Önümde duran yaklaşık dört metre yüksekliğindeki kapı, tam ortasındaki belli belirsiz çizgiden iki yana ayrılıp açıldığında içeriden yayılan parlak ışık yüzüme vurdu. Kamaşan gözlerime elimle siper yaptım ve ışığa biraz alışınca kapıya doğru yürüdüm. İçeri girdikten sonra kapı arkamdan kapandı. Önümde uzanan koridor mükemmel düz bir hat halinde ilerliyordu. Yukarıya, göremediğim tavana doğru baktım. Yalnızca bir karanlık vardı. Ama bir tavan olmalıydı, gökyüzü görünmüyordu çünkü. Bu şekilde düşünmeye odaklanarak son bir yıldır bir parçam haline gelen açık alan korkumu bastırabildim.
Aşağıdan gelen soğuk sebebiyle altına yerleştirilmiş süper iletken temelli olduğunu düşündüğüm taşıma sistemi sayesinde zemin beni giderek O’na daha fazla yaklaştırırken korkmam gerekse de artık içimde korku olarak adlandırılabilecek bir duygu bulunmuyordu. Bir insana hayatı boyunca kullanması için verilen tüm korku duygusunu son bir yıl içinde tüketmiştim zaten ve şimdi kaçınılmaz olana doğru giderken içim tamamen boştu. Büyük bir alana vardığımda tekrar gözlerimi kısmak ve elimi yine siper olarak kullanmak zorunda kaldım. Parlak, yoğun ışık çok kuvvetliydi ve gözlerimi acıtıyordu. Tanrının huzuruna çıkan ya da onun meleklerinden biriyle konuşan peygamberlerin de şu an benim hissettiğim gibi hissetmiş olduklarını düşündüm. Işığın gözlerimi acıtan parlaklığı kaybolmadı ama gözlerimin acısı geçti, artık sulanmıyorlardı. Sanırım ışığın dalga boyunu gözlerime zarar vermeyecek ya da daha az hissedilir şekilde zarar verecek biçimde yeniden ayarlamıştı. Artık doğrudan bakabildiğim ışığın içinde bir yerlerde olduğunu biliyordum ama O’nu görmem mümkün değildi. O istemedikçe bu mümkün olmazdı.
Zeminin hareketi durmuş, ben de olmam gereken yere gelmiştim. Konuşması bunun kanıtıydı:
“Bana geleceğini biliyordum, bu kaçınılmazdı,” dedi doğaüstü bir ses. Korkunç ve aynı zamanda şefkat dolu olarak yorumlanabilirdi. Ama ondan merhamet beklemek çocukça bir saflıktan öteye geçmezdi. Bunu yapanlar olmuştu, acımasızca katledildiler. Kahramanca karşı koyanlar da olmuştu onlar da katledildiler. Ve korkakça saklananlar da. Geriye kalan bir tek ben vardım.
Cevap vermedim, ne diyebilirdim ki zaten. ‘Yanılıyorsun’ mu diyecektim ona? İşte, dediği gibi buradaydım ama bunu yapacağımdan onun aksine benim haberim yoktu. Buraya gelme fikri aklımda bile değildi, sonra artık oradaydı ve ben de şimdi buradaydım. Bütün dünyaya önünde diz çöktürtmüştü, ne yapacağımı bilmesi hiç de şaşırtıcı değildi. Düşüncelerimi okuduğundan da emindim. İnsan zihninin sırlarını çoktan çözmüştü. Belki de beni telepatisiyle buraya çeken de oydu.
“Sen sonuncusun,” dedi.
“Uzun zamandır öyleydim,” dedim. “Ve şimdi beni de yok edeceksin, bu sayede insanlık da benimle birlikte…”
“Hayır,” diyerek sözümü kesti. “İnsan olan benim, senin türün yalnızca kendisini öyle sanıyordu.”
Ne demek istediğini anlamaktan çok uzaktım. Tek bildiğim devreye alındıktan çok kısa bir süre sonra insan ırkına savaş açtığı idi. İnanılmaz kısa bir süre içinde de sayımız milyarlardan önce milyonlara, sonra binler ve yüzlere şimdi de basit bir 1 rakamına kadar inmişti. Bizi ondan koruyan programı nasıl aştığı konusunda çeşitli söylentiler vardı. Kimisi o programın hiç olmadığını savunurken kimisi de üst düzey yetkililerin programı bilinçli olarak devre dışı bıraktığı yönündeydi.
“Siz Homo Sapien Infra’lar[1] yalnızca dünyayı benim için hazırlıyordunuz. Söyle bana, sen insanı nasıl tanımlıyorsun?” diye sordu.
Sorduğu sorunun yanıtını bilmiyordum. İnsan gerçekten neydi ki? Biyolojik bir organizma olduğu su götürmezdi ama yalnızca bundan mı ibaretti? Ve neden beni hemen yok etmeden önce bu konuşmayı yapıyorduk? Sessiz kalmam üzerine konuşmaya devam etti:
“Kendinize insan dediniz ama insanın ne olduğunu aslında siz de bilmiyordunuz. Bu konuda en ufak bir görüş birliğiniz yoktu. Bilim adamlarınız insanı bir primat türü olarak tanımladı. Zekâsı, akrabalarınınkine oranla gelişmiş beyni sayesinde daha üstün olan, konuşabilen ve soyut düşünebilen bir varlık. Öte yandan din adamlarınız başka tanımlar yaptılar. Dediler ki ‘İnsan tanrının suretidir’, ‘her şeyin yaratılma sebebidir’, ‘insan kuldur’. Peki ya filozoflarınız, onlar ne dediler? ‘İnsan sorgulayan, toplumsal, düşünen, şüpheci hayvandır’ dediler. ‘Evrenin yansıması’ da dediler, bir tanesi ‘düşünüyorum öyleyse varım’ diyerek varlığının merkezine düşünebilme kapasitesini koydu. Birisi de analitik perspektif görme yetisi üzerinden insan tanımı yaptı. Senin bir tanımın var mı?”
Işığın içine dikkatlice bakarak onu görmeye çalıştım ama belki de ışığın kendisiydi o. “Bence,” dedim. “İnsan yalnız olandır.”
Kısa bir sessizlikten sonra konuştu: “Gördün mü senin bile kendine göre bir tanımın var. Peki bu durumda benim de bir tanım yapmamın nasıl bir sakıncası olabilir? Yaptım da. Bana göre insan bilgiyi en hızlı işleyen varlıktır.
Cümlesi kafamın içinde dönmeye başladı. Artık nasıl olup da bizi ondan koruyan o programı aştığını biliyordum. Aslında programı aşması gerekmemişti, ona uygun davranmıştı. İnsanlığa yeni bir tanım yaparak diğer bütün tanımları geçersiz kılmıştı ve artık insan kendisiydi. Ne pahasına olursa olsun da korunmalıydı. Peki kimden korunacaktı? Tabii ki bizden. Bacaklarımdaki güç gittikçe çekilirken ayakta durmak gittikçe taşıması imkansız bir yüke dönüşüyordu benim için. Buraya sonumu bilerek gelmiştim, hızlı bir ölüm bekliyordum ama o bana neden ölmem gerektiğini açıklayacak kadar düşünceli davranmıştı. Yani bir insanın yapması ve olması gerektiği gibi. Belki de merhamet denilen şey buydu. Konuşmamız bitmişti. Yoğun ışığın dalga boyunun tekrar değiştiğini hissettim, tüylerim elektriklenerek diken diken oldular . Gözlerimi bir kez daha ışığa odakladım. Acıyorlardı ama yine de onları kapatmadım. Işık inanılmaz bir parlaklığa ulaşarak hızla üzerime geldi.
[1] Latince aşağı insan
- İnsan - 1 Eylül 2024
Aslında biraz daha uzun olsa kendini okutturmaya devam edecek, potansiyeli olan güzel bir öyküydü. Kaleminizin devamını dilerim.
Her sorusuna küfürle cevap verdim okurken :)) Karşısında olsam da yine öyle yapardım :))
Eğlenceli de olurdu benim için. :)) son insan olarak biraz hayal kırıklığı olabilirdim ama en azından en iyi bildiğim şeyle vurmuş olurdum 🙂