Öykü

Çocuk ve İnsan

Ardına bakmadan koşuyordu küçük çocuk. Kalbi korkuyla sarsılmış acı içindeydi ama bu acı onu yıldırmadı. Tek düşüne bildiği onu kovalayan canavarlardan kaçmaktı. Geniş bir düzlükte ki yeni hasat edilmiş buğday tarlalarını teker teker geçiyor, bir sağa bir sola saparak gözden kaybolabileceğini düşünüyordu. Maalesef işler istediği gibi gitmiyor her dönemeçte başka bir grup canavar bütün korkunçluğu ve heybetiyle onu karşılıyordu. Her karşısına çıkan arkasındaki kalabalığa ekleniyor peşinde bir gürültüyle kovalıyordu küçük çocuğu. Ne yapacağını düşünemez bir hale gelmişti. Bütün vücudu ağrıyor, sanki saatlerdir koşuyor gibi hissediyordu. Keşke diyordu zihni, keşke annemi dinleseydim de akşam dışarı çıkmasaydım.

Küçük çocuk  gün batımını izlemek için evinden çok uzakta olan yüksek bir tepelik alana yürümüş, yolunu kaybetmiş ve yorgunluktan uyuyakalmıştı. Uykusunu bir bağırış kesmiş ardından da korkudan ormanlık alanda tekleyerek yürümeye başlamıştı. Daha sonrada ormana büyük bir alev topu girmiş adete onu hedeflercesine kovalamaya başlamıştı. Annesinin bahsettiği şey bu olmalıydı. Küçük çocuk peşindeki bu ateş canavarının bir sürü ayakları olduğunu ve alevin içinden çıkan tırpanları görmüştü. Tırpanlardan biri az kalsın omzuna gelecekti. Aynı zamanda çok gürültülü bir alevdi bu, sürekli bağırıyor adeta kükrüyordu. Ormanlık alan bitmiş yerini tarlalara bırakmıştı.

Attığı her adımda arkada ki curcuna gürleşiyordu. Küçük çocuk balyaların üstlerinden kusursuzca sıçrayarak geçiyor, karanlığa gömülmüş zemine umursamazca basıp geçiyordu. Nefesi kesilmeye başlamıştı. Tam o anda çok ileride ışıkları yanan bir kaç ev gördü. Çok terlemişti, gözleri tuzlu terden yanmaya başlamış görüşü iyiden iyiye kötüleşmişti. Yapacağı şey belliydi, o evleri kurtuluşu olarak varsaydı. Tükenmekte olan gücünü aldırış etmeden biranda sıçradı küçük çocuk ışığa doğru. Çok süratli bir şekilde koşuyor arkasındaki alevin ondan uzaklaşarak söndüğünü hissediyordu. Bir ok gibi süzülüyordu küçük çocuk, eski kerpiç bir eve doğru. Onlarca ışıklı ev arasından karanlık olanı seçip, sessizce kaybolmayı dilemişti. Kendini eve atıp kuytu köşeye yumularak, kontrolden çıkan nefesini sakinleştirmeye çalışıyordu. Nefes alış verişi, eskiden samanlık olarak kullanılan yerde yankılanıyor küçük çocuğun kulaklarını şiddetle çarpıyordu. O canavarda neyin nesiydi, akşamları dışarıya çıkmama sebebimiz o alev miydi? diye düşünedursun dışarıdan yükselen bir homurdanma vardı. Bir sürü ayak sesi oradan oraya koşuşuyor, Bulun o şeytanı diye gürlüyordu. Çocuk duyduğu şeyden dolayı gözyaşlarını bırakıvermişti. Anne! Anne….diye sayıklayarak kendini korkunun kucağına yavaştan bırakıyordu. Kalbi olağan şiddetiyle çarpıyor sanki yerinden çıkıp onu terk edecekmiş gibi davranıyordu. Buldum!…Ayak izleri var burada! diye bir kalın ses yankılandı kulaklarında küçük çocuğun, ardından samanlığın kapısı tekmelenerek hışımla açıldı.  Kapı ardına çarparak kalınca bir toz bulutunun saçılmasına sebep oldu.

Çocuk elleriyle ağzını tıkadı,korkunun eşiğindeydi artık babasının canını alan canavar onu da alacaktı. Toz dağıldı, kapının eşiğinde elinde meşale tutan bir silüet belirmeye başladı. Küçük çocuğun gözleri karanlığın içinden ona bakıyordu, silüet onu izleyen bu çift gözü görmüş olmalı ki hemen bağırmaya başladı. Burada…burada, şeytanın çocuğu burada! Ağzından tükürükler saçarak elinde ki meşaleyi ona doğru sallayarak. Evlerin arasında dağılmış alevler toplanıp samanlığa çocuğa doğru sanki yeri deliyormuş gibi kudurmuş file benzer adımlarla yakınlaştılar. Çocuk, lütfen! ben bir şey yapmadım, lütfen bana zarar vermeyin. diyordu kapıda ki gölgeye ağlayarak. Siz nasıl bir canavarsınız, bırakın gideyim, lütfen gece bir daha dışarı çıkmam, diye ekledi çocuk ama gölge gülmeye başlamıştı. Canavar mı? burada bir canavar varsa oda sensin, şeytanın çocuğusun sen, diye püskürdü kendini çocuğa yakınlaştırarak. Meşalenin alevi içeri aydınlattı ve gölge bir adama dönüştü.

Yüzünde korkunun en koyu renginde olan bir ifade ile köylüye benzer bir adamdı. Çocuk sarsılmıştı, iğrenç görünümlü alev saçan bir canlı düşünmüştü peşinde olanı ama bu normal bir insandı. Üstüne bide ona canavar diye bağırıyor şeytana benzetiyordu. Çocuk kendini güzel bulmazdı ama bir canavara benzetilmek onu yasa boğmuştu. Efendim siz bir insansınız ben sizi kötü kalpli bir alevsiniz diye düşünmüştüm. Dedi çocuk ayağa titrek titrek kalkarak. Korkusu geçiyordu, kibarlaşmıştı hatta. Adam sendeleyerek geriye düştü ayaklanan çocuktan korkarak. Gözleri anlamsızca büyüyor küçülüyor vücüdünun her köşesi zangır zangır titriyordu. Adam kendini geriye itiyor, yerde tabaka olan toz ve samanı kırıyor, iz çıkara çıkara sürünüyordu. Meşale de kendini savurmuş yuvarlanarak eski saman balyasının yanına atmıştı. Çocuk beklemedik bir hareket yaparak yere düşen adama elini uzatmış onun bu yersiz korkusunu aldırış etmeden iyi misiniz efendim demişti. Sanki az önce onu kovalayan başka bir varlıktı. Adam çocuğun griye çalan kısa tüyleri olan kolunu görüp boğaz yırtan bir çığlık attı. Uzak dur benden seni yaratık! Diye feryat figan bir şekilde doğruldu, kapıya apar topar koşup ağzına götürdüğü parmaklarla sert bir ıslık çaldı. Çocuk olanları kavrayamıyor neden böyle bir muamele gördüğünü anlamıyordu. Terine karışmış gözyaşları kurumuş burnuna hafiften yanık kokusu geliyordu. Meşale balyayla sıkı bir muhabbet kurmuş konuşmaları gitgide alevleniyordu.  Efendim neden böyle davranıyorsunuz ben size ne yaptım diye söylendi bir gözü alevdeydi. Adam ardına döndü “Ne saçmalıyorsun sen, benimle oyun mu oynuyorsun! Kandırıp beni Pan’a götüreceksin dimi! Pis şeytan.” dedi aleve bakıp gülümsedi ve ekledi “Senin kadar pis bir yaratık anca yanarak ölmeli, o pişmiş bacaklarını köpeğime yedirecem.” dedi en iğrenç ses tonunda, gözlerinde sanki bin yıllık halk düşmanını yok etmiş bir insanın parıldaması vardı.

Çocuk adamın dediklerinden hiçbir şey anlamadı sanki bir anda farklı bir dille konuşuyordu. Lakin adamın gözlerinde ki intikam parıldamasını net bir şekilde algılamıştı. Adam kahkahalar içinde kapıyı kapadı ve “Buradan çıkışın yok pislik” diye gürledi. Meşaleyle balyanın palazlanan muhabbetine eski at arabası, çatıyı tutan çürümüş tahta direkte teker teker katılmaya başlamıştı. Çocuk kapanan kapının ardından baka balmış alev canavarının onu bulduğunu düşünmüştü. Hızlı düşünürdü, oradan çıkış için etrafını taradı. Önünde duran kapı, arkasında sağlı sollu bulunan iki pencere vardı.  Önce kapıya davrandı ama kapı mıhlanmış gibiydi milim oynamadı, halbuki üflesen toza karışacak gibi duruyordu. Sağda kalan camsız pencereye yöneldi. Tam önüne gelince dışarıda onlarca parlayan gözleri ve meşaleleri gördü çocuk. Köylüler samanlığın etrafını sarmış gülüşüyorlar ve çocuğa hakaretler sallıyorlardı. Öbür pencereye doğru baktı ve oranında çıkmaz sokak olduğunu anladı çocuk. Neden ben! Neden… başını eğdi ağlamaya annesini düşlemeye başladı. Sıcaklık artıyor patır patır dökülüyordu alev içindeki tahtalar. Biri de çocuğun ayaklarının dibine düştü.  Çocuk o zamana kadar fark etmediği şeyi fark etti. Adamdan onu ayıran farkı! Ama iş işten geçmiş ayakları bir anda tutuşmuştu. Dışarıdan bir çığlık yükseldi Çıkış yok, yan! Bu sesi de bir patlama izledi.

Sırılsıklam olmuş yatağında fırladı genç. Sıkılsa suyu akacak yastığını eline alıp iyice doğruldu. Yorganı üzerinden attı. Bir süre etrafına baktı. Ardından yanında bulunan Küçük sehpanın üzerinde bulunan az kalmış su dolu sürahiden bir bardak doldurdu. Sonrada yine sehpanın üzerinde bulunan zili eliyle salıp salladı. Çan sesi yankılana dursun kapı pat diye açıldı genç bir kız gelmiş panik içinde bir şey olmuş gibi davranıyordu.  Genç, bir şey yok şunu isteyecektim diyerek elini odanın karanlığında kalan yere uzattı. Kız sakince gidip istediğini yaptı. Getirdiği şey bir tekerlekli sandalye idi. Gencin ayakları yoktu. Kız, derin bir nefes alıp genci omuzladı ve bindirdi. İkisi de aynı anda nefeslerini bıraktılar. Genç tebessüm edip kıza baktı. Kızın yüzü biraz kızardı. Islak yatağa ve gencin yüzündeki ifadeye bakıp, “Biraz hava almalıyım istersen, buradan çıkmak ister misin?” dedi. Gençte biraz durup, “İstiyorum!” dedi.

Çocuk ve İnsan” için 3 Yorum Var

  1. Merhabalar ve hoş geldiniz seçkiye. Öykünüz güzeldi ama yazım, yansıtma, akıcılık zayıf kalmış. Özellikle ”ki,” lerin kullanımına bir göz atmalısınız. Ve yazdığınız metnin üzerinden en az üç kere geçin, hatasız yazmaya çalışın tavsiyem. Diyalogları da ayırın; metin görsel olarak da hoş görünmeli fikrimce. Eğer yazmayı, yaratmayı, hayal kurmayı seviyorsanız -ki ben sevdiğinizi hissettim- yazmayı bırakmayın, yazdığınızdan da çok okuyun. Sözlerimi yanlış anlamazsınız umarım. Gelecek seçkilerde de görüşebilmeyi umuyorum.
    ”Meşale balyayla sıkı bir muhabbet kurmuş konuşmaları gitgide alevleniyordu,” harika bir benzetme 🙂

    1. Merhabalar! Hoş bulduk 🙂 Öncelikle derme çatma bir şekilde yazmaya çalıştığım öykümü zamanınızı ayırarak okuduğunuz ve eleştiriniz için çok teşekkür ederim. Öykümün zayıflığının ve yazma becerimin daha yeni tohum olduğunun farkındayım. Son güne kalarak hata yaptım biraz. Apar topar, telaşla dağınık bir öykü çıktı. Temelde içimdeki paylaşma korkusunu yenmek amacıyla seçkiye katılmıştım. Paylaşılmasını hiç beklemiyordum açıkçası çünkü yazma konusunda daha çok toy’um ve öğrenmem, okumam gereken bir çok şey var. Kendimce kötü bir öykü olduğunu düşünüyordum(öyle zaten). Yapıcı eleştiriniz ve kibarlığınız için çok teşekkür ederim. Sözlerinize tamamen hak veriyorum, yanlış anlamak ne haddime! Elimden geldiğince yazmaya ve okumaya çalışıyorum. Yazmadan kalem eskitemem. Elbette eleştirilmek çok hoşuma giden bir eylem. Tekrardan görüşmek isterim, başka seçkilerde. Son Teşekkürlerimi sunup kabuğuma çekiliyorum 🙂

  2. Selamlar, öykünüzde kendine has betimlemeleriniz vardı, insanların canavara benzetilmesi fikri hoşuma gitti. Bunun yanısıra öykünün çerçevesi tam oturmamış gibi geldi. Eğer yeterince geniş bir vakte sahip olsaydınız, öyküyü düzeltme imkanınız olsaydı eminin ki çok daha doyurucu bir eser okurduk. Başka öykülerinizde buluşmak üzere 🙂

Sefa Tursun için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *