Doğu, yazları dedesiyle geçirirdi. Yaşlı adam Çömlek Gölü’nün bucağında kalan son salyangoz çiftçisiydi. Eski yazlarda burada başka aileler de yaşardı. Şimdi ise civardaki evler rutubeti seven tosbağalara aitti.
Dede torun dışında iskele boştu. Doğu iskelenin ucunda başı akşam göğüne dönük dedesini izledi. Tüm gün salyangozları yemlemiş, yalaktan su çekip sıcak toprağı ıslatmışlardı. Dede ağaç altında kestirdiği sırada oğlan elleriyle yaptığı iğnesi ile gölde balık tutmuştu. Yarısı dolu kovayı gururla yaşlı adamın yanına bırakıp, yüzünü ıslatmıştı. Dede kovanın içine bakıp, avuç içine sığan bir balığı tutarak, “Hiç bu kadar kırmızı kefal görmedim ama daha ufaklar.” , “Senin ellerin çok büyük,” diye karşılık verdi oğlan. Oltası zayıf çırpınışlarla her titrediğinde hızla ipe asılmıştı. Kova doldukça mücadeleyi sevmişti.
Dede hikayeler anlatmayı severdi. O gece hikaye anlatılmadı.
Doğu gaz lambasını söndürmeden önce iğnesini hayranlıkla inceledi. Cips paketlerinden kestiği parlak şeritler, incecik kancayı saklıyordu. Uzay mekiklerinden sonra İnsanoğlunun ürettiği en müthiş şeye baktığını düşündü. Sivri ucu mantarlı iğneyi boynuna asıp uykuya daldı.
Sabah ayazı kulübenin açık kapısından dolmuştu. Oğlan titremeyle doğruldu. Odun sobasını açacakken dedesinin yorganını yerde gördü. Çarşafları dağılmış, nemli yatak göl kokuyordu. İçindeki ürperti ayazdan fazlasıydı. Yastığa iliştirilmiş resim kağıtlarından birini gördü. Akmış boyalardan yazı zor okunuyordu
Bıyıklı Dedeni Götürdük,
Gölün dibinde hep uyur artık.
Oğlan bir nefeste iskelenin ucuna kadar koştu. Siyah ve soğuk göl amansızdı. Suya yansıyan alnında mavi işareti fark etti. Doğu, sembolü balık kuyruğuna benzetti. Bacağına dolanan şeyle dengesini kaybettiğinde hala nefes nefeseydi. Soğuk suyla ciğerleri sıkışırken nerenin yüzey, nerenin dip olduğunu karıştırdı. Karanlığa batmaya başladı. Bacağına dolanan kemiksi şey kaybolmuştu. Alnındaki işarette bir sıcaklık vardı. Ciğerlerinin suyu, hava gibi memnuniyetle karşıladığını fark etti. Tereddüt etmedi. Siyah bir taş kadar geçit vermez görünen derinliğe doğru indi.
Uzun süre görmeden yüzdü. Solgun bir ışığı ayakları ıslak çamura değene dek takip etti. Kocaman bir çenedeki kocaman dişlerin gıcırtısına benzeyen sesi işitti. Korku bir okyanussa cesaret hiç yoktan bir yağmur damlasıydı. Işıklar çoğalmış ve sünger taşları arasında dans ediyordu. Delikli taşların ortasında dedesini gördü. Bir kayaya yanlamasına uzanmış, baygındı. Alnında aynı çatallı sembol parıldıyordu. Ona doğru yüzmek için yeltendiğinde bacaklarının arasından bir şey hızlıca geçti. Kafasının ucunda ateş böcekleri gibi titreşen parıltısıyla uzun gövdeli, ağızdan ibaret kafasıyla kıvrak balık önünde yükseldi. Doğu onu karanlığa çeken şeyin gözlerine baktı.
Suyun içinde süzülen kemikli yüzü yeşile çalıyordu. Gözleri sönmeye yüz tutmuş ateşin içindeki kor gibi yandı. Pulları solgun ışıklarla alacalı balıklar, dip örümcekleri, kocaman kurbağalarla bütün tatlı su canlıları ikisinin çevresinde yüzüyordu.
“Gözlerin iyi baksın avcı, burası bizim evimiz,” Sesi ıslak taşlara sürtünen pullar kadar kaygandı.“Bıyıklı deden bundan sonra hikayeler anlatır. Belki ona takla atmayı gösteririz. Bizi güldürür.”
Doğu panikle itiraz etti: “Olmaz,”
“Neden? Burası kötü mü?”
“Değil. “
“Çok mu uzak?”
“Değil.”
“Karanlık mı? Pis mi kokuyor? Havasız mı?” Solungaçları titredi.
“Dedem çiftçi benim o burada yaşayamaz,” dedi en sonunda yalvaran oğlan.
“O vakit ben de buranın çiftçisiyim. Reçel kavanozunda balık yaşar mı peki?” Boynu öfkeyle kıvrılıp Doğu’ya hamle etti. Titrek oğlan burnunun ucundaki dişlerden gözünü alamadı.
“Onlara bakmıyorum artık… O… O geçen yazdı.”
“Öldürdün demek onları?”
“Göl balıkları kavanozda bakılmazmış.”
“Çünkü reçel kavanozunda ancak reçel bakılır, değil mi çocuk?”
“Doğrusunu bilseydim…”
“Ne bilseydin? Canlı olduklarını mı?”
“Sizde su üstündekilerden alıyorsunuz. Attığım ekmeklerin geri geldiğini hiç görmedim.”
“İğneli tuzağı bize ver.” Kafasıyla oğlanın boynunu işaret etti. Doğu ipin ucunda salınan parlak suni yemi tutup boynundan çıkardı. Uyduruk olta iğnesinden çekinip gerilediler. Doğu iğneyi onlara doğru tuttu. Gölün çiftçisi yerinden kımıldamadı. Doğu kaba kuvvetle dedesini kurtaramayacağını anladı. Eve, yatağına dönmek istedi. Suyun dibinden göğe baktı oğlan, ıslak bir karanlıktan fazlasını seçemedi. Ne yıldızlar vardı, ne ayı yutan bulutlar.
“Bu iğneli tuzağı kendim yaptım. Koca bir sürü cips alıp en parlak kağıdı aradım. İğnesini mum yağı ve tornavidayla biledim. İpek’in babasından suyun içinde asla görünmeyecek bir ip almak için tek başıma üç kere minibüse bindim.
“İpek kim?” dedi bir kefal. “Okuldan bir arkadaşım,” diye cevapladı Doğu. “Uzun bal rengi saçları var. Konuşurken kekeler ama güzel bir şey anlatırken uzaklara bakar.” Doğu dedesinin öykülerini düşündü. Dede bazen öyle bir cümleyle başlardı ki, sözcüklere savrulup gitmezseniz bir daha alacağınız her nefes boşaymış gibi gelirdi. Doğu sözcüklere güvendi. “Neden güldükçe gülesiniz gelir?” Bu kez meraklanan gölün çifçisiydi. Doğu suyun dibinde bağdaş kurup hikayesini düşündü.
Çok özlediği göle gelene dek başından geçen kış günlerinden bahsetti. Camları döven yağmur eşliğindeki zor matematik derslerinden, soba borusundan kurtardıkları tekir kediden, yeni bir ailesi olduğu için pek görüşemedikleri babasından ve dedesinin yanına gelmek için her gece düş kurduğu boğucu ilkbaharı anlattı. Artık kimsenin merak etmediği olta iğnesinin hikayesini bitirdiğinde tatlı su sakinlerine derin bir sessizlik çöktü. Hepsi dönüp gölün çiftçisine baktı. Gölün çiftçisi “Bize Çömlek Göl’ün insanlarını anlat,” dedi. “Yukarıdaki ahaliyi.” Oğlan hatırladığı yüzleri düşündü ve anlattı.
Ertesi sabah uzun boğucu bir kabustan uyanan adam torunuyla iskelede kahvaltı etti. Kahvaltı ederken sessizdiler. Dede olta iğnesinin nerede olduğunu sorunca, oğlan ona sarıldı. Kocaman eller ağlayan torunun sırtına yavaşça vurdu. Yaşlı adam minik gövdenin kaybolan bir oltadan fazlası için sarsıldığını biliyordu ama ses etmedi.
Çocuklar arzu ettikleri her şeyi bilirler, pek çok soruları ve en az bir cevapları vardır. Nefes hariç. Onu öğrendikleri gün artık kendilerine çocuk demezler. Ömürle birlikte nefes değerlenir. Soluğu bir hikayeye dönüştürecek kelimeler seyrekleşir. Doğu için bu daima adil bir takas olmuştur. Dedesinin sıcak toprakta dikenli yapıncak ayıklamak yerine çiş ve seramik kokan hastane odasından çıkamadığı halinden bile daha yaşlı bir adamdı artık. Yine de istekli bir çift kulak için geceleri iskelede öyküler anlatmayı hiç bırakmadı. Ayak parmakları ılık gölün üzerinde dolanan minikler yıllarca Parlak İğne, İsli Kedi, Bıyıklı Dede, İpek ile Doğu’yu dinledi. Bazen içlerinden bir kaç tanesi cesaretlerini kanıtlamak için aysız gecelerde gölün kıyısına yaklaşmayı denerlerdi. İskelede tek başına iki büklüm duran figürü görünce daha fazla yaklaşmazlardı. Doğu dede, okyanusun ilk adaları kadar sağlam sesiyle Bir Çömlek Okyanus’u anlatırdı. Çömlek Göl’nün çocuklarının asla duymadığı bu öyküyü yalnızca gölün yüzeyinde kıpırtılar oluşturan yüzgeçler ve parlak gözler dinlerdi. Nefes olduğu müddetçe Bir Çömlek Okyanus göl ahalisine aitti.
Güzel ve zevkli bir hikayeydi beni hayaller dünyasına götüren ender hikayelerden, ayrıca anlatımda bir o kadar akıcıydı. öykülerinizin devamını beklerim..
Çok naziksiniz.
Hayal gücü kokan güzel bir öyküydü. Elinize sağlık.
Merhaba, öyküyü hem konusu hem öyküleme tekniği açısından beğendim. Şöyle de bir şey var; öykünüzü okurken salyangoz çiftçiliğini ve deniz örümceğini merak ettim. Açtım, okudum böylece yeni bir şeyler de öğrenmiş oldum öykü sayesinde. İyi oldu.
Detayları güzel vermişsiniz. Reçel kavanozu kısmı da hoş olmuş. Sıcak, sevimli bir öyküydü.
Elinize sağlık.
“Eski yazlarda burada başka aileler de yaşardı. Şimdi ise civardaki evler rutubeti seven tosbağalara aitti.”
“Şimdi boştu” demek yerine tosbağalarla ilgili bir bölüm eklemişsiniz. Oldukça etkileyici olmuş, kendime de ders çıkardım.
Rüya kısmı ile ilgili olarak da, eğer Doğu’nun bu kabusu görmesini tetikleyecek bir ekleyebilirseniz, daha etkili olabilir gibi.
Elinize sağlık.