak ir şey gördü. Asanın kalkana değdiği bölgede küçük bir delik oluştu. İkisi de sevinçten çığlık atmamak için kendilerini zor tuttular. Cenk hemen asayı kalkana sapladı ve karşı tarafa geçirdi. On saniye kadar hiçbir şey olmadı. Daha sonra kalkan saplanan yerden yavaş yavaş yok olmaya başladı. Cenk sadece sapladığı yerde kalkanın yok olacağını düşünüyordu ama kalkan tamamen tüm dünyadan kaybolmuştu.

Düğün salonu tıka basa doluydu. Herkes kalkanı yok eden, dünyaları birleştiren kişinin düğününe katılmak istiyordu. İkisi de sade, kalabalık olmayan bir düğün istemişlerdi ama yine de mutluydular. Artık tüm dünya normale dönmüştü ve her şey yolundaydı.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *