Aklımızdaki ortak bir sahneyi hatırlamanızı istiyorum: Üzerinde yırtık paçavralar; ince kum taneleriyle kaplı deri, sobaya yaslanmış et gibi kararmış; sersefil bir hâldeyken görülen vahanın bulanık serabı… Serabın aslında mesafesi yanlış tartılmış gerçeklik olması hep kafamı karıştırmıştır; hayatımdaki en korkunç, en acımasız yalanlar da hep böyle değil mi?
Ben de zihnimin bol kıvrımlı ıssızlığında çeneme çivilenmiş bir ahlâkla yolumu arıyorum, çürümek bilmeyen kartalın kanatları gölge ediyor. Anılarım bir serap kadar gerçek, yemin ederim hiçliğin üstüne –geriye kalan pek az doğru benim hatalarımdan kirlenmesin bari.
“Dinsiz!” diye bağırmıştı bir adam bana. Nasılı sigara dumanının henüz kovulmadığı bir havada asılı: Devirdiğim bir putun parçalarını fırlatıyordu nereye geleceğini umursamadan. Nedenini bir türlü anlayamadım ben.
Uyandığımda bir hainin isimsiz mezarında dost topraklarla dolmaktaydı hareketi kesilmeyen dudaklarım. Bir hastane koridorunda beni oğlumun öldürdüğünü söylediler, televizyonun nuruyla beni düşmanlarımızın gömeceğini öğrendim.
Hâlbuki anımsamaktayım pek de karlı olmayan bir gece vaktinde evladımı uyandırdığımı. “Kalk.” dedim ona. “Kalk, konuşacaklarımız var.” Bilmesi gerekenler vardı, bunu söyledim.
Titreyince montumu çıkarırdım, yarıma gelen bedenini sarıverirdim. Yapmadım, kendimi düşündüğümden de değil –kolay kolay hasta olmam, üşümem- ama öylece vermek istemedim. Bir de çok büyük gelirdi tabii, boyu belime geliyordu.
Ani soğuklardan çatlamış düny-ada karanlık bir güne niye adım attığımızı anlayamıyordu. Açıklamadım da, doğruyu takip etmesini söyledim. “Beni takip et.” dedim. Bin yıla meydan okuyup kartalın izini sürdük. Çok abartılı bir iş değil, yüksektekinin gölgesi büyüktür.
Putlar salonuna vardık pek vakit geçmeden. Teker teker indirmeye başladım onları, oğlumun dehşetten yeşermiş gözlerinin önünde. Birini bıraktım ben, o da heykel olduğundan.
“Bastığın toprağa bak, nice zamandır bataklıktasın sen.” diye seslendim ona, ardıma bakmadan. “Biz aynı boydayız ve şimdi tutun da çık. Sen benim oğlum değil, ben senin kardeşin.”
“Dinsiz!” diye bağırdı bana, yıktığım bir putun parçalarını amansızca fırlatıyordu bataklığın içinden. Kanlar içerisinde yığıldığımda tüm putlar yerindeydi, biri hariç. O da put değildi.
Cehaletin sefaletidir sanmıştım, belki de sefaletin cehaletiydi gördüklerim.
Devrilmiştim. Nasılı devinimi durmayan çene kemiklerimin arasında, dilimin biraz ötesinde şimdi. Nedenini bir türlü anlayamadım ben. Aydının görevi halka anlatmak değil miydi doğruları? Nedenini bir türlü anlayamadım ben.
Ama sen anla. Ama sen unutma.
“Unutama, unutama, unutama…”
Çok beÄendim. Masal gibi, Åiir gibi ama güzel bir alt metinle tam ayarında yazılmıÅ. Böyle metinler kısa olmalı yoksa devrik cümleler bayıyor. Kısa yazarak iyi bir seçim yapmıÅsınız.
OlaÄanüstü üç cümle. Tebrik ederim. Söylenecek fazla bir Åey yok. Elinize saÄlık.
Çok teşekkür ederim