Gökyüzünü yeniden görmem gerekiyordu. Son kapanıştan bu yana 53 gün, 16 saat ve 43 dakika geçti. Yüzeyin metrelerce altında yaşayan halkım içinde ben, ayrık otuydum. Şefimize göre bir akıl hastasıydım, tedavi edilebilirsem aralarına yeniden karışabilirdim. Ailemden geriye kalan teyzem ve iki kardeşim içinse her an kendini imha edecek saatli bir bomba… Oysa tek yaptığım kapanışı geciktirmek için mahzenlerdeki çarkları kapatmaktı. Onu da başaramamıştım. Şimdiyse elektrikli tellerle çevrili, sözde pek de ölümcül olmayan küçük bir kafesten loş sokakları izliyorum. Gardiyanım on üç yaşında bir çocuk, Tomruk, bir ayağı kısa sandalyesinde oturmuş, yan gözle bir bana bir de sokağa bakıyor.
Sonunda dayanılmaz sessizliği bozdum. “Biliyor musun, buna gerek yoktu.”
Tomruk etrafımı saran kafesi süzdü. “Sen de uslu durmalıydın.” Sesindeki tereddüdü son anda yakaladım. Buradan bir an önce çıkmak istiyorsam şansımı zorlamalıydım.
“Şefle konuşmak istiyorum. Uslu duracağıma yemin ederim,” diyerek yalan söyledim. Halkım içinde bu konuda başarılı olan benimle birlikte üç kişi daha vardı ve Tomruk onlardan biri değildi. Yeniden yüzüme baktı. “Ben sadece… Yeniden görmek istedim. Bu yılın en uzun kapanışı olacak.” Dudaklarımı büküp, gözlerimi birazdan ağlamaya başlayacakmışım gibi kıstım. Küçük gardiyanımın yüzü yumuşadı. Etrafını kolaçan etti ve usulca cebine uzandı. İnce, kısa parmakları arasında metal parıltıyı görünce yüzüme yayılan gülümsemeye engel olamadım. Tomruk ayağa kalktı ve kafese yaklaştı.
“Gitmene izin verirsem beni Kuleciler Birliği’nden atarlar,” dedi fısıldayarak. “Üstelik bir şeyler duydum, bu akşam seni çıkaracaklar sanırım.”
“Ne? Bunu nereden duydun?” Ayağa kalkıp ona doğru yaklaştım. “Bunu sana kim söyledi?”
Tomruk yüzümü inceleyip omuz silkti. “Sana bunları söylememem gerekiyor. Keşke uslu dursaydın.” Başını eğdi ve sallanarak yerine geçip oturdu. Sessizliği beni çıldırtıyordu. Ona aldırmadan kafesi tekmeledim ve hafif ama etkili bir şok dalgasıyla sarsıldım. Yerden kalkamayacak kadar kızgındım.
Orada ne kadar uzandım bilmiyorum, sokaktaki kalabalık giderek azaldı. Yemek dağıtımı birazdan başlamak üzere olmalıydı. Işıklar kısıldı ama beklediğim anons yapılmadı. “Lütfen söyle, beni nereye çıkaracaklar? Bunu Şef mi istedi?” Tomruk başını kaldırmadan elindeki anahtarlarla oynamaya başladı.
Nihayetinde pes edercesine “Kuyu’ya,” dedi. “Seni gece yarısından önce Kuyu’ya çıkaracaklar.”
Bu, elektrikli tellerle sarılarak bir çukura atılmak gibiydi. Bir ölüm fermanı. Geri dönülemez cezaların verildiği, gidenin bir daha görülmediği ve düşenlerin bir daha çıkamadığı Kuyu. Buradan bir an önce çıkmalıydım. Ali’ye mektubu ulaştırmalı, karanlık odadaki zulamı aileme vermeliydim. Sonra da bu dipsiz mağaralardan çıkmalıydım. Başımı ellerimin arasına aldım. 53 gün 22 saat 32 dakika. Göz ucuyla gardiyanımı kontrol ettim, dikkati sokağın ilerisinde kapatılan dükkândaydı. Yavaşça ayakkabımın tabanına gizlediğim minik bıçağa uzandım, Ali haklıysa bir kesik elektriği kesmek için yeterliydi. Tele yaklaşıp kesmeye başladım. Tomruk şimdi mırıldanıyordu. Kulecilerin şarkısını mırıldanırken bakışları sırayla kapanan dükkânlarda, evlerine gitmeye çalışan insanlarda geziniyordu. İşim bittiğinde klik sesini duymamasını umdum. Gözlerimi kapatıp açtığımda her şey aynıydı. Tomruk ayağa kalkıp arkasını bana dönerek cama yaklaştı. Tek bir şansım vardı. “Hep ilginç biri olduğunu düşünmüştüm,” dedi. “Bir gün burayı yönetebilecek kadar ilginç.”
Durdum. Aramızda birkaç adım mesafe kalmıştı. “Burayı yönetmesi gereken ben değilim,” diyerek üstüne atıldım. Onu cama yapıştırıp kollarını bir arada tutmaya çalışmak zordu. Sürekli kıpırdanıyor ama bağırmıyordu. Masanın yanındaki sopaya uzanıp elime aldığımda kollarımın arasından kurtuldu ve cebindeki alarma bastı. Üstüne atılmak üzereyken silahını çıkardı, elleri titriyordu. “Dur! Sadece dur Pera!”
“Üzgünüm.” Sopayla başına vurup onu bayıltırken kalbimin yerinden çıkacağını düşündüm. Alarm tüm sokaklarda yankılanmaya başladığında dışarıya çıkmış var gücümle koşuyordum. Boş, dar sokaklarda koşarken evlerin ışıkları giderek parlıyor, Kulecilerin sesleri uzaktan giderek yaklaşıyordu. İri bir kütleye çarpana kadar bu işten yırtabileceğimden emindim. Kollarımdan havaya kaldırıldığımda Şefin bezgin bakışlarıyla baş başa kaldım. Kırışık yüzü asılmıştı, o noktada beni ne Ali, ne de Şefin ailemle olan geçmişi kurtarabilirdi.
“Neden kaçıyorsun?” dedi. Sesindeki sakinlik ürkütücüydü. Cılız sokak lambasının altında saklanabileceğim tek bir köşe dahi yoktu.
“Beni Kuyu’ya atamazsınız!” diye çıkıştım. Bundan daha ağır bir ceza alamayacağımı biliyordum. Kuyu’nun ötesi yoktu. Ne var ki cezamı düşürmeleri için aklıma zekice bir bahane de gelmiyordu. “Hâlâ ailemin taşını taşıyorum.” İki Kulecinin arasına sıkışmış halde boynumdan sallanan kolyeyi başımla işaret etmeye çalıştım. Şefin bakışları kolyeye kaydığında başını iki yana salladı.
“Kuyu’dan bahseden kim?”
“Beni oraya atmayacak mısınız?”
“Hayır.”
“Ama beni bu akşam çıkarıp Kuyu’ya atacağınızı duydum.”
Şef kahkahalarla güldü. “Aptal çocuk…” İç çekerek ekledi. “Kuyu’ya değil, Kunya’ya çıkarılacaksın. Başlamak üzere, gitmeliyiz.”
“Aptal Tomruk,” dedim kendi kendime ve ona zihnimin içinde dikenli tellerle türlü işkenceler ederken yürümeye devam ettim.
Altı kişilik küçük ama nüfuzlu meclisimiz Kunya, bu defa köstebekler yerine halkın güvenliğini sürekli riske atan bir genç yüzünden toplanıyordu. Karşılıklı olarak dizilen altı iskemle, Şefin yerine geçmesiyle doldu. Beni çemberin ortasına çıkardıklarında fısıltılar da yükselmeye başladı. Şef elini kaldırıp herkesi susturduğunda yutkundum. Altı çift göz beni izlerken hareketsizce durmak çok zordu. “O, geri döndü,” dedi Şef. “Kâşif geri döndü.” İhtiyarların gözleri kocaman açıldı, içlerinden biri yere düşmek üzereyken arkadaşının ceketine asılıp son anda durdu. Bu haberi almak için bu kadar uzun süre yaşayacağımı ben bile düşünmüyordum. Ben daha doğmadan halkımızı terk eden Kâşif, dış dünyada geri dönecek kadar uzunca hayatta kalmayı başarmıştı demek. İnsanlığından geriye ne kalmıştı? Peki ya uzuvları yerinde miydi? Kaç yaşındaydı? Merak, endişe ve korku… Odayı saran tüm duygular, duvarlara asılan ışıklar kadar güçlü, etrafımızı saran hava akımı kadar keskindi. Şefin sesi düşüncelerimi böldü. “Onu içeriye alın.”
Kuleciler geriye çekilip Kâşif’i içeriye aldıklarında tek afallayanın ben olmadığımdan emindim. Sağ omzunda zayıf bir Makak maymunu duran kadının sol elinde de uzun, irice bir sopa vardı. Kadının uzuvları yerindeydi, bakışları aklının hâlâ yerinde olabileceğini söyleyen bir kararlılıkla parlıyordu. Dağınık saçları ve tozlu kıyafetleriyle kadın kolundaki ağır çantayı yere bıraktı ve etrafı inceleyerek başını salladı. “Her şey hatırladığım gibi.” Gözleri, gözlerime kilitlendiğinde irkildim. “Nerede benim çırağım?”
“Zühre…” dedi Şef ayağa kalkarak. “Uzun bir yoldan geldin ve ilk söylediğin şey bu mu?”
“Evet uzun, oldukça uzun bir yolculuktu.” Gözleri bir an için uzağa dalıp geri döndüğünde dikkati yeniden benim üstüme kaymadan önce yüzünü Şefe çevirdi. “Ama bunları konuşacak vaktimiz olacak. Şimdi, çırağım nerede?”
“Çırak da ne demek?” diyerek araya girdim. Belki de varlığımı meclise bu kadar hızlı hatırlatmamalıydım.
Deliliğimi onaylarcasına bana bakanlar arasında en yaşlı olanları cevapladı. “Her kâşif, eğer geri dönmeyi başarırsa kendine bir çırak seçer ve onu eğitir. Birlikte Kâşif için son olacak bir yolculuğa çıkarlar. Geriye yalnızca birisi döner ve dış dünyadan halkımızı korumak için çalışır.”
“Sen kimsin ve neden buradasın?” Zühre tüm odağını bana çevirdi ve beni tepeden tırnağa merakla süzdü. “Hırsızlık? Firar girişimi? Bıçaklama?”
Her bir tahmini için başımı iki yana sallarken Şef cevap vermek için benden önce davrandı. “Kapatmayı engellemeye çalıştı. İki kez!” dedikten sonra Zühre’nin siyah gözleri parladı. Omzuna sıkıca yapışan maymunuyla çemberin ortasına kadar gelip tam karşımda durdu.
“Bunu yapma sebebin neydi? Dışarıya mı çıkmak istiyorsun?” Halkımızdan hiç kimse dışarı çıkmak istemez, bunu pek düşünmezdi bile. Topluluğumuz için mağaralarda ihtiyacımız olan her şey kurulmuştu. Dış dünyanın tehlikelerinden bizi koruyan evimiz sayesinde bu kadar uzun hayatta kalabilmiştik. En azından çocuklara bunu anlatıyoruz.
Gerekçemi tekrarladım. “Gökyüzünü görmek istedim. Hayatım boyunca sadece bir kez görmüştüm. Yeniden görmeliydim.”
Zühre, ihtiyacı olan tüm cevapları almışçasına tatminkâr şekilde gülümsedi. Son kapanmadan bu yana 56 gün 17 saat 45 dakika geçti ve ben bugün gökyüzünün altında, yasaklı toprakların ötesine, deli bir Kâşif ve maymunuyla ilerliyorum.
- Kâşif’in Çırağı - 1 Şubat 2023
- Bolkar’ın Mızrağı - 1 Aralık 2019
Keyifle okudum kaleminize, ruhunuza sağlık. Yeni öykülerinizi heyecanla bekliyorum.
Keyif almanıza sevindim, teşekkür ederim
Okurken tebessüm ettim, çok tatlı bir öyküydü. Zühre ve çırağın maceralarını konu alan yeni öyküler de gelir mi?
Teşekkür ederim! Yakında gelebilir neden olmasın