Karanlık gölgelerin arasına gizlenmiş bir dost gibi süzülen fısıltılarıyla, kendiliğimin beni kandırışına sebep oldum. Evet, belki de herkes gibi… Ama en azından onun bunu yüzüme bakarak yapmasına izin verdim.
Evin içine girdiğimde, düşüncelerim yağmurun üzerinde bıraktığı izleri taşıyan bir yaprak ağırlığındaydı. Ayaklarım, ruhsuz bedenimin ağırlığını taşıyamayacak haldeydi. Sadece tebessüm edebildim. Kalan gücümle mutfağa yöneldim. Ayakta durmakta zorlanıyordum. O açsa ben de açtım, o güçsüzse ben de güçsüzdüm. Onu bir an önce beslemeliydim: buzdolabımda kalan vampiri.
Kapağı açtığımda, gözlerindeki öfkeyi görebiliyordum. Elimle sakin olmasını işaret ettim ve yanına gidip kalkmasına yardımcı oldum. Hemen yanımızdaki masaya oturttum onu, kendimse yanındaki sandalyeye yığıldım. Kolumu sıyırıp küçük olmayan bir kesik attım. İştahını gizleyemeden hemen içmeye koyuldu.
Ama öyle filmlerdeki gibi bir vampir değildi bu. Sivri dişleri falan yoktu. Aslında bu bir palyaçoydu.
Her şey o uğursuz çalışmayı denemek istememle başlamıştı. Yıllar önce Japonya’da faaliyet gösteren Rıken Beyin Bilimleri Enstitüsü sayesinde, insan beyninin tüm sinaptik bağlantı ağı yüksek çözünürlükte taranabilmeye başlandı. Bu, tüm dünyada ses getirmişti. Claustrum adlı beyin bölgesinin, bilinç bütünlüğünün kilidini tuttuğu keşfedildi. Bir grup sinirbilimci, bilincin algoritmik örüntüsünü dış ortama aktarmayı başardı.
Amaç, insanın bilincini sentetik bir bedene aktarıp, kişiyi kendi zihni içinde yalnız bırakmaktı. Çalışmaya “Palyaço Maskesi” adını vermişlerdi. Ben de bu çalışmaya gönüllü olacak kadar, içimde beslediğim ve taşıdığım o şeyin kim olduğunu bilmek istiyordum. Benliğimin yüzüne sürdüğü maskeyi silip, ardındaki gerçeği görmek…
Eğer onunla yüzleşebilirsem, varoluşuma dair bütün cevaplara ulaşabilecektim. Yaptığım yanlışları, kötü tercihleri kim yapmıştı? Ben mi, o mu?
Amaç, organik ben ile yapay bilinç arasında ayrım yaparak gerçeği görebilmekti. Ancak işler beklenildiği gibi gitmedi. Öngörülemeyen bir şey oldu: “Paralel Kendilik” adını verdikleri bir varlık oluştu.
Evet, bilincim sentetik bir bedene aktarılmıştı. Fakat benim organik bedenimde zihnim hâlâ mevcuttu. Bilincim orada kalmıştı.
Durumu basından gizlediler. Bana da bir tür sus payı verip, sentetik bedenimle birlikte Japonya’nın ücra bir kasabasına inzivaya gönderdiler. Ardından bu durumu tersine çevirmek için çalışmalara başladılar. Çünkü sentetik bilinç ile aramdaki örüntünün doğası anlaşılamamıştı. Onu yok ederlerse, benim hayatta kalıp kalamayacağım belli değildi
Sentetik bedenin “canlı” kalmasını sağlamak içinse “sinirsel kan bağlanması ”adlı bir yöntem geliştirdiler. Benim kanımı ona verdiler. Şimdi ona hâlâ kan vermemin sebebi bu. Onun ardına saklandığı maskenin ötesinde ne olduğunu anlamak için…
Bu palyaço konuşmuyor, sistematik tepkiler vermiyordu. Sadece var oluyordu. En azından onunla yüzleşebilseydim, ölmek bile koymazdı.
Yıllar geçti, çözüm bulunamayınca bu işi kendim yapmaya karar verdim.
Dr. Naoko Tsukishima, çalışmanın başındaki yardımcı doktorlardan biriydi. Onu evine kadar takip ettim ve zor olanı yapması için ikna ettim. Bu palyaçonun ne düşündüğünü anlayacaksam, onun zihnine girmeliydim. Dr. Naoko bana yardım edecekti.
Palyaço kan içmeyi bitirince sakinleşmişti. Sadece var oluyordu. Telefonumu çıkarıp arabada bekleyen Dr. Naoko’yu aradım. Birkaç dakika sonra evdeydi. Palyaçonun tamamen sakinleştiğinden emin olana kadar yukarı çıkmak istemedi.
Yanında bol miktarda 0 Rh+ kan getirmişti. Zihnine girip neler olduğunu öğrenmem için bolca kan aktarımı gerekliydi. Ayrıca onunla bağlantı kurduktan sonra beni de beslemesi gerekiyordu.
Hazırlıklar tamamlandığında, deney başladı. Bedenlerimizin kafasında bulunan “bilinç korteksi geçiş yolu ”adını verdikleri kanala, mikro valf damar sistemine bağlanan nano konnektör kablolar ile aktarımı gerçekleştirdiler.
O an zihnim, karanlık bir boşluğun içinde tutsak edilmiş gibiydi. Ölüm dedikleri şeyle el sıkışmıştım.
Sonra, yerden yükselen bir ışığın içinde bir ses duydum. Kendimi bir tiyatro sahnesinde buldum. Gözlerimi açarken alkış sesleri intikam yüklü bir uğultu gibi kulaklarımda yankılanıyordu.
Salon tıklım tıklımdı. Herkesin yüzünde birer palyaço maskesi vardı. Hepsinin yüzünde benzer bir gülümseme… Önlerinde yedikleri balıklar, alttan yukarı bakıyordu; iyileşmeyi reddeden eski bir yara gibi.
Sahne perdesi henüz açılmamıştı. Arkasından gelen caz müziği, bedenime kar taneleri yağdırıyor ve tüylerimi ürpertiyordu hiçbir yere ait olmayan bir müzikti bu. Masama bir garson yaklaştı, bana da bir kâse balık verdi. Müzik birden kesildi. Perde açıldı.
Işıklar karardı. Sahnenin ortasında biri duruyordu. Fakat kim olduğu belli değildi. Ardından, sahneyi tüm ihtişamıyla aydınlatan bir ışık yandı ve… elimdeki kâse yere düştü.
Sahnede elinde mikrofon tutan kişi bendim. Ama öyle ben gibi hissettirmiyordu. Bir yabancıydı bu. Ceketimin iç cebindeki aynaya baktım ve bir başka dehşetle karşılaştım: Yüzümde palyaço maskesi vardı.
Descartes haklı mıydı? Onun da gözlerinde benimki gibi bir hüzün ve soru işareti vardı. Belki de tözümüz değişemezdi.
Sahnede, palyaçoları eğlendiren bir tür stand-up gösterisi vardı. Benim anılarımı anlatıyordu, başarısızlıklarımı, yanlış kararlarımı… Palyaçolar kahkahalarla karşılık veriyordu. Benim trajedim, onların komedisiydi.
Buna daha fazla dayanamazdım. Sahneye doğru koştum. Yan tarafta bir garsonun tepsisinde bir silah vardı – sanki bana sunar gibiydi. Salondaki ikinci maskesiz kişiydi.
Silahı aldım, sahneye çıktım. Kimseden ses çıkmıyordu.
Namluyu kendime doğrulttum. Ama ben buradaysam o kimdi? Buraya sentetiği yok etmeye gelmiştim ama ondan iz yoktu. Ben ve ben vardık sadece. Ama onun beni bu şekilde küçük düşürmesine izin veremezdim. Belki de ben onu küçük düşürüyorumdur.
Tetiğe uzandım. Karşımdaki –mikrofonu yere düşürmüş, hüzünlü gözlerle bana bakan– varlık, bu sona teslim olmuş gibiydi. Tetiği çektim.
Kendimi vurmuştum.
Yere düşen bedenin yankısı salonda çınladı. Ondan sızan kanın içinden balıklar çıkmaya başlamıştı.
Şimdi sahne ışığı bana dönmüştü. Tüm palyaçolar ayağa kalkmış, beni alkışlıyordu.
Sonra bir anda sahne karardı. Işıklar tekrar yandığında elimdeki silah, mikrofona dönüşmüştü. Ceset yoktu. Şimdi palyaçolar karşımda, beni dinlemeyi bekliyordu.
- Buzdolabımdaki Vampir - 1 Ağustos 2025
- Gözyaşları Siyah Giyer - 1 Ocak 2022
Henüz yorum yok. Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.