Öykü

Kasap ve Sair İnsanlar

Uzun kullanımdan hafif sararmış, kurumuş terin tuzunu üzerinde bıraktığı, buruşuk, kan lekeli önlüğünü aldı ve içeri geçti. İçerisi sanki olması gereken buymuş gibi pis kokulu, rutubetliydi. Koku açıklanabilirdi elbet; orası bir kesimhaneydi ama rutubet için somut bir neden yoktu ya da vardı. Mezbahaların kendine has karanlık, mistik, vahşi izleniminden insan duyusu rutubet hissine kapılıyor da olabilirdi. Olağandır ki bunların hiçbiri onun umurunda değildi. O sadece rutinini yerine getiriyordu. Önlüğü gibi yine uzun kullanımdan dolayı körleşmiş bıçağını eline aldı ve işe koyuldu. Arka ayaklarının birinden asılmış inekler baş aşağı ona doğru geliyordu. Yanına gelenin mırıldandığı besmeleyle boğazını kesiyor ve çabuk ölmesi ya da daha çok acı çekmesi için, ruh hali öngörülemezdi, çenesinden aşağıya bastırarak yarığı büyütüyordu. Büyüyen yarıktan inek kendi kanını soluyor, sonra da ciğerine kadar ulaşamayan kanı su buharıyla, rutubete bir cevap olabilirdi, birlikle dışarı atıyordu. Boğazı kesilen ineklerden bahtlıları ölmüş halde, bahtsızlarıysa öleyazmış halde parçalanmaya gidiyordu. Yüzündeki soğuk donukluk ve bezginlikle bu işi iki saat kadar sürdürdü. Daha sonra diğerleriyle birlikte kısa süreli bir mola vermek üzere dışarı çıktı. Çay içmek için oturdu. Kasaplara münhasırmış gibi uzun boylu, geniş omuzlu, güçlü kuvvetli görünüşü vardı. Nasırlı yaba elleri yolunmaktan zımpara halini almıştı ama genç sayılabilecek yaşından dolayı canlılığını yitirmemişti. Bunların dışında işinden memnundu. Sadece önüne gelen hayvanı keser, kesilmesine yardımcı olurdu. Onun deyimiyle diğerleri gibi hayvanın boku püsürüyle uğraşmazdı. Çayı bitince molası da bitmiş oldu ve çıkarmadığı önlüğüyle tekrar içeri girdi. Çizmesinin bileğine kadar varmış kandan kurtulmak için paspası aldı ve kanı mazgallara doğru itmeye başladı. Giderin kanla dolduğunu anlayınca bıraktı, kesmeye döndü. Diğerlerinin önüne, kan gölüne, getirmeye çalıştığı danayı görünce durdu. Getirilen süt danasıydı. Anüsüne dirseğe kadar sokulmuş kolla ve uçkuruna sokulmuş şırıngayla nakledilen meniyle gebe kalan annesinden doğmasıyla birlikte koparılmış, etinin pembemsi, beyazımsı ve daha yumuşak hale gelmesi için tıkıldığı kutuda hareket imkânı tamamen kısıtlanmış, katı yemden muaf sadece sıvı besinlerle beslenmiş, diğer canlılardan izole tıkıldığı kutuda sözüm ona yaşamış süt danası önündeydi artık. Anüsüne dirseğe kadar sokulmuş kolla ve uçkuruna sokulmuş şırıngayla nakledilen meniyle gebe kalan annesinden doğmasıyla birlikte koparılmış, etinin pembemsi, beyazımsı ve daha yumuşak hale gelmesi için tıkıldığı kutuda hareket imkânı tamamen kısıtlanmış, katı yemden muaf sadece sıvı besinlerle beslenmiş, diğer canlılardan izole tıkıldığı kutuda sözüm ona yaşamış süt danası önündeydi artık. Bıçağının yanlarını önlüğüne sildi. Diğerleri hayvanı yatırdı ve kafasını kan dolmuş zemine bastırdılar. Dana kendi kanını solumadan önce türdaşlarının kanını soludu. Eğildi, besmele çekti, bıçağı dananın boğazına bastırdı. Arkada böğüren ineklerin, makinelerin sesini duymaz olmuştu. Daha çok bastırdı. Yardı. Bıçağı boğazın içinde titretmeye başladı. Titreşimin nota oluşturduğunu hissetti. Var olmayan tüyler ürpertici bir notaydı bu. Dananın gözleri dolunay kadar açıldı. Işığını kaybetmiş bir dolunaydı bu. Dolunaydan aşağı akan beyaz irine bazıları gözyaşı diyebilirdi ama bu ifade bayağı bir dramdan farklı olmazdı. Bu bize istediğimizi verir, kavgaya itmezdi. Bizeyse daha güçlü bir şey lazım, belki sapmamış bir karamsarl… Ölü süt danasını arka ayağından tutarak sürüklediler. Kanda kayması kolay olmuştu. Parçalandı. İlerde küçük bir kentsoylunun ağzında Vedat Milorvari yorumlara araç olacak hale gelmesine az basamak kalmıştı artık. O ise işini yapmaya devam ediy… İki kişinin tutamadığı büyüklükte bir inek gelince yardım istedi. Geldiler. Zapt ettiler. İneğin boğazını kesti ve çenesine bastırdı. Çok bastırmış olacak ki ineğin kafası sadece ensesinden bir parça ete tutunur halde baş aşağı parçalanmaya gitti.

* * *

“…yaşındaki baba cinnet geçirdi, iki çocuğunu ve eşini öldürdü. Muğla Milas’ta Ahmet G. belirlenemeyen sebeple cinne…”

“Haber dışında yok bi şey”

“Kapat zaten çıkacaz şimdi ne televizyonu, hala? Hadi hazırlan.”

“Hazırım ben işte.”

“Böyle mi gelceksin?”

“Evet, niye ki?”

“Hiiç… Ne biliyim? Bekle o zaman beni.”

Televizyonu kapaması için sebep kalmamasına rağmen kapattı. Yarım yıl sonra değiştireceği yarım yıllık telefonunu eline aldı ve kurcalamaya başladı. Alternatif bulamadığından olsa gerek aklındakine yöneldi.

“Sesini aaç, duyamıyorum tam.”

Sevgilisinin, artık her ne ise, isteğine uymuş olacak ki sesi sonuna kadar getirdi. Telefonundaki görüntüleri uygulamak için hazırlanıyorlardı. Tabi biraz daha yaratıcı ögeler eklemek zarar getirmezdi ya da getirirdi ya da tam da istedikleri buydu. Sevgilicilik oynamalarının sebebiyse yalnızca personele olan ihtiyaçlarından kaynaklanıyordu. Yan odada sevgilisinin hazırlanmasına daha çeyrek saat vardı. Ona ise beş dakika bile yeterdi. Uçkurunu eline aldı. Aklını cinsellikten ayıramayan hevesli buluğ edasıyla işini bitirdi. Yaşam gücünü elinde bulunduran sıvıyı ellerine buladı ve sıvı sabun sıkmışçasına ellerinin her tarafına yaydı. Bu duruma müdahale etmeksizin sevgilisinin yanına koşt…

“Bak.”

“Noldu?”

“Ellerime bak.”

“Ne o? Of manyak seni ya. Napıcaksın onla cildini mi nemlendiriyosun?”

“Melis için. Süpriz.”

“İyi, Kenan’a da yap ama. Süprizini.”

“Yaparım. Sürprizimi.”

Vurgulanan sürprizlerin sıklaşmasıyla hazırlığın son rötuşlarını yaptılar ve çıktıl…

* * *

Orta hallice bir et kombinası olduğundan nispeten iyi sayılırdı. Vasfı kalmamış at, eşek benzeri ya da öleli çok olmuş ama o kadar da çok olmamış toynaklıların kesilmesi hiç görülmezdi. Mesaisi bitti. Alaca kanları paspasıyla mazgala itti ve duvara dayadığında mor lahanaya benzetti. Güldü. Nispet yapıp pancar kadar kızarana kadar güldü. Muz sarısı eldivenlerini, üzerinde böğürtlen ezilmiş bir muz, kanlı önlüğünü çıkardı, ast…

Loş olmayan ışıklı otobüste yüzü çok net seçiliyordu. Koyu buğday teni, yeşil olmak istemiş mavi gözleri vardı. Çizgi sayılabilecek dudaklara gölge düşüren kemerli, iri delikli burnu vardı. Otobüsün loş olmaması göz diktiği şeyin netliğinden yararına, göz dikmesinin göze çarpmasından zararına geliyordu. Ama hayvan kesmedeki başarısını dikizlemeye, insan kesmeye de aktarabilmişti. Ellerinde kalmış kuru kan, terle birlikte aktifliğini kazanmış ve dur düğmesinde yerini almıştı başka birisi basana kadar. Otobüs durağa geld… İnd… Eve vard… Ön görülmesi muhtemel olarak yemek yedi, televizyon izledi ve karısıyla sevişip yattı. Sevişmek pek naif kalırdı. Hatta iki kişilik bir eylem gibi algılanabilirdi. Becerme ise muzip bir ifade ve bizlere yabancı sayılırdı. S.kme garipsenmez ve sahicidir. Karısını s.kti ve beşte uyanmak üzere yattı.

Uyandığında karanlıktan çıkmaya çalışan bir buz göğü ele geçiriyordu. Martıların sebepsiz kahkahalarına insanların sebep araması gibi manasız bir vakitti ama işte kahkaha da bir manaydı. Yatağından kalkt… Kapıyı açt… Mutfaktan soğuk su içti ve yatak odası yerine çocuk odasına gitti. Yaşları tek elle gösterebilecek iki çocuk odanın iki yanındaki yataklarındaydılar. Babanın gelişini fark edemediler, edemezlerdi. Masumluğu kapalı gözlerden anlayamayacak baba hiçbir şekilde anlamazmış gibi soyundu. Çocuk teninde ince bacaklı bir örümceğin yürüdüğünü hissedebiliyordu ancak. Maddenin beyne, beynin hislere tesirinin somut örneği olarak babasının önünde, altındaydı. Algıları kapalı olsa da ruhsal mücadelesi tetiklenmişti. Algıüstü bir direniş vuku buldu ve tanımlanamıyordu. Keskin olarak nefsi idrak gerektiren bir direnişti bu. Onda bu vardı ve yoktu. Önce tüyleri mızrakmışçasına dikildi. Sonra kalbi parçalanmak ister gibi attı. Sıyrık pijamasına doğru giden eli titredi ve bağırd… Baba ağzını kapadı. Daha çok bağırdı. Benliği olmamış gibi bağırdı. Kavramları çöpe atarak bağırdı. Zıtlıkları ve teki kaosa sürükleyerek bağırdı. Herkes uyan…

* * *

“Gelmiş onlar el sallıyo bak Kenan.”

“Evet.”

“İkna edebilir miyiz ki sence? Yani işte…”

“Bilmem.”

Kenan zoraki, Melis ise masum gülümsemeyle yerinden kalktı. El sıkıştılar. Öpüştüler. Bilinmeyen amacın kurbanı olabileceklerini bilemeden oturdular. Sonra diğer çift de oturdu.

“Ee gözünde bi şey… Yok orda değil. Du…”

“Nerde?”

“Dur sen bi ben alıyim. Çıkmadı.”

“Alsana sen Erdem ya.”

“Aldım Melis. Bak elime.”

“Hani?”

“Sen neler yapıyosun Kenan? Devam mı hala ayn…

* * *

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *