İstanbul’da serin bir bahar sabahı, Mecidiyeköy metrosunun girişinde, müthiş bir ahenkle ve birbirlerine hiç değmeden sağa sola adımlayan rengârenk ayakkabıların arasında bir sürüngen göründü. Kimisi sürüngeni fark etmeden gişelerden geçip gidiyor, kimisi de fark etmiş olsa bile işe yetişme telaşıyla bu değişik hayvana uzun uzadıya bakamıyordu. Nihayet beyaz bir çift spor ayakkabı sürüngenin önünde duruverdi. Ayakkabıların sahibi genç bir üniversiteli kız sürüngeni dikkatle inceledi. Sonra da geçmesine engel olduğu, sabahın o vakitlerinde mutlaka telaşlı ve gergin olan İstanbullulara aldırış etmeden sürüngenin videosunu çekti.
Genç kız öğlene doğru sürüngenin videosunu sosyal medya hesabından paylaşmıştı. Bu video, bir anda yayılmaya başladı ve akşam saatlerinde artık bütün hayvan bilimcilerin ilgilendiği tek konu hâline geldi. Hayvan bilimciler konuyu derhal bakanlığa ilettiler. Bakanlık, İstanbul Üniversitesinin oluşturacağı bir heyetle konunun incelenmesini istedi. Önce genç kız bulundu sonra videonun çekildiği bölgeye gidilerek sürüngen aranmaya başlandı. İstanbullular şaşkındı, günlerce süren çalışmalar boyunca Mecidiyeköy metrosu kapatılmıştı. Nihayet sürüngen Osmanbey’e uzanan rayların üzerinde bulundu.
Hemen laboratuvar çalışmaları başladı. Sürüngenin sınıflandırılacağı hayvan türü bir türlü bulunamıyordu. Ortada çok ilginç bir durum vardı. Konu dünya medyasının da ilgisini çekince yurtdışından bir heyet bakanlık kanalıyla İstanbul’a geldi. Uzun süren çalışmaların sonunda bu canlının milyonlarca yıl önce evrimini tamamlamamış bir balina yavrusuyla aynı özellikleri taşıdığı tespit edildi. Yabancı yetkililer bu tuhaf canlıyı ülkelerine götürmek için çok uğraştılar ancak ülke yönetimi kesinlikle buna izin vermedi. Gazeteler tek bir ağızdan konuşuyordu; “Canımızı alırsınız balinamızı alamazsınız!”, “Avucunu yala batı!”, “Değil balinayı günahımı bile vermem!” gibi manşetlerle halk balina mevzusunda politize ediliyordu.
Evrimleşmemiş balina yavrusunun büyüdüğünde nasıl bir canlı olacağı büyük merak uyandırıyordu. Yavru balina çok özel korumalı bir alanda özenle büyütülüp izlendi. Yabancı misafirler de olmak üzere balinanın gelişim süreci dünyanın pek çok yerinde takip edildi. Artık memlekette geçim sıkıntısı, yüksek enflasyon, terör sorunu konuşulmuyor, herkes balinanın, dünyada tek olan bu canlının büyüme sürecini takip ediyordu.
Aradan geçen aylar boyunca küçük sürüngenimiz gitgide büyüyerek denizlerde yaşayan balinaların şeklini almaya başladı. Ayakları iyice vücuduna saplanıp yok oldu, yüzgeçleri çıktı, balina ağzı oluştu. Şekil olarak dünyadaki diğer balinalardan bir farkı kalmamıştı tuhaf canlının. Balinanın tek ve en önemli farkı karada yaşayabiliyor olmasıydı. Bu gerçekten inanılmazdı. Diğer balinalar gibi suda da yaşayabiliyordu; hatta ilk defa suya bırakıldığında balinanın geniş ağzının daha da genişleyip adeta mutluluktan uçtuğu gözlemlenmişti.
Yabancı yetkililer balina için şimdi en doğru adımın onun bir okyanusa bırakılması gerektiğini söyleseler de ülkeyi yönetenler buna hiç yanaşmadı. Neticede her yıl milyonlarca insan bu Kara Balinasını görmek için ülkeye geliyor, önemli bir gelir kaynağı yaratıyorlardı.
Balina gittikçe daha da büyüyor, kocaman bedeniyle bazı reklam filmleri için İstanbul’un sokaklarında gezdiriliyordu. Yıllar geçtikçe balinanın suda yaşama arzusu artıyordu; artık karada yapamaz hale gelmiş, iklim değişikliklerinden etkilenip koca bedeninde yaralar oluşmaya başlamıştı. Yetkililer Kara Balinasının karada yaşayamaz hale geldiğini, bunun için en doğru yolun balinayı suya bırakmak olduğunu bildiriyorlardı. Ülkenin en önemli meselelerinden olan Kara Balinasıyla ilgili Bakanlar Kurulu özel olarak toplandı.
Bakanlıklar her yıl yeni isimler alıyor, birbirlerinden ayrılıyor, alakasız birimler birbirine bağlanıyordu. Bu memleketimizde bir gelenekti. Toplantıda, Aile, Çevre, Şehircilik ve Hayvan Bakanı mutsuz bir çocuk edasıyla Bakanlar Kurulu Başkanına;
“Efendim, elimizden geleni yaptık ama uzmanlar böyle giderse birkaç ay içinde ölür dedi. Gelin bu vebali almayalım, ciddi paralar kazandık bu balinadan ama elimizde ölürse, yani bu sebepten ölürse, ciddi manada uluslararası alanda itibarımız zedelenir efendim.” dedi.
Başkan Yardımcısı olan, ayrıca Tarım, AB ile İlişkiler ve Ulaştırma Bakanı da olan bürokrat kurnazca bir bakışla ortamı taradıktan sonra söz almak istedi:
“Efendim siz daha iyi bilirsiniz ama diyelim ki balinayı okyanusa salıp bu defteri kapattık, ne kazanacağız? Fi tarihinde İstanbul’da böyle bir balina yaşadı, bu kadar. Ben derim ki, tabi siz en iyisini bilirsiniz, mesela bu balina bir gün ansızın ölse, biz de bu balinanın bedenini çeşitli işlemlerden geçirip mesela Ayasofya’nın karşısına bir Balina Müzesi inşa etsek, sizce yıllar boyunca bu müzenin ziyaretçileri dolup taşımaz mı?”
Toplantıdan sonra bir hafta geçti ya da geçmedi balina öldü. Ve taksim meydanında bir inşaat başlayıverdi. İnşaatı soranlara işçiler, “Balina burada sergilenecek,” diyorlardı. Gerçekten de balinanın ölü bedeni allandı, pullandı ve böylece devasa bir müze faaliyete girdi. Dünyanın ilk ve tek Kara Balinası Müzesi kentin bir simgesi hâline gelmişti. İnsanlar sırf müzeye uğramak için aylar öncesinden İstanbul’a bilet ayarlıyordu.
Zaman her şeyi aşındırıp değersizleştirdiği gibi Balina M1üzesini de değersizleştirmişti. Artık bu müze İstanbul’daki diğer müzelerden farklı bir yan taşımamaya başlamıştı. Üstelik ölü balinanın bakımı da çok masraflıydı. Müzenin kapatılıp ölü balinanın bir İsrail şirketine satılmasının görüşüleceği Bakanlar Kurulu Toplantısında, tilki bakışlı, zeki bakan, yani Tarım, AB ile İlişkiler ve Ulaştırma Bakanı söz aldı:
“Efendim tabii, pek tabii, siz en iyisini bilirsiniz de, biz bu balinayı yok pahasına satacağımıza; geçen gün Amerikalı ortaklarımdan biri sizinkilerden iyi olmasın parlak bir fikir atıverdi ortaya: Bu devasa balinanın güçlü bedenini daha da güçlendirip, ağzını da boylu boyunca açıp, içini de bir güzel temizleyip neden lüks bir restoran yapmıyorsunuz, dedi. Açıkçası ben de sizler gibi önce şaşırdım ama sonra düşündüm; demode bir müze yerine dünyanın bütün lezzetlerini sunulduğu, dünyanın ilk ve tek Balina Restoranı… Gerçekten ekonomik kalkınmamıza müthiş katkı sağlayacak bir hamle olur efendim.”
Mevsimler gelmiş geçmiş Kara Balinası doğmuş büyümüş ve ölmüştü. Senelerdir balina gündemiyle yoğrulan memleketimizde şimdi de gündem Balina Restoranıydı.
Memleketin her bir yanı gibi İstanbul da soğuklardan nasibini almış, kara kış kendini tüm gücüyle göstermişti. Balina Restoranı açılalı iki ay kadar olmuş, akıllı bakanın dediği gibi restoran neredeyse bir dünya harikası olarak anılmaya başlanmıştı. Restoran seçkin müşterileriyle her gece dolup taşıyor, misafirlerine unutulmaz anlar yaşatıyordu.
Kışın en soğuk günlerinden birinde, ülkede büyük bir terör saldırısı meydana geldi. Ülkenin bütün önde gelenlerinin sosyal medya hesaplarından terörü lanetlemelerinin ardından ülke yönetimi bir dünya harikası olarak anılan, egemenlik sembolü olan Balina Restoranında toplanılıp artan terör saldırılarına karşı birlik ve beraberlik mesajı verilmesini kararlaştırmıştı. Kimler yoktu ki o gün; siyasetçiler, bakanlar, spor programı yorumcuları, evlendirme programı sunucuları, pop starlar, dizi oyuncuları ve daha niceleri…
Gecede, kışın soğuk günlerine rağmen çok sıcak bir hava vardı. Herkesin yüzü gülüyordu. Terör saldırısı unutulmuş, davetliler ve ülkeyi yönetenler gönüllerince eğleniyor, dünya mutfağının nefis tatlarını midelerine indiriyorlardı. Gezi Parkının merdivenlerine oturmuş bir anne ile sekiz yaşındaki oğlu soğuktan korunaklı giysilerinin içinde tüm gün İstiklal’ de gezmiş olmanın verdiği yorgunluğu atıyor bir taraftan da eskiden Atatürk Kültür Merkezinin olduğu yerde bulunan Balina Restoranına bakıyorlardı. Oğlan annesine;
“Ne kadar da büyükmüş be Anne,” dedi şaşkınlıkla. İlk defa görüyordu Kara Balinasını. Annesi;
“Biliyor musun onu ilk ben keşfettim, metro durağının orada, şimdi şu gördüğün kocaman gözlerini şaşkınca döndürüp ne yana gideceğini bilemeyen bir yavrucuktu.” dedi.
Oğlan çok şaşırmıştı. Annesi devam etti:
“Ama sonra onu aldılar büyüttüler, üstünden milyarlarca lira para kazandılar, ölüsünü müze yaptılar, artık çürümeye yüz tutmuş bedenini de restorana çevirdiler. Biliyor musun oğlum, bunları yaparken bir defa bile olsun balinaya sormadılar.”
“Haksızlık etmişler anne.”
İkili bir süre koca balinayı izleyip günün yorgunluğunu attıktan sonra otobüs duraklarına doğru yollandılar. Oğlan annesinin eline asıldı, balina mevzunu kapatmak istemiyordu:
“Düşünsene anne, şimdi bu kocaman balina içindekileri yutsa, ağzını kapatsa, ha! Nasıl olur?”
Anne oğlunun hayal gücüne duyduğu saygıdan çok büyük olmasa da yine de alaycı bir tavır takınarak;
“Olur mu oğlum, içinde memleketin bütün önde gelenleri var, ülke resmen yıkılır valla.” dedi.
Anne-oğul Taksim Meydanından otobüs duraklarının bulunduğu yere inerken büyük bir gürültü koptu. Oğlan gözleri fal taşı gibi açılmış vaziyette;
“Anne ba, baak!” dedi
Gerçekten de balina devasa ağzını kapatmış, bütün bedenini kaplayan renkli spot ışıklarını söndürmüş eski günlerindeki gibi İstanbul sokaklarını arşınlamaya başlamıştı. Önce geniş kafasını çiçekçilerin olduğu Talimhane tarafına çevirdi, sonra denize daha kestirmeden gidebileceğini düşündüğünden olsa gerek Gümüşsuyu’na doğru yönünü çevirip sürünmeye başladı. Balina soğuk ve karanlık İstanbul sokaklarından kendini denize doğru sürüklerken civardakiler balinanın içinde stadyum uğultusu gibi sesler duyuyordu.
Son günlerdeki doğa katliamlarının üstüne denk gelen ders çıkarılası bir masal olmuş. Elinize sağlık.