Öykü

Çöküş

Gecenin karanlık yaratıklarıyla ilgili yazılan birçok hikâye okumuşsunuzdur. Bazılarının içinde sizin duygularınızı kamçılamak adına aşk sıkıştırıverirler. Kötü bir yaratığa dönüşmenizin her daim acıklı bir başlangıcı vardır. Başınıza gelen bir ihanet, ölüm özellikle de sevdiğiniz insanların gözlerinizin önünde ki kayıpları, bazen bir kaza. Hiçbir efsane doğaüstü bir yaratığa dönüşmeyi kendi rızasıyla arzu eden bir adamdan ya da kadından dolayı yazılmaz. Kimse gecenin yaratıklarından biri olmayı seçmez. Kimse itiraf edemez karanlığın aydınlıktan daha çekici olduğunu ve kimse dillendiremez gizemli bir yaratığa dönüşmek istediğini. İnsan doğası gereği yaptığı ya da sebep olduğu hiçbir kötü sonu kendi üzerine almaz. Ben kim miyim? Adım Mithela… Ben bir vampirim.

Birçok efsane de adı geçen kanla beslenip geceyle soluyan sözüm ona o doğaüstü yaratıklardan sadece bir tanesi. Benim hikâyem bir imparatorluğun çöküşüyle başladı. Zamanı artık tutamayacak kadar çok yaşadım. Dönüşmediğim günlerde ki anılarım kum tanelere gibi şu an. Tutmaya çalıştıkça avuçlarımın içinden kayıp gidiyor. Hatırlayabildiğim kadarıyla Osmanlının karanlıktan önce ki son aydınlık günleriydi. Tıpkı benim gibi… Saray duvarlarından yayılan ihanet topraklarını karış karış içine çekiyordu memleketin. Yabancı hayranlığı ve dünya nimetlerinden akıllıca faydalanamama bizi tüm imparatorlukla birlikte yıkıma sürüklüyordu. Saray bahçelerinde ki laleler kadar savunmasız sonunu bekleyen kocaman bir tebaaydık artık. Borçlandırılma politikasını bilirsiniz. Bir ülkeyi, bir toplumu bağımlı kılmanın daha da kötüsü yıkmanın en çarpıcı ve en sessiz yoludur. Ürkütmeden avını tuzağa çekersin. Kafese girdiğini anlamasına fırsat bırakmazsın. Anladığında ise artık çok geçtir. Benim topraklarımda da durum bundan ibaretti. 18’lerin sonlarına doğru aklı başında birkaç kişi dışında kimse olacakların farkında değildi. Bugünkü gibi olanları takip edebileceğiniz yazılı ve görsel bir kaynağınız yoktu. Sizin ilinize gelen birkaç kulaktan dolma bilgi dışında öylece sonunuzu beklemeye mahkûmdunuz. Gerçi bu günde gerçekten olanların farkında mısınız işte bundan da şüpheliyim.

Köyümüz küçük ve fakirdi. Üzerinize giyebileceğiniz kıyafetleri bugünkü gibi seçemezdiniz. Genellikle paranızın satın alabileceği kalite de kumaşlar alınır elle dikilirdi. Satın alma gücünüze göre yaşadığınız yer, alışveriş ettiğiniz pazarlar ayrılırdı. Pek bir şey değişmemiş değil mi? Benimkileri annem dikerdi. Dağlardan toplanan bitkilerin kumaş boyasına dönüştürüldüğü günlerdi onlar. Yani çok renkli sayılmazlardı. Kışın soğuktan korumak yazın ise sıcaktan saklanmak için giyinirdiniz. Sadece ihtiyaçlarınız vardı zevkler ise saraylılara mahsus bizim hayal gücümüze ziyandı. Başıma bağladığım yaşmağımı kendi ellerimle oyaladığım günü hatırlıyorum. Heyecanla bitirmek için çabalamıştım. Bütün gece uyumadan işlemeye devam etmiştim. Bittiğinde gözlerim acıdan ve mum ışığından kızarmıştı. O zamanlar mum şimdiki gibi keyiften yakılan bir şey değildi. Kısıtlı kullanırdınız yapımı zordu. Durumu iyi olanlar kandillerin konforunda karanlığa küçük bir aydınlık verirlerdi. Bizim gibiler ise mumu bile korkarak kullanırdı. O gece yaşmağımı bitirdim başıma geçirdim. Bana hediye edilen kırık aynamda ki yaşmaklı yansımama hayranlıkla göz gezdirdim. El emeğinin ve yokluğun içinde ki yaratıcılığın ne olduğu konusunda en ufak bir fikriniz var mı?

Yaptığınız en küçük şeyin bile ne zorluklarla elde edildiğini bilmenin size vereceği o ağır yükü bilir misiniz? Ben biliyorum. O gece gözlerimden geçen yarı baygın keyfi hala tüm hücrelerimle hissedebiliyorum. Bir daha da o denli bir duyguyu hiç yaşamadığımı da biliyorum artık. Başımda yeni işlediğim yaşmağımla uykuya dalmak için kendimi saman yün karışımı yatağıma bıraktım. O gece bana olacakların ilk işareti beliriverdi sisin içinden. Derin, yoğun bir sesle irkildim. Adımı çağıran buyurgan ama bir o kadar da duygu yüklü bir sesin ağırlığıyla aralandı gözlerim. Mithela dedi bir ses gel. Gel ve gerçekte ne olduğunu sana göstermeme izin ver. Korkudan başıma yorganımı iyice çektiğimi hatırlıyorum. Titriyordum. Hiç bu kadar yaralayıcı bir ses duymamıştım. Bir erkek sesiydi ama benim daha önce şahit olmadığım bir tınısı vardı. Hem korkuyor hem de gitmemek için kendimi zor tutuyordum. Gitmedim tabii ki. Bildiğim tüm duaları okudum ve sabah ezanını bekledim. Bize öğretilen bir şeydi bu. Sabah ezanıyla tüm geceye ait olanlar kaybolur artık sana zarar veremezdi. Bu anneannemin anlattığı hikâyelerden öğrendiklerimdi. Umpirler, itirkutlar bilcümle yaratıklar yani geceye ait olanlar sabahın ilk ışıkları ve duanın mistik gücüyle kaybolur kendi dünyalarına çekilirlerdi.

En çok da umpirlerle ilgili olan hikâyeleri severdim. Ben ve kardeşlerim anneannemin başına ekşir sürekli anlatmasını isterdik ondan. Lütfen derdik nene bir masal daha söyle şöyle korkunç olsun. İsmi lazım olmayanlarla ilgili… Nenem o sıra evlerden ırak diyerek başlar ve kan emen ölümsüzlerin hikâyelerini anlatmaya girişirdi. Kendini kaptırdı mı susmak bilmezdi. Bizim için en büyük keyifti bu saatler.

Biz dört kardeştik bu arada. Bir evde dokuz nüfus babamın satmaya çalıştığı sütler ve bahçemizde yetiştirmeye çalıştıklarımızla geçinmeye çalışan dokuz boğazdık. Çevremizdekilerin durumları da bizde farklı olmadığı için ne kadar zor şartlarda yaşamaya çalıştığımızı anlayamıyorduk tabii. Hatırlıyorum da çok mutluyduk aslında. Huzurluyduk. Yaşlı kınalı kızımızdan süt sağar babam için hazırlardık. O inatçı katırıyla yollara düşer bize ekmek getirirdi. Biz evdi bahçeydi uğraşır didinir yorgun ama huzurlu akşamın inmesini seyre dalardık. Bazen misafir gelirdi evimize yani derme çatma kulübemize. Ona ikram olsun diye kahve çıkardı başköşeden. Kokusu burnumuza ziyafet olurdu. Başımızla birlikte ağırlardık misafirimizi. O kahvesini yudumlarken bizde onu seyrederdik. Kahve her zaman içilebilecek bir şey değildi. Özeldi. Misafire çıkardı yalnız. Ona saygılarımızı verdiğimiz değeri sunma şeklimizdi bu ikram. Şimdi ise pek yüzüne bakan bulunmuyor değil mi? Ben hala kahve kokusuna hayranımdır. Duyularımın tamamını açarım bu eski dosta. Tadını sonuna kadar kullanırım tüm esrikliğiyle.

Babam bir gün her zaman ki gibi eve geldi. Fakat suratı asıktı hatta korkmuş görünüyordu biraz. Neler olduğunu sorduğumuz da cevabı hepimizi ürkütmeye yetmişti. Uzak köylerden birine eşkiyalar saldırmış kadın çocuk yaşlı genç demeden herkesi kırıp geçirmişlerdi. Sürekli Osmanlının sonu gelecek, sizde esir düşeceksiniz şimdiden ayaklarımıza kapanın ey köylü diye bağırıp uzaklaşmışlardı oradan. Sağ kalıp kaçmayı başaran birkaç kişi inzibatların yanına varabilmişti. Öyküyü de onlar anlatmıştı tahmin edersiniz. Köy meydanın da konuşulurken de babam duymuştu olanları. Annem korkuyla bir bize bir babama baktı. Babam sakin bir sesle bakın kuzularım dedi. Bundan sonra daha dikkatli olun. Sakın evden çok uzaklaşmayın. Tanımadığınız birini görürseniz hemen kaçın ve bana haber verin. Bende kaymakama haber salarım. Unutmayın emi.

Tüm keyfimiz kaçmıştı o gece. Sofra başında çorbalarımızı ekmeklerimize katık yaparken hepimizin aklında aynı soru vardı sanırım. Heybetli Osmanlı gerçekten çöküyor muydu? Bu sorular kafamızda sessizce oturmuştuk yatma zamanına dek. Sonra mumlar söndürüldü ve herkes birbirine Allah rahatlık versin deyip gecenin huzuruna bıraktı kendini.

Sonra yine o sesi duydum. Bu kez daha yakından uyuyor muydum? Uyanık mıydım? Bilemedim. Onun nefesini hissediyordum lakin. Kokusunu duyabiliyordum. Huzur veren elma kokusunu hissedebiliyordum. Yine aynı cümle dönüyordu kafamda, kulaklarımda. Mithela gel. Gel ve sana gerçekte kim olduğunu göstermeme izin ver. Gözlerimi açamıyordum. Üzerimde ki ağırlığını hissedebiliyordum. Kokusu başımı döndürüyordu. Hiç böylesine yakın olmamıştım bir erkeğe. Onu görmek istiyordum. Kim olduğunu bilmek ama korkum buna engel oluyordu. Sonunda yine korkum galip geldi ve ben olduğum yerden kımıldayamadım. Sabah kalktığımda tüm kokusu her şeyi üzerime sinmişti sanki. Garip bir tutkuyla bakıyordum her şeye. İnanılmaz bir açlık vardı benliğimde. Renkler gördüğümden daha canlıydı. Kardeşlerim, annem, babam hepsi daha farklı görünüyorlardı bana. Sesler, kokular her şey. Anlayamıyordum olanları. Kimdi o adam. Bana ne yapmıştı böyle. İşin garip tarafı ona karşı duyduğum içimi yakan özlem duygusuydu. İtiraf edemiyordum lakin biliyordum. Gecenin olmasını onu görebilmeyi hatta biraz da utançla dokunabilmeyi arzuluyordum. Yanaklarım kızararak düşünürken buldum kendimi. Ey gece gel ve bana hiç tanımadığım sevdiceğimi geri getir dedim içimden.

Günün onu düşünmediğim kısımları sakin her zaman ki gibi yorucu geçmişti. Yorgun olan ben değildim fakat. Babam eve dönmüş azığımız yenmişti. Herkes bir köşede kendi işine dalmış durumdaydı. Annem kıyafetleri yamalıyor. Ablalarım el işleriyle haşır neşir oluyorlardı. Bense gözüm camda onu düşünüyordum. İçimden bir his onun bana dünyayı bahşettiğini haykırıyordu. Neneme dönüp sordum; nene umpirler var mı sahiden? Nenem irkilmiş gibi bismillah çekti. Evlerden ırak yavrum ne diye dillendirirsin gecenin sahibini. Vardır gerçektir dedi. Ama bize ırak cehenneme direk olsun zebaniler. Herkes bir kahkaha koy verdi.

Sonra sakince yataklarımıza çekildik. Gecenin ilerlediği vakitte gizemli yabancım geldi yine yakında gelen sesi vardı kulaklarımda. Yine aynı ıssız sesle Mithela dedi. Gel ve gerçekte kim olduğunu göstermeme izin ver. Yine o tanıdık koku yine o korku düştü içime. Bu kez korkumu yenip sessizce kalktım yataktan. Eski kumaştan şalımı sırtıma atıp elime bir tırpan aldım ve dışarının ayazına vurdum kendimi. Sonra konuşabileceğim kadar kararlı bir sesle kimsin dedim. Göster kendini. Göster de ne menem bir şeysin bir görelim. Baksana sen bana senden korkmuyorum âdemoğlu. Ses giderek yaklaştı sakince sonra sisin arasından naif yapılı boylu bir delikanlı belirdi. Bakışları dün gibi benliğimde hala… Duruşu yumuşacık tüy gibiydi. Bastığı toprakta iz bırakmıyordu ayacıkları. Sakin, büyüleyici bir duruşu vardı. Sadece gülümsüyordu. Acı geçen gözlerinde derin bir ses vardı duymak isteyene. Kıyafeti zengindi. Daha önce görmemiştim böylesini. Dar pantolonu tüm hatlarını belli eder ölçüdeydi. Sıkı kasları, bacakları ve sıkı kalçaları… Gram yağdan nasip almamıştı vücudu. Çizmeleri gerçek deriden simsihaydı. Dizlerine kadar uzanıyordu. Üzerinde işlemeli bir ceket vardı. Lakin bizim topraklardan değildi böylesi. Ceketinin içinde göğsünü açıkta bırakan beyaz ipekten bir gömlek görünüyordu. Göğsü apaçık dümdüzdü. Sütlü çikolata kıvamında olan teni azıcık ışık vursa parlıyordu. Saçları omuzlarından biraz aşağıda kıvır kıvır iniyordu. Bir kısım saçı yüzüne dökülmüştü. O güzelim akıl almaz yüzüne. Dudakları doldun ve hafif kırmızıya çalıyordu. Tıpkı yeni olan elmalar gibi. Ya gözleri… Ömrümde onlar kadar derin iki siyah inci görmemiştim. Gerçi ömrümde inci de görmemiştim ama anca böyle bir tarif kâfi gelebilirdi. Bakışlarını anlatmaya siz insanoğlu bırak kelime bulmayı cüret bile edemezdi. Derin dehlizlerde başıboş sürüklenmek mi desem. Koca ormanda toprak kokusuyla yürümek mi desem. Garip bir siyahtı gözleri. Bakışları içimi deliyordu. O kadar sakin, o denli durgundu ki… Kendinizi evinizde hissederdiniz ona bakınca. Bizim oralarda bir deyim vardır. Ağzı burnu bir kaşık… Aynen öyleydi. Öylece dikilmiş benim onu süzdüğüm gibi o da beni süzüyordu. Normalde olsa gündüz gözü bile bu kadar net göremezdim ama dedim ya bana bir şeyler olmuştu.

Sonra belli belirsiz açıldı ağzı, konuştu. Mithela dedi yine. Kulaklarım uğulduyordu. Nasıl bir söyleyişti ki bu beni kendimden geçiren. Beni sen çağırdın ya dedi. İşte geldim. Benim adım Aras… Aslında biliyorsun kim olduğumu küçüğüm.

Olduğum yerde donup kalmıştım. Kımıldayamıyor, ona karşı duramıyordum. Yaklaştı. Daha da yakınıma geldi. Nefes alamıyordum. Kalbim beni bırakmış kuş olup uçacaktı sanki. Ona dokunmak istiyordum. Yüzünü ellerimin arasına almak, dudaklarına öpücükler kondurmak lakin kendimi tuttum. Tüm cesaretimi topladım ve geri dur yabancı dedim. Adından bana ne. Kimsin benden ne istiyorsun. Bak eğer bana el sürersen hiç düşünmem elimde ki tırpanı döşüne saplayıveririm. Canını seviyorsan benden uzak dur. O ise sadece gülümsedi ama yerinden bir adım dahi atmadı. Korkma küçüğüm dedi cevap olarak ben sana asla zarar vermem. Sadece sana kim olduğunu anlatmaya geldim. Öğrenmek istemez misin meleğim?

Daha önce kimse bana böyle hitap etmemişti. Aslına bakarsanız daha önce hiçbir erkekle böyle konuşmamıştım da. Bizde adettendi konuşmak isteyen er kişi gelir niyetini belli eder ve nikâhına alırdı. Ama bu tarz durumlar benim için her daim saçma, gülünç olmuştu. Ben eşya gibi seçilmenin insanlığa aykırı olduğunu düşünüyordum. Önce sevmek gerekirdi bence. Ruhunun derinlerinde hissetmek gerekirdi. Konuşmak anlaşmak gerekirdi. Ama işler o zamanlarda böyle yürümüyordu. Bir erkekle farklı münasebetle konuşmanın cezası adını lekelemekti. Ailene ve kendine laf getirir hatta işkence görürdünüz. Ama o gece bunların hepsi gözümden silinmişti. Ben ona bu denli yakınken hiç bir şeyin önemi yoktu.

Sesim titrerken sordum. Kimim ben? Ayrıca sen kimsin ki bana kim olduğumu söyleyesin. Aslında bu sorumun cevabını bende biliyordum ama dillendiremedim. Benim yerime bunu Aras yaptı. Benim ne olduğumu biliyorsun bir tanem dedi. Ben geceden gelenim. Nenenin masallarında ki gibi… Ve seni kendime eş seçtim eğer beni sevebilirsen.

Kulaklarıma inanamamıştım. Geceden gelenler vardı. Bir tanesi tam karşımdaydı ve yetmemiş gibi beni kendine eş seçtiğini söylüyordu. Titremem giderek arttı. Artık kendimi tutamıyordum. O ise daha da yaklaşmış bana öyle bir şefkatle bakıyordu ki anlatamam. Benimle konuşmak seni korkutmasın dedi sakince. Ben sana sen istemediğin sürece asla dokunmam. Üşüyor musun dedi ardından. Evet, anlamında başımı salladım. Sonra beni sakince göğsüne doğru çekti, kendine bastırdı. Tırpan elimden düşmüştü. Şalım sırtımdan sıyrıldı. Şimdi üşümen geçecek küçüğüm dedi fısıldar gibi. Hiçbir şey yapamadım öylece onun kollarında kendime yer açmaktan başka. Tenini hissetmek güzeldi. Yüzüm kızarmış mıydı bilmiyorum. Üşümem geçmişti ama. Sonra bayılmışım. Tek hatırladığım yarın tekrar geleceğim diyen sesi ve bir elin beni sanki ağırlığım yokmuş gibi yatağıma koyuşuydu.

Ertesi gün kalktığımda her zamankinden daha dinlenmiş ve güçlü hissediyordum kendimi. Hatta sütü tek başıma sağmış tüm çapa işini kendim yapmıştım. Bizimkiler şaşkınlık içinde oradan oraya koşuşturmamı seyrediyorlardı. Benimse tek bir amacım vardı bir an önce geceyi yani Aras’ı görmek. Zaman geçmek bilmiyordu. İçimdeki derin susuzluğun ne olduğunu biliyordum artık. İçimdeki susuzluk oydu. Her adımımı onun için atıyor beni bir yerlerden gözlediğini hayal ediyordum. Kendi işlediğim yaşmağımı takmıştım. Eğer beni seyrediyorsa güzel görsün istiyordum. Kendime bile inanamıyordum artık. Nasıl olmuştu da bu kadar kısa zamanda ona bu denli tutkuyla bağlanabilmiştim. Benliğimde yükselen müzik gibiydi o naif sesi. Düşündükçe içim titriyor yüzüm kızarıyordu. Gözleri o güzel yüzü gözümün önünde geceyi beklemeye koyulmuştum yine. Yatma saati geldiğinde benden daha mutlu bir kul daha yoktu âlemde.

Sonra yine o sesle dikiliverdim yatakta. Mithela dedi. Hazır mısın? Evet diye başımı salladım. Evin içindeydi. Nasıl girmişti bilmiyordum. Öylece kollarını göğsünde kavuşturmuş hafif bir gülümsemeyle beni seyrediyordu. Duvara yaslanmıştı. Aynı kıyafetler vardı üzerinde. Tek fark boynuna takınmış olduğu minik melek şeklinde kolyesi ve ceketinin cebine sıkıştırdığı ipekli mendildi. Nasıl bu kadar ayrıntıyı seçebildiğime hayretler ederek onu doyasıya seyrediyordum. Tıpkı heykeller gibiydi. Kusursuz bahar çiçekleri gibi…

Elini uzattı sonra incecik zarif ellerini. Yıpranmamıştı elleri. Tırnakları tertemiz, ışıl ışıldı. Elinden tuttum. Yumuşacıktı elleri. Ona dokunmak bana nasıl bir mutluluk ve huzur veriyordu anlatamam. Hala aynı huzuru duyuyorum. Yerimden kaldırdı beni zarif sakin bir tavrı vardı. Ayağa kalktığımda yaşmağım çözüldü saçlarım açıkta kaldı. Çok utanmıştım. Tahmin bile edemeyeceğim bir hızla eğilip yaşmağımı yerden aldım. Saçlarımı örteceğim sıra elimi tutup yüzüme tutkuyla baktı. Hayır dedi. Saçını örtme. O kadar güzeller ki onları seyretmek isterim eğer izin verirsen. Utançtan kıpkırmızı olmuştum. Daha önce ailem hariç hiç kimse beni saçım açık görmemişti. Ama öyle güzel bir tavrı vardı ki. Bende dediğini yaptım. Yüzünden yüreğime sıcacık bir gülümseme yayıldı. İnci gibi dişlerini gördüm. Kesinlikle sivri olmadığını söyleyebilirim. Bizim dişlerimizin siz ölümlülerden tek farkı daha sağlıklı olmalarıdır bu arada. Sonra elimden tutup yürümeye başladı. Zaman durmuş her şey hareketsiz kalmıştı o an. Yüz kırbaç vuracaklarını beni diri diri gömeceklerini bilsem yinede onunla giderdim herhalde. Dışarısı ayaza kesmişti. Ama ben üşümüyordum. Beraber el ele yürüyorduk sakince. Bizim orada dilek kayası dediğimiz gençlerin gidip kısmet diledikleri kayalığa gittik. Orayı görünce gülümsemeye başlamıştım. Ben hariç tüm köyün bekârları neredeyse her gün oraya uğrardı. Fakat ben hiç gitmemiştim. Öylece bana bakıp sordu; neden gülüyorsun? Ben burayı çok severim. Bende ona bu kayanın kerametlerinden bahsettim kısa yollu. O da gülmeye başladı. Nasıl bir gülmekti böyle dünyanın en güzel nağmesi bile yanında yavan kalırdı. Anlat hele âdemoğlu dedim. Nereden gelirsin? Neden beni seçtin?

Durakladı biraz. Gözleri uzaklara daldı. İçinden geçen acıyı yüreğimin her zerresinde hissettim. Üzme canını deyiverdim. Benim için kim olduğunun önemi yoktur. Seni hüzünlendirdiyse eğer anlatmayıver olmaz mı? Yüzüme bakıp gülümsedi. Sen ne kadar asil bir ruhsun böyle dedi. Ben yine yüzüm kızarmış olarak başımı aşağıya eğdim. Utanma küçüğüm dedi. Eğer kabul edersen önümüzde birlikte yaşayacak bir sonsuzluk var. Ama ben senin gibi değilim dedim. Ben insanım ölürüm bir gün. Hayır dedi o sıra. Ben hep böyle miydim sanıyorsun? Vampir yani sizin deyiminizle umpir olmak için ne şeytan olmaya ne de bir gece yaratığı tarafından ısırılmaya hacet yoktur küçüğüm. Biz ya nefretten ya da sonsuz sevgiden doğarız. Böyle olmayı ya kendimiz seçeriz ya da göreceğimiz olduğu için kendiliğinden doğar. Bu dönüştüğün şey lanettir kimisi için kimisi içinse bir fırsat. Hiç fark etmedin mi? Diye sordu kendinde ki değişimi.

Evet dedim başımı sallayarak. İşte dedi. Senin doğumun bizim sevgimizden olacak tabii eğer izin verirsen. Neden dedim kızarak neden sürekli iznimi istiyorsun. Birden ayağa fırladım. Göremiyor musun diye haykırdım acıyla. Ben sana karşı koyamıyorum ki. Ağlamaya başlamıştım. Hıçkırıklara boğulmam uzun sürmedi. Yavaşça tuttu beni kollarımdan göğsüne bastırdı. Konuşmuyordu. Sadece ellerinin saçlarımda olduğunu hissedebiliyordum. Saçlarımı okşuyordu tıpkı yazın esen hafif rüzgârlar gibi. Sakinleşmiştim fark etmeden. Sonra eliyle çenemi tutup yüzünü görebileceğim kadar kaldırdı. O an ölebilirdim. Cennet buydu bence. Onun o çocuksu masum ama yakıcı bakışlarıydı cennet. Hayır dedi karşı koyabilirsin çünkü çok cesursun ama istemiyorsun. Sende benim kadar iyi biliyorsun ki sen sadece bu dünyanın şahit olmadığı kadar çok sevmek istiyorsun. Gerçekten seçimsiz, zorlamalar olmadan, önüne tercihler konulmadan kendin istediğin için sevmek. İşte ben bu yüzden buradayım ve sen bu yüzden geceden gelene dönüşüyorsun dedi. Sonra hafifçe yanımdan uzaklaşarak anlatmaya başladı. İnsanoğlu olmadan çok öncesinde vardık ve hep var olacağız. Biz sizin rivayet ettiğiniz gibi kandan değil doğanın büyüsünden ve gerçek sevgiden güç alarak besleniriz. Doğrudur dedi sonra. Geceyi severiz ama zarar vermek ya da ölüm getirmek için değil. Sadece doğanın dengesini sağlamak, sizi gözlemlemek için. İnsanın en masum olduğu haldir uyku, meleğim dedi. Sonra ellerini yüzümde gezdirip devam etti. Bense o sıra dokunuşuyla kar gibi erimiştim çoktan. En zalim katiller bile gece bebek gibidir. Tüm kirlerinden uzaklaşıp gözlerini tanrıya ve onun merhametine dikerler fark etmeden. Bizse sizi zalimliklerinizden arındırmak adına vücudunuza yeni kanlar veririz en fazla. Asıl canavar insanlardır semina. Biz toprak için öldürmeyiz. Ama siz. Sonra bir an sustu. Kocaman bir gölge geçti gözlerinden. Acı çeker gibi kıvrıldı vücudu. Yanına yaklaşan ben oldum bu sefer. Onun sırtını sıvazladım. Rahatlamıştı sanki. Bana doğru dönüp ellerimi avuçlarına aldı. Küçük bir öpücük kondurdu. Gözlerine baktım o sıra derin dehliz gözlerine. Anlat bana dedim. Ne biliyorsan dillendir. Dillendir ki senin eşin olayım. Anlattı bir bir ne varsa.

Ne mi öğrendim. Biz vampirler sizin sevgi sandığınız duygunun gerçekten ne olduğunu biliyoruz işte bunu öğrendim. Sevmeyi sonsuza dek ve koşulsuzca sevmeyi öğrendim. Kötülere dur demeyi onları kendi kanlarında zehirlemeyi öğrendim. O gece ve sonra ki her gece imparatorlukların asıl yıkım sebeplerini. Gücün, ihtirasın körlediği bedenlerin neler yapabileceğini gördüm. Bu dünyanın dengesini sağlayacak tek şeyin iki varlığın birbirini sonsuzca sevmesinden geçtiğini gördüm. Aras’ı sevmeyi ve bir yiğit tarafından sevilmenin ne demek olduğunu gördüm. Yıllarla terk ettiğim evimle ve yeni yuvamızı kurma sürecimizle beraber Osmanlı çöktü. Dengeler yine insanların doyumsuzluklarıyla birlikte birçok masumun canına kıyarak değişti. Biz yaşamaya, görmeye ve öğrenmeye birlikte devam ettik. Sevgim, seçimim hem çöküşüm hem de yeniden doğuşum oldu. Tıpkı Osmanlı gibi… Hala bilmediğim tek şey karşılaştığımız o gece beni nasıl dönüştürdüğü. Aslında hiç sormadım ona bunu ama hep merak ettim. Kim bilir belki de öncesinde de ben aslında bugün olduğum yaratıktım.

Şimdi bunları kaleme alırken Aras’ın evimize dönmesini bekliyorum her zamanki gibi. Birbirimizden o günden sonra bir an bile ayrılmadık. Dünya değişti. Bozuldu. Hastalandı. Biz sevmeye ve sevgiyle değiştirmeye devam ediyoruz hala. Hala ona bakarken kar misali eriyorum. Siz bu yazıyı okuyorsanız tek söyleyeceğim şey şudur; sevin ama gerçekten içinizden. Bu dünyayı ve ruhlarınızı inanç ve sevgi kurtaracak. Ve unutmayın biz sizlerle birlikte yaşıyoruz. Gecenin yaratıkları değiliz asla sadece daha fazla hissedebiliyor fazlasıyla görebiliyoruz.

Benim adım Mithela. Ben bir vampirim. Böyle olmayı kendim seçtim. Sivri dişlerim yok ve istemediğim sürece kana ihtiyaç duymuyorum. Bunu kendim seçtim çünkü sevdiğim adam bir vampir ve onu sevmek başıma gelen en güzel yazı. Sevdiğinizi seçemezsiniz, değil mi?

Not: Bu öykünün tamamı Öteki Sinema‘da e-kitap olarak yayımlanacaktır.

Çöküş” için 4 Yorum Var

  1. Åžimdi ne desem ki?

    Bizim topraklarımızda geçen bir hikaye olması, içinde kültürümüzden çok güzel şeyler barındırması hikayenizin beğendiğim kısmı oldu. Beğenmediğim yanı ise Alacakaranlık serisini sevmememin ardında yatan şey ile tastamam aynı; vampirlere farklı bir bakış açısı getirmeye çalışması.

    EÄŸer iÅŸin içinde bir vampir varsa, adamın gerçek bir vampir olduÄŸunu varsayıyorum, Aras’ın kızı dışarıya çıkmaya razı etmesinden sonraki olaylar çok ama çok farklı – ve de epey kanlı- bir ÅŸekilde geliÅŸirdi. Kısacası bu çalışmanız pek bana göre deÄŸil diyeyim ve lafı fazla uzatmayayım.

    Yine de… Kaleminize saÄŸlık ve kitap çalışmanızda da baÅŸarılar. Bir sonraki seçkide görüşmek üzere…

  2. ÅŸimdi ben ne desem onu bilemedim. bu yazdığım ve yayımlanacak olan e-kitap’ın giriÅŸ bölümü aslında. hem seçkiye uygun olması hemde bir nevi sizlerin yorumlarına ve bilgilerine sunmak için yaymlanmasını temenni etmiÅŸtim. yine de yorumunuz için teÅŸekkür ederim. bir dahaki seçkide görüşmek üzere:)

  3. üstadım yine apayrı bir hikaye ve yeniden her kelimesinde heyecan dolu bir yazı emeğine kalemine ve yüreğine sağlık 🙂

tugba için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *