Öykü

Kabus

Karanlıkta uyandı. Az öncesini anımsamıyordu ama uzun ne kadar uzak olduğunu bilmediği bir zamanı ve yeri anımsadı. Aydınlık bir yerdeydi. Spor arabasının içerisinde kırmızı ışıkta durmuş, ayağı sürekli gazda, yeşilin yanmasını bekliyordu. Çevresine, başka bir gezegenden gelmiş uzaylı kadar yabancı duruyordu. Alev kırmızısı Mustangının müzik sesi kapalı camların ardından bile çevreyi inletiyordu. Nasıl olduğunu bilmeden kentin hiç gitmediği bölgelerine gitmişti ve o an aracında başkalarının olduğunu anımsadı. Kim vardı hemen yanında, bordo deri koltukta 0turan, baş ağrısından anımsayamadı hemen yanında oturanın kim olduğunu. Yalnız kapkara bir yüzle yanına biri yaklaşmıştı. Eliyle eski usül pencereyi açmasını işaret ediyordu. Aslında alışkanlığı olmadığı halde camı aralamıştı. Kara yüzlü, kara gözlü ve kirli sakallı bir yüz eğilmiş iki parmak aralanmış camın arasından nefesini üflemişti. Sanki cehennem kuyularından bir baca açılmış, ısısını dışarı veriyormuş gibi kaynar ve bir o kadar da iğrenç kokulu bir hava yüzünü yalamıştı. Ve sonra kendisini burada karanlıkların ortasında bulmuştu.

Elleriyle çevresini yokladı. Taşlık bir yerde duruyordu. Hava günlerce havalandırılmamış gibi ağırdı. Ve alabildiğine sıcaktı. En güzel gençlik günlerini yaşadığı Bodrumun bile bu kadar sıcak olduğunu anımsamıyordu. Eliyle alnında biriktiğini düşündüğü terini sildi. Bir şeyler yapmalı buradan çıkmalıydı. Yerinden doğruldu. Dayandığı duvara tutunarak kalktı. Elleriyle ceplerini yokladı, zipposunu aradı ama bulamadı. Nefes almakta zorlanıyordu. Nerede olabilirdi ki. Acaba babasının rakiplerinden biri mi kaçırmıştı kendisini? Evet, tanınmış işadamlarından biri olan Semih Bey’in bir sürü rakibi vardı ama rakiplerinin bu kadar ileriye gidebileceğini düşünmüyordu. Elleriyle dokunduğu duvarlar sıcaktı sımsıcaktı. O an aklına ölmüş olabileceği şu an cehennemde olabileceği korkusu doldu içine. İşte o zaman çevresini saran çığlıkları duydu. Uzaklardan yakınlardan, aşağıdan, yukarıdan duvarların içinden her yerden geliyordu bağırışlar,iniltiler, beddualar hatta küfürler. Bedenindeki tüm kıllar ürperdi.

Duvara tutunarak ilerlemeye çalıştı. Adım adım, milim milim yürüyordu. Bir dakika sonrasındaysa karanlığa alışan gözleri uzun bir dehlizde olduğunu beynine iletiyordu. Yürümeye devam etti duyduğu seslere doğru. Birkaç dakika sonrasındaysa gözleri ortama iyice alışmıştı ve ileride bir yerlerde biraz daha aydınlıktı sanki yürümeye çalıştığı yol. O zaman az önce duyduğundan daha kısa ve daha keskin bir çığlık duydu. Sesin geldiği yön aynı yön olsa da sahibi değişmişti. Az önce bağıranlar erkek olmalıydı şimdi duyduğuysa bir kız sesiydi. Yürümeye devam etti ve o yürüdükçe ortam biraz daha aydınlandı, sıcakta artıyordu bir yandan. Birkaç metre sonrasındaysa bir dirseğe, bir köşeye vardığını anlamıştı. Yol dik açıyla sola kıvrılıyordu ve eğimi aşağıya doğru artıyordu. Ses ise iniltiye dönmüştü. Korkan adımlarla köşe vardı ve başını çevirerek baktı. İşte o zaman Mustang’ında yanında kim olduğunu anımsadı. Dudaklarından Su kelimesi döküldü ve bir defa ve daha yüksek sesle Elif Su” dedi.

Elif Su babasının üç ortağından birinin kızıydı. Aynı özel üniversiteye gidiyorlardı. Mayıs güneşinin olanca sıcaklığıyla parladığı o gün arabada önde hemen yanında oturanın sarışın, uzun boylu ve güzel bir kız olduğunu anımsadı. O an içeriyi hafifçe aydınlatan loş ışığın tavadaki küçük soluk lambadan geldiğini fark etti. Nasıl olduğunu anlamasa da bir kömür madenindeydi. Kız kendi gibi şaşkın ve kriz içinde ne olduğunu anlamaya çalışıyordu sanki. Çevresinde görünmeyen gözler kendisini izliyormuş gibi hissetti bir an. Kızın adını daha yüksek bir sesle çağırdı. O zaman kız kendisine yaklaşan delikanlıyı gördü. Yerinden hızla doğruldu ve delikanlıya koşmaya başladı. Korkusu biraz olsun hafiflese de kalp atışları hala deli gibiydi. Birbirlerine sarıldıkları zaman delikanlının geldiği yönde bir uğultu koptu. Bir saniye sonrasındaysa içeriyi toz duman kaplamıştı. Genç adamın geldiği yerde, dar uzun galeride çökme olmuştu.

Birbirlerine destek olarak yürümeye başladılar. “neredeyiz Timur” dedi ürkek bir sesle genç kız. Gidebilecekleri tek bir yön vardı. Tavan lambasından uzaklaştıkça dehliz karanlıklaşıyordu. Sanırım bir madendeyiz” dedi fısıldar gibi. “Biri bize şaka mı yapıyor” dediğindeyse cümlesi uzun süre yanıtsız kalmıştı. Adam adımlarını sola kaydırdı ve parmaklarını eğri büğrü duvara sürdü, parmaklarını kurumuş dudaklarına götürdü. Daha önce hiç duymasa da her nefeste ciğerlerine dolan tozun kömür olduğunu anlamıştı. “Bir madendeyiz” dedi. Kızın aklına geldiği düşünceyi bildiği için sözlerinin devamını getiremedi. “Babalarımızın işlettiği bir madendeyiz” diyemedi. Bir dakika daha geçmemişti ki arkalarında bir uğultu daha koptu. Galeri bir kere daha çökmüştü. Durumun vahametini anlamaya başlamışlardı, adımlarını hızlandırdılar, yolda hızlarınla doğru orantılı olarak eğimini arttırmıştı. Uzaklarda bir yerde dalgalanan ışıklar duvarlara yansıyordu sanki. Güçleri olsa koşacaklardı. Arkalarından gelen toz nefes almalarını iyice güçleştirmişti.

Hiç konuşmadan beş dakika daha yürüdüler. Sağa sola hafif zikzaklar çizse de yol doğru sayılabilecek bir istikamette devam ediyordu. Daha kötüsü en kötüsüyse sıcaklık durmadan artıyordu. Birkaç on metrede bir tavana dizilmiş lambalar, titrek ışıklarıyla karanlığı yarmaya çalışan, gücü tükenmiş askerler gibiydi. Ama yolun ilerisinde “bu yana gelin” diye haykıran ışıklar vardı. Ve birde “sakın ha o yöne gitmeyin” diye bağıran sıcaklık vardı. Dudakları iyice kurumuş dilleri damaklarına yapışmıştı sanki. Yürümeye devam ettiler sanki başka çareleri varmış gibi.

Yolun hafif dirsek yaptığı bir yerde, duvar dibinde bir mucize gerçekleşti. Unutulmuş gibi duran bir pet şişede su bulmuşlardı. Şişeyi önce gören kızın gözleri parladı. Arkadaşını bırakıp duvar dibine gitti. Şişenin yarıdan çoğu doluydu. Dudaklarını ıslatacak ve bir kısmını yutacak kadar içti. Ve arkadaşına titreyen elleriyle uzattı. Delikanlının da gözleri parlamıştı. Şişeyi başına dikti ve kızın şaşkın bakışları altında tamamen içgüdüyle içmeye başladı. Kız eğer elinden kapmasaydı bitirecekti de. “Hayvan” dedi öfkeyle. “Sen oldu geldi bencil bir hayvandın hala da öylesin” dedi. Ellerinde hışırdayan şişeyi salladı. Dibinde ancak bir parmak su anca kalmıştı. Genç kız tam başına dikecekti ki nereden çıktığı belli olmayan bir kedi yavrusu ayaklarının dibinde dolanmaya başlamıştı. Kız hiç düşünmeden eğildi ve şişeyi sarman yavrusunun dudaklarına yapıştırdı. “Delirdin mi?” Dedi sinirli ses tonuyla delikanlı. “O da can taşıyor ve oda bizim gibi kısılmış burada” dedi ve tekrar kedinin dudaklarına yapıştırdı şişenin ağzını. Bir iki yudum olmadan yavru kedi memnun bir şekilde mırıldanarak uzaklaştı geldikleri yöne doğru giderek. Kalan suyu arkadaşına uzattı kız bir kere daha. Kendini mahcup hisseden delikanlı kıza sarıldı ve şişeyi genç kızın eline verdi.

Soluklanmak için durduklarında fark ettiler uzaklardan gelen acı dolu sesleri. Kalabalık olmalıydılar oldukça kalabalık. Dua eden ve isyan eden sesler birbirlerine karışıyordu. Sıcaklık dayanılmaz bir hale gelmişti. Artık uzaklardan gelen ışık oyunlarının yanan duvarlardan geldiğini anlamışlardı. Ve hala geçtikleri yerde arkalarında kalan dayanaklar çöküyor geri dönüş yollarlını kapatıyordu. Hava da yana alevlerin tükettiği karbonmonoksit iyice belirgin hale gelmişti. Nefes alamayacak duruma gelmişlerdi. Derileri alev alacak kadar ısınmıştı sanki. Delikanlı olduğu yere çöktü. Artık nefes alamayacak duruma gelmiş olan boğazını tutuyordu. Kalp atışları iyice hızlanmıştı. Havada olmaya oksijeni ciğerleri bulmaya çalışıyor ama çaresizce ağır havayı soluyordu. Saçlarının ha yandı ha yanacak duruma geldiğini hissediyordu. Olduğu yere yığıldı. Beş on metre ötelerindeyse kapkara insanlar kendileri gibi kıvranıyorlardı. O zaman gidip gelen zihni kendisine uzanan kara yüzü anımsadı. Ölümün ağır kokusu vardı nefesinde adamın. “Ah baba” diyebildi mırıldanarak “Ne yaptın sen”

Kız ise sanki işe yarayacakmış gibi sürünerek duvar dibine ulaşmaya çalışıyordu. Uzun ojeli tırnaklarının kendi boğazında derin kanlı izler bırakacağı dünyada aklına gelmezdi. Avuç avuç kumla dolmuş gibi yana gözlerini kırpıştırarak çevresine bakındı. O zaman birkaç metre ilerisinde kendisine bakıp miyavlayan kedi yavrusunu gördü. İsten dumandan kedinin sarı tüyleri kapkara olmuştu. Kedi miyavladı ve arkasını döndü kedinin gittiği yönde bir zayıf ışık belirmişti. Yavru kedinin uzaklaştığı yöne gitmeye başlamıştı ki aklına arkadaşı Timur geldi. Son bir gayretle sürünerek delikanlıya yaklaştı.

Genç adam kendisine uzanan eli gördüğünde kendinden geçmek üzereydi. Son bir gayretle hamle yaptı ve o saniye bayılmıştı.

Günler sonra trafik kazasından sağ çıkan ama getirildiği hastanede komada kalan iki genç ayılmıştı. İkisinin de belleğinde derinlerde bir yerde akıllarına hala geldikçe ürperdikleri bir kabus vardı. Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordu.

Cevdet Denizaltı

Ben Cevdet Denizaltı; tercih ettiğim şekilde olursa Aziz Hayri. İzmir’de Eşrefpaşa’da doğdum. Önce Çınarlı Endüstri Meslek Lisesini sonra Erkek Sanat Yüksek Öğretmen Okulunu bitirdim. Makine Teknolojisi bölümü öğretmeni olarak görev yapıyorum. Okumayı, araştırmayı, yazmayı seviyorum. Tür ayrımı yapmam, bilimkurgu, fantastik kurgu ve tarihi romanlar favorim. Poe ve Tolkien hayranıyım.

Kabus” için 6 Yorum Var

  1. Bize bu korkunç ve ihmalden doğan kazayı tekrar hatırlatan, hatırlatmakla kalmayıp kendimizi orada o dehşeti iliklerimizde hissettiren bu başarılı hikayeniz için sizi can-ı gönülden tebrik ediyorum.

  2. Merhaba. Öncelikle öykü için tebrikler. Gayet güzel bir anlam ifade etmeye çalışmış ve bunu sağlamışsınız. Mesajın da okuyucuya iyi bir şekilde geçtiğini düşünmekteyim.

    Yalnız öykünün biraz aceleye gelmiş olabileceğini düşünüyorum. Birkaç noktalama yanlışı vardı, ki bu çok büyük bir sorun değil aslında. Fakat bazı cümleleri anlamakta cidden zorluk çektim. Üstelik bunlar çok basit cümlelerdi. Belki birkaç virgül ve özenli cümle yapısı ile bu sorun çok kolay aşılabilirdi.

    Böylesine küçük bir olumsuzluğa karşın tarzınızı sevdim diyebilirim. Ne diyeyim, yeni öyküleriniz beni bekliyor.

    1. merhaba
      Yazdıkların beni fazlasıyla memnun etti. Şimdi neden bu ay yazamadım diye eseflendim bir kere daha. Orhan Veli demişki bir şiirinde “hiç bir şeyden çekmedi nasırından çektiği kadar… Yazık oldu Süleyman Efendi’ye işte benim ki de buna benzer bir durum. Uzun sayılabilecek bir süredir yazmaya çalışıyorum ve hala noktalama işaretlerini yerli yerince kullanmayı öğrenemedim.
      Yazdıkların için tekrar teşekkürler…

  3. Merhabalar, öykünüzü baştan sona okudum. Belki de benim ruh halimden kaynaklanıyor olsa gerek, gözümde bir türlü canlanamadı yazdıklarınız. Genel olarak güzel olsa da fazla betimleme var gibi. Sonunu çok beğendim, yaşadığımız bu acı olayı tekrar göz önüne getirmiş.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *