Öykü

Eski Tohumlar

Her şey buzdandı. Toprak ölüm sessizliğine bürünmüştü. Ne bir toz zerresi havada uçuyordu ne de bir yaprak kımıldıyordu. İnsandan eser yoktu; sanki balıklar çok derinde yüzüyordu. Bu derin, kara deliği andıran ortamda bir Kahin çıktı ortaya. Sanki bütün savaşı biliyordu. Her şeyin başlangıcını ve sonunu biliyor gibiydi.

İçinde tuhaf bir huzur hissediyordu. Eski ahbaplardan kimseden iz yoktu. Bir an yaşanmış olaylar aklına geldi, iyice durgunlaştı. Bütün bu olanlara bedel miydi cebindekiler? Bu sorunun cevabı onda yoktu. En azından şimdilik… Lakin Kahin şunu biliyordu; insanlığın her şeye yeniden başlama fırsatı vardı. Fırsat krize de dönüşebilirdi. Kararsız kaldı. Cebindeki telekinezi tohumlarını elinde un ufak edip her şeye bir nihayet verebilirdi. Belki bütün bu savaşı, katliamları filizlenmeden bitirebilirdi. Bir yanda sonsuz bir güç, bir yanda katliam… Kararsızlık savaşta hiç yanına uğramamıştı. Bütün emirleri tek başına kolayca yağdırmıştı. Lakin savaşın en kanlı anında bir ses duydu ve bütün kendine güveni tükendi: Bir annenin ağlayışı…

O andan sonra otokontrolünü yitirdi Kahin. Normalde kahinler orduyu komuta etmezdi. Lakin onun lakabı istisnaydı. Sadece savaşı bilmesi komutanlığını elinden alamazdı. Savaşı biraz “kahince” yönetti. Savaşta bir kahin tehlikelidir, komutansa… Kurallara da aykırıdır. Fakat telekinezi tohumlarını korumak bütün galaksinin yapısını değiştirebilirdi. Bütün kurallar yeniden yazılabilir, herkes fiziksel kuralları şaşırıp bulanıklaştırabilirdi. İşte bu bilgelikle tohumların iyi birilerinin eline geçmesini diledi ve onları bir mağaraya gömdü. Sessizce kendini bir kapsüle hapsedip evrenin derinliklerine doğru yolculuğa çıktı. Uzun süre dünyaya dönmedi. Vicdan azabı…

Dünyayı değiştirecek bilgelik kaybolmuş muydu? Kimse yıllarca telekinezi tohumlarının olduğu mağaraya uğramadı. Yanından bile geçmediler. Dünya fiziken değişti, kendini geliştirdi. Fakat kafa yapısı ve yönetme hırsı hiç değişmedi. Tohumlar bu sırada hiç büyümedi; ağaçları güçlendirdi ve kendini kolayca sakladı. İyice kayıplara karıştı. Sırrı birkaç yazıtta anılmıştı ama kimse o yazıtları okumak istemedi.

Yıllar sonra dağa tırmanan gezginlere yol açtı telekinezi tohumları. Çalıların arkasında gizlenen tohumlar, kapıyı dağcılara kendi açtı. Yüzyıllardır hiç kimse girmemişti mağaraya. İnsanlar savaşsa da barışsa da onlar hep gizli kalmışlardı. Neden bu dağcılar? Çünkü onların ataları tohumlar tarafsız alanda kalsın diye savaşmışlardı. Sevdiği insanları tanımıştı telekinezi tohumları. İçindeki gücü olumlu kullanacak insanlardı onlar.

Tohumu bulan herkes telekinezi gücü kazanıyor ve dünyayı yönetecek güce erişiyordu. Telekinezi tohumları beklerken akıllanmıştı. İyiyle kötüyü ayırt edebiliyordu. Eğer kara cahil biri etraftan geçiyorsa daha çok otlara bürünürdü. Yıllardır yarenlerini bekliyordu. Tohum hem güç hem de bir anahtardı.

Gençler korkuyla içeri girdiler. Karşı koyamadıkları bir merakla etrafta gezindiler. Fenerlerle etrafa ışık tutuyorlardı. Duvarlarda ustaca çizilmiş şekiller vardı. Resimleri çözmeye çalıştılar. Birden Araz’ın ayağı bir yere takıldı, düşecekken tohumlara denk geldi. Eline alır almaz olanları gördü: Savaş, Kahin’in yaptıkları, önceki dünyanın yükselişi ve düşüşü… Bir ses, “Arkadaşlarına anlat, avuçlarını aç,” dedi. Dağcı Araz avuçlarını açtı ve olanları arkadaşlarına gösterecekken aniden gürültü koptu. Nilüfer, “Mağara çöküyor!” dedi ve apar topar çıktılar. Mağara bir toz yığını altında kaldı. Resimler tarihe gömüldü. Nilüfer, “Ben resimleri çok sevmiştim, çözmek istiyordum,” dedi. Gökhan telefonu işaret ederek, “Kask kamerası video çekiyordu,” dedi.

Şimdi ne yapacaklarını tartıştılar. Dağa çıkmaktan vazgeçip yakına çadır kurdular. Fakat etrafta arada bir çatırtı duydular. Akşam konuşup durdular. Uyuyunca bir karaltı onlara yaklaştı. Gökhan kovalayınca adam kaçtı. Durumun sandıklarından daha tehlikeli olduğunu anladılar. Hemen toparlanıp şehre gittiler. Dağın sessizliği, uzakta uluyan kurtlar geride kaldı. Herkes evlere dağılırken tohumları paylaştılar. Fakat bir güvensizlik hissi onları ele geçirmişti bir kere.

Bir süre her şey aynı şekilde devam etti. Gündelik rutinlerle güven hissini tekrar yaşamaya çalıştılar. Ancak bir gün siyah giyen o adamlar geri geldi. Nilüfer takip edildiğini anlayınca motosiklete atlayıp kaçmaya başladı. Bu takipler peşlerini bir süre bırakmadı. Tohumlar onlara gizemli güçler vermişti; eşyaları hareket ettirebiliyorlardı. Simge endüstri mühendisiydi; bu gücü tasarımlarında kullanıyordu. Sistemleri öyle bir başarıyla yönetiyordu ki dikkat çekiyordu. Araz kıtalararası bir gemide çalışıyordu; soykırıma uğrayan insanlara yardımları kolaylıkla iletmişti. Nilüfer güzel sanatlarda okuyordu; resimleri gözle görünür şekilde gelişmişti. Fakat hepsi dikkat çektiklerinin farkındaydı. Korkuyorlardı.

Bu korkuyu hisseden Kahin bir gün çıkageldi. Uzun zaman geçmişti. Gençleri tek tek buldu. Hepsine olanları detaylıca anlattı. “Şimdi önünüzde iki yol var: Ya dünyayı dönüştürecek şekilde kullanacaksınız ya da bana verip telekinezi tohumlarının sır olmasına izin vereceksiniz. Eğer sizde kalırsa sizi takip eden sinsi güçler sizi bulmaya, hayatlarınıza zarar vermeye çalışırlar. Sevdikleriniz tehlikeye düşer,” dedi ve gençlere zaman tanıdı.

Bir hafta sonra buluştular. Tohumlar sır olacakken, Nilüfer; “Yüzlerimizi onların aramayacakları şekilde değiştirmeyi başarabilir miyiz?” dedi. O günden sonra dünya daha huzurlu bir yer oldu. Telekinezi tohumlarının etki alanı güçlüydü. Çünkü değişim birkaç insanla başlar, domino taşı gibi çok devasa resimleri etkileyebilir. Belki bir gün savaşlar başlamadan biter. Kim bilir?

Sevgi Toplu

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *