“Mezarın ötesinde bir şey vardır;
Ölüm her şeye son vermez…”
-Propertius
Adı Hercan’dı, kestane renkli saçları ve kahverengi gözleri vardı, ince bir yüzü ve yapısı vardı; tabii bunu umursuyorsanız. Onu birçok kişi hayatı boyunca umursamamıştı.
Kız on altı yaşındaydı Yeni İzmir’in en gelişmiş ve en başarılı liselerinden birinde okuyordu.
Ancak kız mutsuzdu.
Dokuzuncu sınıfın hepsini arkadaşsız olarak geçirmişti ve bundan yorulmuştu. Bundan sıkılmıştı ancak yapabileceği bir şey yoktu, sanki dünyayı anlayamıyordu, sanki dünya gözlerinin önünde parçalanmıştı ve o, parçalanmış bir mozaiğin parçalarına tek tek bakarak mozaiği anlamaya çalışıyor, doğal olarak da anlayamıyordu.
Kız onuncu sınıfa geçtiğinde, hala arkadaşı yoktu ve içini derin bir depresyon kemiriyordu, antidepresanlar işe yaramıyor, geceleri gözüne tek bir damla uyku girmiyor, kendini karanlığa sürüklenir gibi hissediyordu Hercan.
Sonra, onunla tanıştı, kızın adı Nil’di. Hercan bir başına soğukta otururken yanına gelmişti, okula yeni nakil olmuştu, başka bir ildendi, burayı bilmiyordu, gördüğü ilk kızdan yardım istemişti belki de bu yüzden.
Kız da ona yardım etmişti niye etmesindi ki.
Hercan, Nil’in kendisinden yakın zamanda soğuyup uzaklaşacağına inanmıştı, ancak giderek daha da yakınlaştılar. Nil popüler bir kızdı, Hercan ise bir gölge…
Arkadaşlıklarını durdurmaya bu yetmeyecekti, zamanla daha da yakınlaştılar. Ayrılmaz bir ikiliydiler.
Belki de aralarında tek bir fark vardı, Hercan mantıklı bir kızdı, inançlara saygı duyardı ancak bir şeye inanmazdı, yapı olarak kuşkucuydu. Kaderin varlığına inanmazdı.
Aralık ayına girildiğinde ve sararmış yapraklar dahi yok olup yerini soğuğa bıraktığında İzmir’de alışılmadık bir şey oldu ve kar yağdı.
Hercan içinse bu, alışılmadık şeylerin sadece başlangıcıydı.
* * *
İlk kar tanesinin düşüşünden bir gün sonra, Hercan uyandı ve soğuğu hissetti.
Aklını dolduran ilk düşünce nerede olduğuydu, etrafında sadece sis vardı ve sis her yeri dolduruyordu, bir süre sonra zihninin berraklaştığını hissetti, sis dağıldı ve bir mezarlıkta olduğunu fark etti.
Yerde yer yer kar birikintileri vardı, toprak ve hava karanlıktı, topraktan çıkan ağaçlar yapraksız ve kupkuruydu, ölmüşlerdi.
Normal dünyada gezerken hissettiğimiz bir his vardır. Genelde varlığı fark edilmez, ancak bu his size yaşadığınızı ve henüz umudun var olduğunu hatırlatır. Bu his isimsizdir, çünkü dünyada nereye giderseniz gidin hissedersiniz, doğal olarak çok nadiren insanlar varlığını fark eder.
Hercan bu hissin yüreğinden kaybolduğunu hissetti. Etraftaki ölü ağaçlarda, üstünde durduğu kara toprakta, altında yürüdüğü gökyüzünde, her yerde olan ve her yeri kaplayan, isimsiz ve varlığı tarif edilemeyecek bir varlık var oluyordu. Ölülerin arkasında bırakılan kederden beslenen bu varlık, bir gün tam anlamıyla var olacak ve karanlığı insanlara tattıracaktı…
Anlamsız düşünceler ve unutulmuş sırlar zihnini doldurduğunda Hercan felç olmuş gibi durdu, zamansız bir bekleyişten sonra yürümeye devam etti.
Bir süre sonra, Hercan ne kadar sürdüğünü bilmese de, şafak söktü ve gecenin isimsiz varlıkları kuytu köşelerine çekildiler.
Hercan bir araba fark etti araba mezarlığın yakınında durdu ve içinden bir kadın indi, yüzü kapanmıştı, kadın tamamen siyah giymişti.
Kadın mezarlığa yaklaştı, demir kapıyı açtı ve ölüler dünyasıyla yaşayanlarınki arasındaki bu toprağa adımını attı.
Hercan kadını onlarca mezar arasından takip etti sanki duyulamayan bir ses kadını belli bir mezara çeker gibiydi.
Neden sonra kadın aradığı mezarı bulmuş olsa gerek ki durdu ve dizleri üzerine çöktü ve ağlamaya başladı…
Hercan mezara doğru yaklaştı, sanki görünmez bir el onu yönetiyordu mezara baktı ve üstündeki ismi okudu: “Nil Sümer”.
Etraf paramparça oldu.
* * *
Bölük pörçük görüntüler zihnini doldurdu, kirpiklerine kar çarpıyordu, gözlerini açamıyordu, soğuktu.
Karnına tekmeler hissediyordu, etrafında dört tane çocuk vardı, karanlıktı ve yüzlerini göremiyordu.
Onu tekmeliyorlardı.
“Aptal kız!” bir tekme daha “Salak yaratık” bir diğer tekme daha “Hey çocuklar, işimize bulaşmanın dersini almalı!” yüze bir tekme.
Ve sonra…
* * *
Yüzüyordu. Aslında tam olarak bir yüzme hali değildi, sanki süzülüyordu bir kürenin içinde gibiydi ve merkezin kendini çektiğini hissediyordu. Merkeze yaklaştıkça etraf daha çok anlam kazandı ve sonunda ayakları yere değdi.
Şimdi bir çayırlıkta duruyordu, gökte güneş vardı, ama gerçekdışıydı ufukta iki ay yükseliyordu. Yanına bir kız yaklaştı, çok gençti ama yaşlıydı, belki onunla yaşıttı belki de ölmüştü, gözleri mordu, etrafında bir kürk vardı.
Kız kızıl saçlıydı etkileyiciydi ancak çok çirkindi. Ona doğru döndü ve konuşmaya başladı ama ağzı hiç açılmıyor ve kapanmıyordu:
“Merhaba Hercan… Nerede olduğunu biliyor musun?”
Hercan kafasını hayır dercesine salladı.
“Uyuyandiyardasın, bilinmeyenlerin var olduğu antik ve güçlü bir diyarda.”
O sırada bir çekim hissetti, yüzünü döndü ve çekimin merkezinde, Uyuyandiyar’ın kalbini gördü, bir dağın tepesine tünemiş ufak bir çardak.
“Evet, orası yolculuğunun biteceği nokta ve her adım onu sana yakınlaştıracak, ama önce, hatırlamalısın.”
Kız ona dokundu ve Hercan kendini başka bir yerde buldu.
* * *
Karın yağdığı gündü, Aralığın biri, Nil’in canı bugün sıkkındı ve Hercan onu neşelendirmeye çalışıyordu. “Nil bugün bizim eve gelsene, gerilim filmi falan izleriz, hem beni korkarken görürsün bak bu şansı pek yakalayamazsın.” Nil ona inanamayarak baktı “Kızım sen hiç bireyden korkmuyorsun ki, nereye o günler.” Hercan gülümsedi, “Üç boyutlu izleriz?” Nil yine kayıtsızca baktı “E ben korkarım” “E ben gülerim?” Nil istemsizce gülümsedi, ama canını sıkan bir şey olduğu belliydi.
Zil çaldı, Nil içeri girecekti ki Hercan onu durdurdu, “Yahu sakin, fizikçi derste yok zaten, ders boş niye gidelim ki sınıfa. Gel yürüyelim…”
Hercan onu ördeklerin olduğu telli kısma götürdü, ördekler vaklıyordu ve ortam oldukça rahatlatıcıydı. Aslında Hercan güneşli havaları sevmezde, bulutlu ve karanlık havalar ona hep çekici gelmişti. “Hercan dinle beni” dedi Nil birdenbire, başı öne eğikti. “Bugün eski sevgilimle, Vedat’la buluşmalıyım.” Hercan duraksadı, Nil’in eski bir sevgilisi olduğunu bilmiyordu, Nil devam etti: “Sana bundan daha önce bahsetmedim çünkü çok kötü ayrılmıştık ve şey, beni son bir kez görmek istiyor.” Hercan düşündü, “Ona güvenmiyorsan bende gelebilirim, biliyorsun değil mi?” Nil gülümsedi: “Yalnız buluşmak istiyor. Hercan bana öyle bakma, ona bende senin kadar güvenmiyorum ama elinde bazı mesajlar var ve… Onu silmeye ikna etmeliyim.” “Seni tehdit mi etti? İstersen mesajları silmesi için birini bulabilirim?” “Hayır, mutlaka kopyalamıştır ve eğer ailem o mesajları görürse…”.
Hercan Nil’in ailesini biliyordu, muhafazakârlardı hem de ciddi manada.
“Nil… Aileni dinlemek zorunda değilsin…” “Ben senin gibi değilim Hercan.” Nil ağlıyordu, “Sen çalıştın ve bir gecede kendini kurtardın, ailenden zincirleri koparttın… Ailen sana yaşamak için bakıyor ama ben… Ben öyle değilim.” “Hey hey sakin ol.” Hercan Nil’in kendisine sarılmasına izin verdi, işte bu derece yakındılar normal şartlarda Hercan kimseyle sarılamaz, fiziksel bir yakınlık kuramazdı, rahatsız olurdu.
Hercan o anda kendine bir söz verdi, Nil’i bu gece takip edecek ve onu koruyacaktı.
* * *
Hercan kendini yeniden Uyuyandiyar’da buldu, kız da karşısındaydı, Hercan yorun hissediyordu uyumak istiyordu, etraf soğuktu ve derken yine bulanık görüntüler zihnini doldurdu.
Gözlerini zorlukla açtı, ağzından kan sızıyordu, onu döven çocuklardan biri Hercan’a arkasını dönüp konuştu “Ne diyorsun Nil? Sence arkadaşın ölmüş müdür?” Hercan dehşet içinde Nil’in bir köşeye kıvrılmış korkuyla beklediğini gördü.
* * *
Gözleri açıldığında kendisini okulun girişinde buldu, kız bir banka oturmuştu. Hercan yanına gitti: “Kimsin sen?” Kız ona baktı ve normal bir şey söyler gibi: “Ben tanrıça Freyja.”
Hercan durdu, kıza inanmıştı ve bir şekilde olay ona kesinlikle garip gelmiyordu.
“Şimdi Hercan, neden buradasın?” Hercan düşünemeye başladı. “Nasıl bile—“ ancak tabii ki bilebilirdi, burada gözlerini açan kendisiydi sonuçta. “Nil’i takip ettim ve sonra… Evet, hatırlıyorum çocukla buluştular, bir bardalardı, sonra çocuk onu barın arkasına götürdü… Sonra…”
Freyja kafasını salladı: “Hatırla Hercan.” “Bende onları izledim, sanırım… Sanırım çocuk onu öpmeye çalıştı. Nil ona tokat attı ve-“ “ve?” “Ve çocuğun arkadaşları Nil’i tuttular, sonra ben araya girmeye çalıştım.” “Sonra ne oldu Hercan, düşün” Hercan’ın başı ağrıyordu, beyni zorlanıyordu. “Erkek arkadaşı… Bıçak çekti ve beni… Bıçakladı…” Hercan’ın midesi bulandı, başı ağrıyordu, kekeledi, bir şey sormak istedi… Ne demek istiyordu? “Öldüm mü?”
“Öldün mü?” Hercan durdu, “Ölseydim olanları göremezdim.” “Uyuyandiyar’a girebildiysen, Hercan, geri dönmenin bir yolu var demektir, geri dönüp arkadaşını kurtarmanın.” “Nedir o yol?” Freyja durdu. “Sana yaşam enerjimin bir parçasını vereceğim, bu uyanmanı sağlayacak, yaşamanı, bir kez daha… Ancak canın çok yanacak ve eğer pes edersen öleceksin, sende ve Nil de… Ancak sende bir şey gördüm, bu dünyada zamanın bittiğini düşünmüyorum.
Seni dünyaya bağlayacak bir şey bulmalısın, hissettiğin karanlık bu dünya ve öteki dünya arasındaki geçitleri kolluyor, geçmeni önlüyor. Hissettiğin şeye odaklanırsan, düşüncelerin senin deniz fenerin olacak ve karşı kıyaya geçmeni sağlayacak.”
Hercan düşündü, neyi düşüneceğini biliyordu. “Hazırım.”
Kendini çardakta buldu, evrenin gücünü hissediyordu. Freyja parçalarına ayrıldı ve etrafını kuzey ışıkları çevreledi, canı yanmaya başladı, vücudundaki her hücre tek tek patlıyor, genleri parçalanıp baştan inşa ediliyordu. Çığlık atıyordu, zaman durmuştu yaşamanın imkânı yoktu, ciğerlerinde hava yoktu, belki de ciğerleri de yoktu.
Freyja ona sordu: “Anlamı ne Hercan? Neden bu acıya katlanıyorsun? Pes etmiyorsun? Söyle bana?” Hercan nefes aldı ağzından kan akıyordu, bıkmıştı ama cevap verecek gücü kendinde buldu: “Çünkü acı çekmekte temel bir anlam vardır. Acı bizi bir yerlere ulaştırır. Acı… Değerlidir.”
Fırtına dindi, Hercan gözlerini açtı.
* * *
Kar yağıyordu, karnında kan vardı, büyük ihtimalle iç kanaması da vardı, önünde hâlâ üç tane çocuk vardı, sokakta görseniz beyefendi diyeceğiniz tipteydiler. Sonra Hercan dördüncüsünü elinde bıçakla Nil’e yaklaşmakta olduğunu fark etti.
İçini dünyevi olmayan bir güç doldurdu, ayağa fırlayıp ilk çocuğu yere fırlattı, ikincisini ise yakasından tutup diğer çocuğun üzerine gönderdi.
Vedat şaşırmıştı, ona döndü, bıçakla hiçbir şansı olmadığını fark etti ve onu yere attı, onun yerine cebinden bir tabanca çıkarttı.
“Yaklaşsana fahişe, yaklaşabileceksen tabii.”
Sonra Vedat’ı şaşırtarak yaklaşmaya başladı, bir adım ve bir adım daha, Vedat tetiğe çekecekti bunu Hercan da görebiliyordu. Vedat tetiğe bastı ve Hercan omzundan vuruldu.
Nil ise silah sesinden canlanmıştı, eline bir şişe geçirip Vedat’ın kafasında patlattı. Önce Vedat yere yıkıldı, peşinden de Hercan.
Hercan gecenin gerisini bölük pörçük hatırlayacaktı, ambulansta Nil’in elinden tuttuğunu hatırlıyordu, ona güç vermişti, ona umut vermişti. Bu geceyi asla unutmadılar.
Çünkü Hercan için Nil, onun ölümden – dalgaların olmadığı ama deniz fenerlerinin tek kurtuluş olduğu diyardan, dalgasız diyardan – dönmesini sağlayan bir deniz feneriydi.
Hikaye oldukça iyi imiş. Kurguda merak unsuru öykünün başından beri canlı tutulmuş. Acemi yazarlardan hemen beklenmeyecek bazı sorunlar da vardı elbet; çok fazla yazım yanlışı vardı. Akıcılığı olumsuz etkileyen çok fazla sözcük ve cümle vardı. Zaman ve mekan yönetimi iyi yapılamamış. Yazarın görüşleri, kendi sesi çok fazla hissediliyor, en az seviyeye düşürülmesi lazım ya da Tomris Uyar gibi bunun üstesinden ustaca gelmek lazım. Tüm olumsuzluklara rağmen etkide birlik sağlanmış ve öykü amacına ulaşarak başarılı bir öykü olmuş. Mevcut sorunların yazarın yılmadan sürekli yazmaya devam etmesi sonucu zamanla aşılabileceğini düşünüyorum.
Ekleme: Öykünün en çok eleştiriyi hakkeden yönü diyalogları sanırım. Gerçekten oldukça yapay olmuşlar ve iğreti duruyorlar.
Merhaba, bu yorumun altına yazmak da cesaret ister lakin yazarın genç olduğunu ve bir-iki önerinin ona yol göstereceğini düşünerek yazalım bakalım. Yukarıya ilave olarak paragraf bütünlüğüne dikkat etmeni öneririm. Tek sıra halinde çok cümle var; göz yorucu. Diyalogları yazarken sesli oku; kulağını tırmalıyorsa olmamıştır; yenisini yaz. Bir de yazmaya devam et; yazdıkça şu an engel olarak gördüğümüz noktaların üstünden sekerek atlayacaksın. Korelilerin dediği gibi “Fighting!” 🙂
Arkadaşlar yorumlarınız için teşekkür ederim başlangıç olarak, kusura bakmayın cevap yazamadım.
Dört aydan sonra yazdığım ilk hikayeydi ve kesinlikle şu ana kadar yazdığım (yazım olarak), açık ara en kötü hikayeydi.
Bana kalırsa olduğundan daha iyi görünüyor yorumları okuyunca, ikinizin de yorumlarını okudum ve not aldım tekrar tekrar teşekkürler.