Kırmızı saçlı büyücünün biri, genç bir adamın çok aşık olduğu kızın kalbine, iç gıcıklayıcı bir büyü yapmış ve doksan dokuz gün sonra kalpten kanatlar çıkacak, kızın içinden uçup gidecekmiş. Büyücülerin bazıları böyledir işte kafalarına esince büyü yaparlar. Bu kafası eserekli büyücü, kızı öyle bir yere saklamış ki, oraya ancak uçan bir halıyla gidilebiliyormuş.
Bütün bunları öğrendiğinde genç adam, kendini upuzun bacaklarıyla sokaklara atmış. Taşlara takıla takıla, koşa koşa uçan halıyı aramak için yola çıkmış. Turuncu kukuletasını da takmış ki kafasına uğur getirsin. En antika halıların olduğu çok eski bir dükkan varmış, yüzyıllık bir yer, işte orada kesin bulacağını düşünüyormuş bu uçan halıyı, onu çok aşık olduğu dalgalı siyah saçlı kıza kavuşturacak olan halıyı. Ayakları acımış dükkana geldiğinde, o kadar taşa takılmasaymış sakince gitseymiş acımazmış. Ama doksan dokuz gün sonra kanatlanacak bir kalp varmış. Sevdiği kızı şimdiden özlemeye de başlamış zaten.
Yüzyıllık dükkanın kapısını öyle bir çalmalıymış ki açılsın. Sanki her an bir peri masalı başlayacakmış gibi çalmalıymış kapının o aslan kafalı tokmağını. Parıldayan yüzyıllık altın tokmağı avuçlarının içine almış genç adam, uzun parmaklarıyla aşkla çalmış kapıyı. Ve başarmış çünki çok aşıkmış ve sevdiği kızı kurtarmalıymış ama heyecanla paldır küldür de dalmamalıymış içeri, ne de olsa yüzyıllık nadide halılar varmış eski dükkanda.
Nazikçe ayak basarak girmiş içeriye, karşısına halılar kadar antika bir adam çıkmış, bembeyaz saçlı, yerlere kadar sakallı bir adam, sakalı o kadar uzunmuş ki yürürken arkadan görenler kuyruk sanırmış, adamı da aslan. Sakince bakmış ve ne istediğini sormuş. Bir çırpıda anlatmış genç adam kapkara gözleriyle baka baka. Antika bembeyaz adam, kıpkırmızı halıların altına dalmış, sanki aslan gibi. “Belki de gerçekten aslana dönüşüyordur,” diye düşünüyormuş genç adam bakarken ardından.
Ve tekrar antika bembeyaz bir adam olarak çıkmış halıların altından, elinde tuttuğu sarı halı bir anda havalara uçmuş. Antika beyaz adam sessizce konuşmuş:
“Eğer bu uçan halıyla sevdiğini kurtaramazsan, halı geri döner ve sen de sonsuza kadar burada kalırsın, gerçekten istiyor musun sapsarı uçan halıyı?”
Genç adamın kalbi dayanılmaz çarpıyormuş, sevdiği dalgalı saçlı kızı kurtarmak istiyormuş.
“İstiyorum, çok istiyorum,” demiş sesini en heyecanlı tonunda çıkararak.
Antika bembeyaz adam gözlerini bir anlığına kapatmış. Genç adam halının üstünde bulmuş kendini. Uçup gitmiş uzaklara sapsarı uçan halıyla.
Güneş batarken harika renklere giren bulutların arasından geçmiş genç adam, sapsarı uçan halının da güneşten farkı yokmuş o an. Hayatında hiç böyle göklerde uçacağı aklına gelmezmiş, neredeyse aşık olduğu kız iyi ki kaçırılmış diye düşünecekmiş, onu kurtarıp geri dönerken ne kadar da heyecanlı olacakmış, bir peri masalı yaşayacaklarmış. Çok yükseklere uçmuş halı, masmavi gökyüzü bitmiş, artık yıldızlar parıldıyormuş etrafında. Sonra bir anda bir kara deliğin içine girmiş, deli gibi dönüyormuş halı, genç adamın etrafına dolanmış, upuzun bir rulo olmuş, boşlukta savruluyormuş. İşte asıl heyecan bu, öyle her zaman tatlı tatlı olacak değil ya macera. O kadar hızlı dönmüş ki halı adamın her yeri uyuşmuş, fırtınalı bir denizin ortasında kalsa ancak bu kadar olurmuş.
Bir anda açılıvermiş sihirli sapsarı uçan halı, sanki sonsuza kadar olduğu yerde kalacakmış gibi durmuş. Durmuş… durmuş… birazcık bile kıpırdamıyormuş, dümdüz, kaskatı boşlukta öylece duruyormuş. Doksan dokuz gün dolacak diye telaşlanmış uzun genç adam, upuzun parmaklarıyla kaşımış kafasını. Ya şimdi doksan sekizinci gün ise, yüzüncü gündür belki, ya bin dokuzyüz doksan dokuzuncu gün ise… dehşet içinde kendi kendine düşünürken kara gözlü genç adam, uçan halı birden aşağıya doğru hızla düşmeye başlamış. Kocaman bir heyecan çığlığı atmış, içinden geçen heyecan dalgası attığı çığlıktan da kocamanmış.
Düşmüş… düşmüş boşlukta, sonra boşluk olmuş rengarenk, genç adam kapkara gözlerine inanamamış uçuşan yaprakları görünce, sarı, mor, kırmızı, yeşil, her renk yaprak uçuşuyormuş etrafında, her yerini kaplamışlar, uçan halı renkli yapraklarla dolmuş, bu arada halı hala hızla düşüyormuş, genç adamın başı dönüyormuş. Gözlerini kırpıştırıp halıya yığılıvermiş, bu kadar uçuşmaktan bayılmış.
Rüyalara dalmış, o kadar çok rüya görmüş ki, bütün hayatı boyunca görebileceği rüyalardan da fazlasını görmüş. Çok zevkliymiş rüyaları, uyanmak istemeyeceği kadar zevkli. Doksan dokuzuncu günün sonunda da gözlerini açmayınca uçan halı bir anda geri dönmüş, en antika dükkana.
Uçan sapsarı halının peşinden gelen kanatlı kalp, genç adam kapkara gözlerini açtığında, antika dükkanındaki en antika kuşun içine girivermiş, gözlerinin önünde girivermiş uzun kuyruklu simsiyah kuşun içine. Kuşun kafasındaki tüyler kıpkırmızı tupturuncu olup parlamış. Kuş içindeki kanatlı kalple konmuş genç adamın omzuna, yürüyüp gitmişler antika dükkanın arka bahçesine.
Selamlar,
Masal yazarken ille de her cümle –mış’lı olacak diye bir kaide yok, hatta her cümlenin her fiilini geçmiş zamanla yazarsanız akıcılık yerini sıkıcılığa bırakabilir. Yazım hatası bakımından pek bir hatanız yok; sadece ‘çünki’ yazmışsınız ‘çünkü’ yerine. Ancak -benim açımdan- tasvirleriniz yeteri kadar gelişmemiş henüz. Anlatımdaki tasvirleriniz bir masala göre pek sığ kalmış burada. Bir de sürekli tekrarlanan sözcüklerinize takıldı gözüm. ‘Antika Bembeyaz Adam’ ve pekiştirilmiş renk isimleri. Her defasında simsiyah, bembeyaz, kıpkırmızı yazmanız bence hoş durmamış. Tekrarlanıp duran sözcükler sıkıcılığı pekiştirir.
Masallar genellikle bir ders vermek amacıyla yazılır ve sonunda iyiler ödüllendirilip kötüler cezalandırılır ya, ben buna pek takılmam, hatta kötücül masallar daha bir hoşuma gider; ama sizin masalınızda ikisi de mevcut değil. Ne büyüye maruz kalan zavallı kız ödüllendiriliyor ne kötü kalpli büyücü cezalandırılıyor. Hatta masalda büyücüyü sadece masalın başında görebiliyoruz. Böyle olunca masal çok eksik kalmış gibi geldi bana. Keşke bu kadar kısa tutmasaydınız.
Merhaba
Açıkçası kendinizi çok fazla öğretmen ilan etmiş biri gibi yorum yapmışsınız oysa Kayıp Rıhtım Öykü seçkilerine hepimiz sevdiğimiz için yazıyoruz buna eminim.
Beni öykülerimin sevilip sevilmemesi ilgilendiriyor ve yazarken bilerek, içimden gelerek, isteyerek yazıyorum, çok fazla farkındayım ne yaptığımın, canım böyle yazmak istiyor.
Okuduğunuz için teşekkürler
Banu Hanım,
Burada hepimiz birbirimizin öğretmeniyiz zaten. Elbette hepimiz sevdiğimiz için öykü yazıyoruz; ama amatör de olsak Türkçe kurallara uymamız gerekir. Saygı sınırını aşan ve hakaretamiz yorumlar dışında eleştiriler olmazsa kendimizi geliştiremeyiz hiçbir şekilde. Saygılarımla…
Merhaba, sizin yapınız bu demek, aynı yerden bakmıyoruz, aynı kafada değiliz kısacası. Benim bu tarz bir öğretmenliğe ihtiyacım yok. Ayrıca kendimi amatörlük ya da profesyonellik gibi sınırların içine sokmuyorum. Öykülerimin sevilip sevilmemesi beni ilgilendiriyor.
Hoşça kalın