Öykü

Kayıp

Kocaman adımlarla yürüyorlardı. Onlarca anıtın, sayısız ağcın ve irili ufaklı havuzların süslediği alan gezegenin en büyük meydanlarından biriydi. Özgürlük Meydanı sadece gezegenin değil cumhuriyetinde büyük ve önemli meydanlarından biriydi. Zaten koca gezegende birkaç kent vardı. Öyle ki kentlerin nerde başladığı ve nerede bittiği belli olmuyordu. Aralarında en az kentler kadar büyük doğal yaşam alanları ve yapay göller bırakılmış olmasa Cumhuriyetin merkezini oluşturan ve çevresinde dolandığı yıldızının ismini alan “Cantra Gezegeni ” kocaman bir kent havasına girmişti. Çevresinde dolanan veya koşuşturan kalabalığın bir hayli üzerinde boyları vardı adamın ve bir adım sağında yürüyen kadının. Giysileri ve uzun boyları oraya ait olmadıklarını haykırıyordu sanki ve daha önemlisi yürüyen iki kişi bundan rahatsız olduklarını belli ediyorlardı. Uzun boyluydular ama sırık gibi değillerdi. Genç oldukları her hallerinden özellikle attıkları her adımdan belli oluyordu. Meydanın ortasında bulunan yeraltı ulaşım ağından çıkmışlar hemen karşılarında dikilen binaya yürüyorlardı. Kendilerine göre kısa sayılan basamakları üçer beşer çıkarak ana giriş kapısından kayboldular.

Kapıda kendilerini omzunda apoletleri olan siyah parlak giysili bir görevli karşıladı. Birkaç kelimelik kısa görüşmeden sonra kendilerini içeriye bıraktı. Yanlarına yaklaşan mini etekli hostes karşıladığı çiftte bir an hayran hayran baktı. Uzun boylu ve son zamanlarda göremediği kadar sportif bir vücutları vardı. Binlerce yıldız sisteminin merkezi olan bu gezegende yaşayanların çoğu bürokrat ve politikacıydı. Çok farklı türler olsa da ortak özellikleri göreceli olarak kısa boylu ve tıknaz olmalarıydı. Ama bu iki kişi ve özellikle genç kadının uzun bacakları dümdüz karnıyla kendisinden çok daha güzeldi. Genç adam, Bay Lomer’le görüşmemiz vardı deyince asansörü işaret ederek “107 kat” dedi. İhtişamı her halinden belli olan salonu geçip karşılarındaki camdan asansöre bindiler. Asansör geniş bir baca gibi onlarca kat yükselen salonun boşluğu hızla aşmaya başladı. Yükseklik arttıkça bacada veya boruda ilerliyor havası güçleniyordu. Aşağıda kocaman gelen giriş şimdi küçücük görünüyordu. Bir dakika sürmemişti ki 107 kata gelmişlerdi ve asansör yolunun yarısı anca geçmişti.

Kabinden inmeden bir başka kız kendilerini karşıladı. Boşluğu çepeçevre saran terası umursamadan yürüdüler. Üzerinde süslü çerçeve içinde “Başkan Yardımcısı Lomer Tatzeg” yazan kapıya vardıklarında kapı içeriden açıldı. “İlginiz için teşekkür ederim” dedi soğuk bir sesle kapıyı açan adam genç kıza. O ana kadar yüzü içtenlikle gülümseyen kız bir anda dondu kaldı ve bir saniye sonra bu defa yapay olarak yüzüne bir gülümseme yerleştirerek geri çekildi. Kapıyı açan şişman orta yaşlı adam vıcık vıcık yağ kokan bir sesle konuklarını içeri buyur etti, “Buyurun efendim” diyerek. Uzun boylu iki konuk içeri girdiğinde adam kapıyı dışarıdan kapatmaya çalışan sekreterine, “Konuklarımızın geldiklerini iletir misiniz” dediğinde içeri giren adam bir an duraladı.

Gezegen, nasıl koca bir galaktik Cumhuriyete hükmediyorsa adamın çalıştığı işletme de cumhuriyetin en büyük ticari işletmelerinden biriydi ve Emlak ticaretine hükmediyordu. Global Şirketi, ışığın bir uçtan bir uca onbinlerce yılda yol aldığı Cumhuriyetin en büyük emlak işletmesiydi. Resmi sayımlarda var olan beş binden fazla yıldız sistemi ve kırk binden fazla gezegen kayıtlıydı portföylerinde. Bütün bu gezegenlerde şubeleri vardı. Alınıp satılacak bina, arazi, göl deniz neredeyse hepsinden haberdarlardı. Ayrıca henüz Cumhuriyete dâhil olmamış sayısız yıldız sisteminde de etkiliydiler. Nasıl olmasınlar ki Şirketin ortakları arasında emekli senatörler, devasa çiftlik sahibi çiftçiler, uzak sistemlerin kalburüstü zenginleri, emekli amiraller vardı. Ve işin boyutu, Parlamentonun çıkardığı son yasadan sonra gezegen alıp satmaya kadar varmıştı ticaretlerinin boyutu. Koskoca cumhuriyetin duraklama dönemine girdiğini hissedenler atılım olması için Galaksinin dış bölümünde kalan ve henüz yerleşime açılmamış gezegenleri de satmaya başlamışlardı. Uzaklardan gelen iki kişi de bu şirketin büyüklüğünü bildikleri için verecekleri yüksek komisyona aldırmadan içeri girmişlerdi. Çünkü dertlerine ancak böyle büyük bir şirket çözüm bulabilirdi.

İçerisi sanki dışarıdan daha büyük gelmişti kendilerine. Yüksek tavanlı kocaman bir salon önlerinde uzanıyordu. Tavanı taşıyan on iki sütün ayrı mimari tarza sahipti. Belli ki Galaksinin merkezinde bulunan yaşlı kırmızı güneşlerinin çevresinde dönen on iki uygar gezegeni temsil ediyorlardı. Zaten sütunların ortasındaki beyaz mermer zemine de bu Odth sistemi işlenmişti. Bir basamak inerek zemini adımladılar boydan boya. Tıknaz adamın yüzünde sanki ameliyatla yerleştirilmiş gülümsemesiyle kızıl koltukları işaret etti. “Aslında vaktimiz dar, işimizi bir an önce halletseniz” dedi acelesi olduğunu belli eden bir ses tonunda.

Başkan yardımcısı Lomer Tatzeg yerinden doğruldu. Başını hafif çevirerek masasının hemen arkasında duran kabartmalı haritaya baktı. Arkasındaki duvarı bir baştan bir başa kaplayan harita güç aldığı bir figürdü. Masasının üzerindeki antik bir düğmeye dokundu arkasındaki harita ışıldamaya başladı. “Güneşimizden adını alan Cantra Galaksisi, üzerinde nereyi isterseniz size orayı satabiliriz” dedi. Sırıtmaya varan bir gülümsemeyle ekledi “Bedelini ödemeye hazırsanız tabii” dedi. Şimdi salonda duran üç çift göz ışıl ışıl yanan devasa haritaya bakıyordu. Basık oval sayılabilecek parıltılar kümesi duvardaydı. Kimi parlak ışıklarla yanıyordu binlerce milyonlarca noktanın kimi de varlığı yokluğu birmiş gibi soluk duruyordu. Merkeze yakın bir yerlerde kırmızı bir nokta diğerlerinden çok daha canlı duruyordu.

“Bizim o kadar çok ödeme gücümüz yok” mütevazı bir gezegen bize yeter” dedi genç kadın. Eliyle merkez dışındaki soluk noktaları gösteriyordu. Adamın yüzü biraz asıldı sanki. İlk görüşmelerindeki etki soylu zenginlerle iş yapacağıydı. Müşterilerini metrodan çıktıklarından beridir takip ediyordu. Kıyafetleri, bu salonun gördüğü ihtişamlı hatta züppe denilebilecek kişilerden çok daha basitti yine de şimdi şaşkın bir şekilde baktığı çiftten daha fakir giyimli ama büyük alışverişler yapan müşterileri de olmuştu. Bunlarda zenginliklerinin henüz farkına varmamış o taşralılardan olmalıydı.

Nasıl bir gezegen arıyorsunuz” dedi ağzı laf yapan adam. “Maden zengini bir gezegeni ister misiniz?” Biraz geriye döndü masanın üzerindeki küçük cihazı aldı duvardaki haritaya dönerek merkeze yakın bir yerde bulunan mavi noktayı hedefledi . “Bu,M2.055 biliyorsunuz M madenin M sidir 2.055 şimdi üzerinde bulunduğumuz gezegenin iki katından biraz fazla demektir. Cihazının hedeflediği kırmızı nokta olduğu yerden dışarı çıktı ve havada dönmeye başladı. Kızıla yakın bir küre ağır ağır havada dönüyordu. “Buraya oldukça yakın, işletmeye hazır ve üzerinde tesisler var. Sahibi zor durumda kaldığı için satıyor. Belki biraz sistemi iyileştirmek için masraf edersiniz. Kısa zamanda kar etmeye başlayacağınıza eminim” Müşterilerini baktı ikisinden de ses seda çıkmamıştı. “Üstelik oldukça ucuz, 50 bin standart kredi istiyor sahibi.”

Kandıramamıştı, tükenmiş ve ekonomik ömrünü doldurmuş bu dünyayı satamayacağını anlamıştı. Düğmeye bir kere daha bastı kızıl küre ufalarak haritadaki yerini aldı. Bir başka noktayı nişanladı. Öncekinden daha küçük bir küre şimdi havada asılı duruyordu. Yakınındaki yıldızın parlaklığından olsa gerek pırıl pırıldı. “Üzerinde henüz yerleşim yok. Yaşam var ama ilkel düzeyde. Yani bakir ve tamamen sahipsiz ve sizi bekliyor.” Sözlerinin etkili olması için bir an durdu. “T-0.774 de isterseniz kendi dünyanızı yaratır krallığınızı kurabilirsiniz. Eğer tarım alanları yapmaya müsait ilkel bir gezegen istiyorsanız bu tam size göre. Üstelik mavi yıldızının etrafında dönen birkaç gezegeni daha var.” Kadın eşine baktı, gözlerinin içi gülüyordu, aradıklarını bulmuş gibiydiler. Adam satıcıya dönüp “Fiyatı” dedi.

“500 bin kredi istiyor cumhuriyet. Dedi. Az önce gözlerinin içi gülen adam ve kadım birden afallamışlardı. “İçinde geniş su alanları olunca fiyat artıyor tabii.” Biraz durdu gençlerin sıradan zenginler olabileceği ihtimali büyümüştü. Elindeki aracın düğmesine bastı o görüntü de duvardaki milyonlarcasının arasına girdi sıradanlaştı. “Sizin aradığınız nasıl bir dünya” Bu aslında ne kadar paranız var anlamına geliyordu. Deri koltuklara eğreti oturan çift birbirlerine baktılar. Genç kadın söze başladı “Biz aslında kendimize yeni bir gelecek kurabileceğimiz mütevazı bir yer arıyoruz” Adam söze girdi “Öyle merkezde falan olmasına gerek yok, uzak bir gezegen daha iyi olur.” Bir başka nokta daha önlerinde büyüdü. Bu defa kayalardan ibaret bir gezegen belirmişti. “Bu M3.845 aradığınız gibi kocaman ve cumhuriyetin sınırlarının dışında” “Beyim” dedi genç kadın “Sen bizimle dalga mı geçiyorsun.” Eliyle karnını göstererek “Biz bir aile olmaktan, bir dünya kurmaktan söz ediyoruz ama siz bize kayalık gezegen gösteriyorsunuz” dedi. “Bu dünyada da yaşanabilir. Kutupları normal yaşanabilir değerlere sahip” Adam ayağa kalktı “Zamanınızı aldık, teşekkürler” dedi. Kapıya yöneldiler. Adamda arkalarından yürüdü “Durun efendim” Gençlerin durmaya niyetleri yoktu. İki yabancı kapı koluna el attıklarında başkan yardımcısı nefes nefese yanlarına varmıştı.

Acele etmeyiniz efendim” dedi. Koca salonu koşar adımda geçtiği için soluklarını normale dönmesi için birkaç saniye bekledi. “Başka çözümlerde üretebiliriz” Kendisine tepeden bakan iki çift göz anlamamışlardı neler olduğunu “Sizi bir arkadaşımın yanına göndermek istiyorum sanırım o sizin bütçenize uygun bir yer bulur” Elini atıp kendilerini büroya yönlendirmek istedi ama kolları anca adamın kalçasına gelince vazgeçti. Kapıyı açtı dışarı da az önce kendilerini asansör çıkışında karşılayan hostes duruyordu. “Buyurun Bay Tatzeg” dedi. Adam yüzüne yapışan gülümsemesiyle “Bizlere en iyi kahvemizden getirir misiniz” dedi. Kapıyı kapatmak üzereyken ekledi “Bir de Tanma’daki kardeş şirketimizi hologramdan bağlayabilir misiniz” dedi. On dakika sonrasında iki genç kapıdan yüzlerindeki memnun ifadeyle binadan çıkıyorlardı.

Tanma başkentin banliyölerinden biriydi. Nispeten daha az zengindi. Kısa bir yolculuktan sonra Başkan yardımcısının gönderdiği ikinci sınıf işletmenin kapısındaydılar. İlk girdikleri binaya göre kulübe sayılabilecek bir binadaydı. Olsa olsa onbeş veya yirmi katlıydı. Ve sıradan bir görünüşü vardı. Kendilerini orta yaşlı bir bey karşıladı ve içeri buyur etti. Mütevazı bürosunda hemen konuya girdi.

Biz büyümeye çalışan bir emlak işletmesiyiz. Üstelik ben uzun yıllar Lomer beyin yanında çalıştım. Ve bir gün kendi işimi kurmanın zamanı geldiğini hissedince bu işletmeyi kurdum. Laf aramızda şirketimizin gayri resmi ortaklarından biride Lomer Beydir” dedi. Karşısında oturan çifti etkileyemediğini düşünmüş olacaktı ki sözlerine devam etti. “Az kar payıyla çok iş yapmak ana prensibimiz. Büyük şirketlerin beğenmediği kıyıda köşede kalan gezegenleri veya gezegen sayılmayacak uyduları satmaya çalışıyoruz.”

O zaman lafı uzatmanın bir anlamı yok. Bizim bütçemizi size söyledi az önce Mösyö lomer” elinizdeki örnekleri görmek istiyoruz.” Adam delikanlıya baktı. “Siz bir yerlerden anımsıyorum sanki” dedi. “Yüzünüz tanıdık geliyor” Genç kız atıldı “Eşim uzun yıllar medya sektöründe çalıştı” dedi. Biraz durakladı gereksiz bir şeyler söylemek istemiyor gibiydi. “Kendini emekli etti ve çocuklarımızla birlikte bir yerlere kök salmak istiyoruz” dedi. Elleri istem dışı karnını okşuyordu. Adama anlamamış gibi bakınca eşi ekleme yaptı. “Yakında bebeklerimiz olacak” dedi. Satıcının gözleri masasında konuklarının göremeyeceği açıda duran çerçeveye kayıyordu zaman zaman. Çerçevede zaman zaman yüzler beliriyor ardından kayboluyordu. Onlarca yüz görünüyor ardından kayboluyordu.

“Tebrik ederim, neyse ne biz işimize bakalım, istediğiniz özellikler sayın bakalım” dedi. “Genç kadın söze girdi. Yaşam olsun, rahat soluk alıverebileceğimiz bir yer olsun ve tarım yapabilelim yeter dedi.” “Peki, uygar toplumlar olmalı mı?” Bu gereksiz bir cümleydi. Zaten uygarlık varsa dışarıdan müdahalelere izin verilmiyordu. “Bu bizi deneyen bir soru mu?” uzun boylu kadın kızgındı?

Adam hatasını anlamıştı “Yok” dedi “Estağfurullah öyle bir şey olabilir mi?” Yerinden doğruldu. Duvardaki öncekinden daha küçük olan galaksi haritasına yöneldi. Elinde ince bir çubuk vardı. “Tam size göre bir yer var” dedi. “T–036” Size 40 bin krediye olur. Fiyat makul görünüyordu. Az önceki kızgınlığı geçen kadının yüzüne hafif bir gülümseme yerleşmişti. “Sanki biraz küçük, peki su var mı?” Adam müşterilerin oltaya geldiğini anlamıştı. “Kocaman denizler var ama tatlı su mu yoksa acı su mu? Belli değil henüz. Üstelik daha uygar ayak değmedi” dedi. Karısının yüzüne bakan genç adam “Acele etme sevgilim” dedi. “Bu T–036 yani Barış gezegeni tam olarak nerede” dedi. Adamın ara sıra zaman göz ucuyla baktığı çerçeve de kırmızı bir ışık yanıp sönmeye başlamıştı “Eşleşme” tamamlanmıştı üstelik sık aralıklarla yanıp sönen ışık arananın tehlikeli olduğunu ifade ediyordu. Dikkatini vermemeye çalışarak ekranın altındaki yazıları okumaya çalıştı. “Nyks” Othd güneşinin asi çocuğu. Bizzat Baron Kuzai tarafından arananlar listesine eklenmişti. Az sonra da Cumhuriyetin sivil güvenlik güçleri içeri dolarlardı. Heyecanının ve telaşını belli etmemeğe çalışarak sözlerini sürdürdü.

“Daha sonra adını İster Barış koyun ister Savaş ama o hala T-036 satış işlemlerine başlayalım mı?” Kadın ve adam yüz yüze baktılar. Yerlerinden kalkıp haritaya doğru yürüdüler. Galaksi Emlak şirketinde satışa gezegenlerin üç boyutlu görüntüler vardı ama burada anca yerini görebiliyorlardı. Koyu renkli noktalardan başlayıp parlak sarı veya mavi pırıltılara kadar ışıklı noktalar eliptik haritanın her yerini kaplamışlardı. İnce çubuğu, merkezin basık eksene doğru biraz dışında bir yerlere değirdi. Hafif soluk bir sarı nokta vardı. Uzun boylu adam bir süre daha haritanın başında kaldı. Ardında satıcıya dönerek “Küçük bir gezegen ve içinde tatlı su olup olmadığını bilmiyorsunuz. Sizce 40 bin kredi çok değil mi?”

“Ben tam tersinden bakıyorum, küçük ama şirin bir dünya. İçinde hayat var ve Tarım yapmak için koşullar müsait. Orada krallığınızı bile ilan edebilirsiniz. 40 bin iyi bir rakam.” Uzun boylu adam az önce oturduğu yere eşinin yanına yöneldi. Aslında aceleleri olduğunu biliyorlardı. Yinede fırsat atlamış gibi olmamak için ağırdan alıyorlardı. Birkaç saniye sessizlik oldu. Satıcı adamda kuytudaki bu dünyayı almak için ayağına gelen fırsatı tepmek istemiyordu.

“Tamam, 40 bin olsun ama bizi bu son teknolojiyle gönderirseniz anlaşırız ve siz satış işlemlerine başlarsınız.” Genç kadın ara bir yol bulmanın rahatlığıyla geriye yaslandı. Söz sırası şirketin sahibindeydi. “Ödemeyi nasıl yapacaksınız” dediğinde kadın elindeki çantaya hafif vurarak “Nakit olarak Kristal Krediler hazır. Siz ulaşım sorununu çözeceğinizi söyleyin hemen işlemlere başlayalım.

Akşam olduğunda satış işlemleri gerçekleşmişti. Gezegenin tapusunu belli eden kayıtlar evli çifte verilmişti. Aynı zamanda Sıçrama işlemini yapan şirkete de hazırlıkların yapılabilmesi için gerekli koordinatlarda verilmişti. Göndermenin gerçekleştirilmesi için Kantra Sisteminin en dış gezegenine doğru yola çıkmışlardı. Mekikte 1. Sınıf kabinlerde yol alırlarken İşletme sahibi adam müşterilerine hala dert anlatıyordu. Piyasadaki durgunluktan satışların bıçak gibi kesilmesinden söz ediyordu. Mevcut hükümetin boş ve atıl gezegenleri satmakla ne iyi iş yaptığını öve öve bitiremiyordu. Bu sayede hem yeni uygarlıklar kurulacak atıl kapasiteler değerlendirilecekti. Söz döndü dolaştı solucan deliği sistemine geldi.

“Ben olsam geleneksel yolla gitmeyi tercih ederdim” dedi iki yolcuya refakat eden adam. “Tamam, konvansiyonel teknoloji ışık hızını aşsa da yol hala uzun sürüyor haftalar bazen aylar alıyordu ama hazırlıklarınızı ona göre yapardınız ve hata payı ve kaza riski oldukça düşük bir yol olurdu. Solucan deliği sisteminde, minik yapay kara delikler açmak ve oradan sıçramak bana oldukça garip geliyor.” İki yolcu birbirlerine baktı. Adam “Evet bizlerde geleneksel yolu tercih ederdik ama zamanımız değerli olduğu için riskleri göze alıyoruz” Gözleri hemen karşısında oturan zarif eşine kaydı. Kadının elleri gayri ihtiyari karnındaydı. “Bebeklerimi yollarda doğurmak istemem doğrusu. Üstelik biz bir an önce gezegenimize kavuşmak ve işimize bakmak istiyoruz” dedi. Adam ne yapması gerektiğini bilemiyordu. Belki oyalamak belki güvenlik güçlerine zaman kazandırmak istiyordu. Şimdi karşısında oturan adam Büroda gizlice yaptığı kimlik taramasında aranan bir suçluyla eşleşmişti ve hala güvenlik güçlerinden bir ses seda çıkmamıştı. Birkaç saat sonrasındaysa eşleştirme cihazının hata yaptığı kanaatine varmıştı. Yarım gün süren yolculuktan sonra Zafira gezegeninin karanlık ve kayalık yüzeyine iniş yapmışlardı. Solucan deliği tesisi küçük gezegenin üç beş yerleşim biriminden biriydi.

Kendilerini Kapı Şirketinin genel müdürü karşıladı. Sistemlerinin toplum tarafından iyi tanınmadığını, geçmişte yaptıkları birkaç hatanın izlerini hala silemediklerini anlattı. Düzeneklerinin çok basit olduğunu söyledi. Uzay zaman da bir koridor açtıklarını ve kapsüllerini oradan yolladıklarını söyledi. Sistemin en tarafının, tek yönlü olduğunu söylemeyi de unutmadı. Gelecekte başka merkezlerde de benzer noktaların açılmasıyla gidiş gelişlerin sağlanabileceğini ekledi. Ve bütün bu söylevden sonra önlerine belgeler geldi. Yolculuğun tek yönlü olduğunu bildiklerini, sorumluğu üstlendiklerini, riskleri kabullendiklerini anlatan sözleşmeydi bu. Gezegenini yeni sahipleri tereddütsüz imzaladılar kâğıtları. Bir sağlık muayenesinden sonra da kendilerine kocaman bardaklarda krem renginde sıvılar verildi. Nyks elindeki bardağın rengi daha koyucaydı. Sorduklarında “Sıçrama yapacaklarını bu nedenle vücut dengesinin korunması için ilaç olduğunu söylemişlerdi kendilerine. On dakika sonrasındaysa bir yer aracıyla Kapıya yol alıyorlardı. Kapıdan da T-036’ya yani yeni adıyla Barış gezegenine gönderecek kapsüle binmişlerdi.

Bindikleri araç basit bir tarzda döşenmiş altı metre çapında ve on metre uzunluğunda bir silindirik kutuydu. Görevliler sıçramanın anlık olacağını söylemişlerdi ama yine de kapsülün içerisine kendilerine bir hafta yetecek kadar su ve yiyecek konulmuştu. Silindirin kıç tarafında üç manevra motoru vardı o kadar. Kapı üzerlerine kapanmadan önce Emlakçiyle ve sıçrama şirketinin genel müdürüyle vedalaştılar. “Birkaç saniye sonrasında kendinizi tamamen size ait dünyanın çevresinde dönerken bulacaksınız” dedi. Birkaç tur attıktan sonra uygun bir yer bulur inersiniz ve krallığınızı kurarsınız” dedi. İçeride yankılanan mekanik ses yerlerine oturmalarını ve rahatlamalarını söylemişti. Öylede yaptılar. Önce hafif bir titreşim hissettiler. Aldıkları ilacın etkisiyle olsa gerek yarı uykulu bir haldeydiler. Birkaç saniye sonrasında titreşimler sarsıntıya dönüştü. Yerden fırlatılan bir roketteydiler sanki. Vınlama sesi duyulmaya başladığında oturdukları koltuklar sallanmaya başlamıştı. Bu rahatsızlık çok sürmedi ani ve derin bir itiş gücü kendilerini oturdukları koltuğa yapıştırdı. Bir saniye sonrasındaysa ne ses vardı ne titreşim. Derin bir kuyuya düşmüş gibiydiler.

Kadın yan dönmüş kafasını hafifçe doğrulttu. Sağ salim gelmişlerdi. Yanında duran koltuğa baktı, eşi daha uyanmamıştı. Gerçekten yolculuk yapmışlar mıydı yoksa kandırılmışlar mıydı? Kontrol paneline uzandı ve kalkanları açtı. Bir anda gözlerinin önünde umut dolu bir mavi küre belirmişti. Gözlerine inanamadı, yerinden doğruldu beyaz bulutların süzüldüğü mavi okyanuslardan oluşan bir gezegen çevresine sıçramışlardı. Galaksilerinde böyle bir gezegen kalmış olabileceği akıllarına gelmemişti. Kapsül kürenin çevresinde döndükçe hayran oluyordu satın aldıkları gezegene. Hafif sağa döndü ve duvardaki yıldız haritasını açtı. Gördükleri karşısında afallamıştı. Cihaz hiç bilmediği ışıklarla doluydu. Geldikleri merkezi belirten ve sürekli yanıp sönen mavi ışık oldukça uzaktaydı. Zumladı, İçinde doğup büyüdüğü Odth yıldız sisteminin de olduğu galaksileri biraz büyüdü, o kadar. Uzaklarda parıldayan elips bir lekeydi yalnızca. Haritanın bozulmuş olabileceği anlına geldi. Aracın girdilerini bir daha gözden geçirdi, sistem çalışıyordu. O zaman kendilerini Galaksilerinin dışına sürmüş olabilecekleri aklına geldi. “Nyks dedi Nyks, uyan bizi çok uzaklara göndermişler” adamdan ses seda yoktu. İki adımda yanına vardı omzuna dokununca olabilecek en kötü ihtimal aklına geldi. Kocası nefes almıyordu. Dudaklarını hafifçe araladığında ağzının içindeki pas rengi lekeleri gördü. Eşi zehirlenmişti. Acı bir çığlık kapsülde yankılandı.

Kısa boylu yaşlı adam az önce yaptığı görüşmeyi sonlandırdı ve salonu dolduran küçük kalabalığa döndü. “Arayan Zafira’ydı, işlem tamam arkadaşlar; paket geri dönmemek üzere yola çıkmış” dedi. Salonu dolduranların yüzlerdeki gerginlik bitmiş yerini rahatlama ve gülümseme almıştı. Daha genç ve sportif olan baylardan biri sordu. “Lordum ne olduğunu tam olarak anlatır mısınız” dediğinde Kantra Gezegenine indiğinde iki yabancıyla konuşan ilk kişi olan Lomer Tatzeg söze girdi. Lord Kuzai hem tüm yıldız sistemine sahip oldu hem de halkına ve komşu gezegenlere karşı zalim olduğu işgalci olduğu şeklindeki tüm suçlamalar düştü. Asi Lider zehirlendi ve eşi sistemin yasal varisi merhum başkanın kızı Güzeller Güzeli Khao başka bir galaksiye, Hemen yakınımızdaki spiral kollu galaksiye gönderildi.” Kapı Şirketinin baş mühendisi alaycı bir şekilde güldü. “Böylece Galaksiler arasındaki ilk sıçramamızı da gerçekleştirmiş olduk…”

Birkaç saat sonrasındaysa hiç ölümden bahsedilmeden resmi açıklama yapılmıştı. “Odth yıldız sisteminin varisi, eski Cumhuriyet Senatosu Başkanlarından Krono’nun kızı Khao ve eşi Nyks yeni satın aldıkları gezegene yaptıkları sıçrayış esnasında uzayda kaybolmuşlardır. Kendilerini arama çalışmaları devam etmektedir.”

Cevdet Denizaltı

Ben Cevdet Denizaltı; tercih ettiğim şekilde olursa Aziz Hayri. İzmir’de Eşrefpaşa’da doğdum. Önce Çınarlı Endüstri Meslek Lisesini sonra Erkek Sanat Yüksek Öğretmen Okulunu bitirdim. Makine Teknolojisi bölümü öğretmeni olarak görev yapıyorum. Okumayı, araştırmayı, yazmayı seviyorum. Tür ayrımı yapmam, bilimkurgu, fantastik kurgu ve tarihi romanlar favorim. Poe ve Tolkien hayranıyım.

Kayıp” için 8 Yorum Var

    1. merhaba
      Okuduğunuza sevindim. Tam onikiden vurdunuz. Bu uzun bir romanın girişi sayılabilecek bir deneme. devamını yetiştirebilirsem bu ayki seçkiye göndereceğim. bu uzun zamandır aldığım iyi haber…

  1. Merhaba. Doğrusu bayağı derin bir hikâye olmuş. Bittiğinde bir an, ne oluyor, dedim. Durağan yapısına karşın okuması da zevkliydi. Devamının olacağını görünce sevindim zira öykü bu haliyle biraz havada kaldı gibi.

    Bu okuduğum ikinci öykünüz ve ikisini de sevdim. Lakin görüyorum ki hatalar tekerrür etmekten geri kalmamış. Keşke noktalama işaretlerine biraz daha özen gösterseydiniz. Belki çok sorun değil ama böyle güzel bir öykü de hata bulunmaması daha uygun. Hatta noktalama işaretlerini düzeltene kadar her yeni öykünüzün altına uyarı cümlesi yazacağım 🙂 Bakın ciddiyim.

    Öykü için tebrik ediyorum. Devamını bekliyor olacağım.

  2. Merhaba
    Okuduğunuz ve eleştirdiğiniz için teşekkür ederim. Uzun zamandır aldığım en iyi eleştiriyi aldım sizden-hadi itiraf edeyim uzun zaman falan olmadı bu ilk- Cevap olarak neler yazmam gerektiği konusunda kendimde cesaret bulmam zaman aldı, yazacaklarımı tasarlamam bu süreyi iyice uzattı. Eğer “Mit” mail atmasaydı hiç haberim olmazdı belki de yazdıklarınızdan. Bu hikayeler bir romanın çekirdeği sayılabilecek denemeler. Hani eskiden romanlar önce gazetelerde tefrika edilirmiş ya işte öyle. Noktalama işaretlerine gelince; sanırım bu büyük bir dert benim için. Zamanla halledeceğimi düşünüyorum. Çünkü yazdıklarımın genel çerçevesinin daha düzenli olması daha çok zamanımı alıyor. Mantık hataları veya zaman hataları olmaması önemli konular. Bir de isimlerde isim bulma konusunda çok zorlanıyorum.
    Neyse eleştirinizin beni mutlu ettiğini bir kere daha söyleyip sözlerimi bağlamak istiyorum. teşekkür ederim.
    Haa bir de okuduğunuz diğer hikaye hangisiydi…

    1. Selamlar. Hoş cevabınız için ben teşekkür ederim.

      Bu konuyu zamanla halledebileceğinizi aynı şekilde düşünüyorum 🙂 Zaten önemli olan noktayı belirtmişsiniz. İçerik sağlam olduktan sonra diğer problemlerin çözümü genelde daha basittir. Sadece birazcık özen ve sabır ister.

      İsim konusu cidden can sıkıcı. Açıkçası isim bulma konusunda dünyanın en acınası kişilerinden biri olduğumu düşünüyorum. Bundandır ki çoğu öykümde (Evet, bende yazıyorum ve bir gün okumaya da beklerim) isim kullanmıyorum. Bazen okuyanlar ‘ağbi böyle isim bulunmaması cidden çok cool olmuş’ diyor ama bir bilseler o konuya kafa yorarken zihnimin overdose olduğunu sanırım pek bir garip olur.

      Okuduğum diğer hikâyenizin ismi Kâbus idi. Hatta altına yorumda da bulunmuştum.

      Güzel günler dilerim.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *