“Bugün sana başka bir masal anlatacağım,” dedi yaşlı adam. Sesi kırılgandı ve yüzünün rengi soluktu. “Ama önce okuluna gitmelisin,” diye ekledi ardından. “Okuldan döndükten sonra yanıma gelebilirsin, şu iskemlede oturuyor olacağım.” Eliyle iskemleyi göstermek istercesine bir işaret yaptı.
Kedi miyavlamasına benzer bir sesle, “peki dedeciğim,” dedi Salih. Anne ve babasından çok dedesinin sözünü dinlediğinden, ebeveynleri kimi zaman dedesinin söylemesini sağlıyordu, özellikle yemek yemek ve ödev yapmak gibi konularda. Dedesinin bir dediğini ikilettiği görülmemiş bir şeydi. Okulun son günleri olmasına ve havaların iyice ısınmasına rağmen bugün de okula gitmeyi kabul etmişti Salih. Üstelik arkadaşlarının yarısından fazlası okula gitmeyip dışarıda oyunlar oynarken. Bunun tek sebebi vardı elbette; dedesinin, sözünü dinlediği takdirde kendisine hikayeler, masallar ve hayatından kesitler sunması. Salih’in severek yaptığı tek şeydi belki de, dedesi konuşurken dinlemek.
“Benim bilge bir dedem var,” diyerek övünürdü çoğu zaman. Dedesinin namını okulda ve mahallede duymayan kalmamıştı Salih sayesinde. Ara sıra arkadaşlarının da evlerine gelip dedesinin anlattıklarını dinledikleri zamanlar oluyordu. Hatta aralarında geçen bu hoş sohbetlere bir isim bile bulmuşlardı.
“Kayıp Çocuk Masalları.”
Oyuncak robotunu bahçedeki masanın üzerine koyup sandalyeye oturduktan sonra dedesinin bugün nasıl bir şey anlatacağını merak ederek sabırsızlıkla beklemeye başladı Salih. Yaşlı adam, yaşlılığıyla doğru orantılı bir şekilde yavaş hareketlerle oturdu, bahçedeki boynu bükük elma ağacının yanında bulunan iskemleye. Titrek gözleriyle bahçeyi ve içerisinde bulunan çeşitli ağaçları taradıktan sonra odak noktasını ahşap masa üzerindeki oyuncak robot olarak belirledi. Bir süre anlamsız bakışlarla robotu süzdü, ardından Salih’e doğru çevirdi gözlerini. Yılların yorgunluğu gözlerinden ve kırışmış cildinden rahatlıkla okunabilmekteydi. Çocuk, dedesinin konuşmasını dört gözle bekliyordu ve bir an önce başlamasını istediği her halinden belli oluyordu. Birkaç sessiz dakika daha geçmişti ki, dedesi konuşmaya başladı.
“Oyuncağını bana uzatır mısın, Salih?”
Bu soru üzerine afallayan çocuk, belki hemen konuşmaya başlar umuduyla hızla yerinden kalkıp şaşkın bakışlarla oyuncağı dedesine doğru uzattı. Tekrar yerine oturduğundaysa, dedesinin titreyen ellerinin oyuncağa doğru uzandığını ve eline aldığını gördü. Oyuncakla, az sonra anlatılacak hikayenin arasındaki bağı çözmeye çalışarak meraklı gözlerle dedesini izlemeye koyuldu.
“1935 yılıydı,” diyerek başladı yaşlı adam. O anda gözlerine baktığınızda, o yıla gitmiş olduğunu anlamak hiç de zor olmazdı. Gözlerini, oyuncak robota sabitlemiş bir şekilde iç çekti. Salih kıpırdamaksızın dedesinin ağzından çıkacak olan kelimelere odaklanmıştı. “Hayat şartları şimdikinden çok zordu, hem çocuklar hem de yetişkinler için,” diyerek sürdürdü sözlerini. “On iki yaşındaydım, yani şu an senin içerisinde bulunduğun yaş. Günlerim çoğunlukla çalışmakla geçerdi. Tarlalarımızı sürer, koyunlar ve ineklerimizi otlatır, çiftlikteki hayvanlarla ilgilenirdim. Senin anlayacağın, böyle basit ve hazır bir hayat yoktu önümde. Çalışmak gerekiyordu. Çalışmak ve hak etmek. Sonra o alın terinle hak ettiklerini, ananın ak sütü gibi helal olduğunu bilerek tüketmek. Çalışmayana ne güzel bir hayat vardı, ne de güzel bir gelecek. Ama bir şekilde mutlu olmasını bilirdim ben. İnsanlar bir şekilde mutlu olmasını bilmeliler. Öyle ya da böyle, babamın bana öğrettiği şekilde halime şükrederdim. Allah’a şükür elim ayağım tutuyordu ve çalışıyordum. Peki ya sakat doğanlar? Kim sakat doğmak ister ki? Hayat zordur, o zorluklara göğüs germek daha da zordur. Ne yazık ki güçlünün fakiri ezdiği bir dünya bizimkisi.” Göğüs geçirdi ve konuşmaya devam etti.
“On iki yaşında babamı, on üç yaşında da annemi kaybettim. Ama bu yaşıma kadar hayata karşı hep dimdik durdum.” Elini yumruk şekline getirip sözlerini görsel boyuta taşıdı. “Hiç kimseye boyun eğmedim. Bana verilen zamanda yapmam gerekeni yaptım ve artık bu dünyada pek bir işim kalmadı, ölüm beni yanına alana dek nefes almaktan başka. Bir gün sen de yaşlanacaksın Salih, işte o zaman benim şu an sana söylediklerim çok daha anlamlı gelmeye başlayacaktır. Bazı şeylerin farkında olmak için yaşımızın ilerlemesi gerekiyor. Yaşlılık da böyle bir şey işte. Geriye dönüp baktığında kocaman bir hayat görürsün, ama o hayatın içerisinde öyle anlar vardır ki, tüm hayatına yaymak isteyeceğin o kısacık anlar…
“Çok değerlidir onlar. O anları çok daha verimli bir şekilde kullanmak isterdim. Şu an pişman mıyım peki? Hayır, değilim. Ben de güzel zamanlar geçirdim bu dünyada. Her yeni günle birlikte ölüme bir adım daha yaklaşacağımı bildiğim halde, günlerimi dolu dolu yaşadım. Her şeye az da olsa zaman ayırabildiğim için mutluyum. Senin de önünde uzun bir hayat var. Bu hayatın içine neler serpiştireceğine kendin karar vermelisin. Anne ve babanın sözünü her zaman dinle Salih, her zaman. Onlar hiçbir zaman senin kötülüğünü istemezler. Anne ve babamı erken yaşta kaybetmenin vermiş olduğu üzüntüyle söyleyebilirim ki, onlar bizim için en değerli varlıklar.”
Yaşlı adam derin bir iç çekti. Gözünden düşen bir iki damla yaşı elinin tersiyle silerek, “hadi bakalım, git biraz arkadaşlarınla oyna. Bugünkü biraz kısa oldu, yarın telafi ederiz olur mu? İlaçlarımı alıp biraz dinlenmem gerekiyor.” Cümlesini henüz bitirmişti ki, öksürmeye başladı.
Salih oturduğu yerden kalkarak dedesine içten bir şekilde sarıldı. Ardından geriye doğru birkaç adım atıp bahçe kapısına doğru yöneldi. Arkasından seslenen dedesinin sesini rahatlıkla duyabiliyordu.
“Salih, oyuncak robotunu burada unuttun evladım. Gel de al hadi.”
Sevimli bir öykü olmuş, ben dede anlatmadan önce oyuncak robotu istediği için robotlarla alakalı bir şeyler anlatacağını düşünmüştüm, kendimi aksiyona, gizeme filan hazırladığım için bu açıdan biraz hayal kırıklığına uğradım. 🙂 Ancak bu haliyle de öğretici bir metin olmuş, umarım çocuklar bu hikayenizi okurlar ve hayattaki o değerli anların kıymetini anlarlar. Kaleminize sağlık.
Selamlar Bahri. Anlamlı, öğretici ama bir parçası eksik bir hikaye olmuş. Verdiği mesaj çok güzel, ona hiçbir lafım yok. Ama robotu eline alıp ona uzuuuun uzun bakması… İşte o kısım olmamış. Neden dersen robotun hikayede bir işlevi yok. Bu da insanda biraz hayal kırıklığı yaratıyor. Hani “Robot gibi olma,” ya da ne bileyim “Sahip olduğun imkanların değerini bil,” gibi bir tavsiye vermesini bekledim ama olmadı. Yine de sırf içerdiği mesaj için bile okunması gereken bir öyküydü. Kalemine sağlık…
Öykü başlarken içinde bir masal barındıracağını ima ediyor. Oysa masaldan ziyade kuru bir hayat tavsiyesi sunmuş. Böyle bir amaçla yazıldıysa başlangıçtaki uzun dedenin iyi anlatımından bahsedilmesine gerek yok. Orayı atlayıp çocuğun okuldan gelip, dedesi ile konuştuğu bölümden başlansa bu beklenti oluşmaz. Dedenin söylediklerini anlamamız için onun önemli olduğunun belirtilmesine gerek yok.
Bir öykünün karakterde bir değişikliğe sebep olması gerekir. Bu mekansal bir değişim de olabilir, duygusal ya da zihinsel bir değişim de. Bu öyküde böyle bir yolculuk yok. Oysa dedenin çocuğa bu hikayeyi anlatmasının bir sebebi, Salih’in yaptığı bir şeyler olsa ve Salih dedesini dinledikten sonra değişmeye karar verse öykü daha tutarlı olur. Bu öyküde çatışma yok. İçsel bir çatışma işi kolaylaştırırdı.
Bakış açısı her şeyi bilen üçüncü tekil şahıs ile yakın üçüncü tekil şahıs arasında bir yerde. Bu öğretici öyküde iyi bir fikir gibi. Ama acaba birinci tekil şahıs ya da daha yakın üçüncü tekil şahıs olsa güçlenir miydi? Bence zamanınız ve isteğiniz varsa bunu birinci tekil şahıs yazın. Böylece Salih’in hikayesine bir çatışma ekleme şansınız da olur.
Son söz
Klasik ana akım edebiyat eseri olmuş. Çatışmanın olmaması ve gösterilenlerin kullanılması gibi konular toparlansa daha güçlü olur. Salih ne yaptı da dedesi hayatını anlatıyor ve Salih neden sıkılmadan dinliyor gibi soruların öykü içinde daha iyi çözülmesi lazım.
Anlatımı yine çok hoş bir öyküyle karşılaştım. Ama çocuğun sonunda hayıflanmasını beklerdim. Hani o dededen görkemli masallar gelecekmiş gibi önca sözün ardından bunca öğüdü duyması beklenmedik idi. Adam o an için ölüm kaygısı yaşamış ve çocukluğunu, hayatındaki zorlukları düşünerek diline vurmuş olabilir. Ama bir masal sözü vermişti. Ardından güzel bir masal anlatsaydı keşke, hele elindeki robot ile ilgili 🙂
Gözüme takılan bir diğer unsur ise öykünün kayıprıhtım ruhunun dışında olması. (bunu fazla mı tekrarlıyorum nedir) İçinde bilimkurgu, fantastik veya korku barındırmamasını şahsen hoş karşılayamıyorum.
Özetle yine anlatım ve konu olarak güzel ve akıcı bir öyküydü. Elinize ve emeğinize sağlık.
Mümin Can, İhsan ağbi, Türkçe BKF, M. K. Immortal, hepinize, ayrı ayrı teşekkür ediyorum, öykümü okuyup yorumladığınız için.
İlk olarak şundan bahsetmeliyim sanırım. Öykünün adı neden mi Kayıp Çocuk Masalları? Adrianist bir birey olduğum için elbette. Adrianist ne mi demek? Cem Adrian adlı müzik üstadını dinleyenler hatta yalnızca dinlemekle de kalmayıp onu adeta yaşayanlara denir. Ve “Kayıp Çocuk Masalları” Adrian’ın 2010 yılında piyasaya sürdüğü 5.albümünün adıdır. Yazdığım birçok öyküde kendisine gönderme yapmayı ihmal etmem. Albüm ve şarkı isimlerini öykülerimde kullanırım. vs.
Seçkinin bu sayısında temamız “Çocuk”tu, ben de bu ismi kullanmaya karar verdim. Okumadan önce masal olabileceği düşünülebilir, gayet doğal da, lakin ben bu boşluğu öykünün içerisinde kapatmaya karar vererek, Salih’in dedesinin kimi zaman masal da anlattığını vurguladım ve içeriği öyküye hatta öyküden de kasıt bir hayat dersine dönüştürdüm. Çatışma bundan dolayı yok sanırım.
Peki öyküde robot neden var? Bu sorunun cevabını da hemen vereyim. Şöyle ki; öykünün sonunda robota bağlayacaktım olayı, finalim bile hazırdı fakat son anda bir karar değişikliğine gidip robotu öykünün içinde ama finalin dışında tutmaya karar verdim.
Dedesi olanlar bilir. Yani yaşlı dedelerimiz genelde konuşmayı, sohbet etmeyi çok severler ve olup olmadık şeylerden etkilenerek eskilere dalarlar, çoğu zaman ne anlattıklarını kendileri bile bilmez. Bu benim kişisel olarak çok hoşuma giden bir durum aslında. Yaşlı dedeleri, nineleri dinlemek paha biçilemez benim için. İşte ben de tam olarak bunu yapmaya çalıştım. Masal anlatacağını ima ediyorum en başta çünkü o gün sıra masaldaydı. Ama bir oyuncak robot bunu engelledi. Oyuncak robota dalarak eskilere, çocukluğuna gitti dedemiz.
O gün anlatacağı masalı başka bir güne sarkıtarak kendi yaşamından kesitler sundu. Ve dediğim gibi bu durumu Salih’in dedesi zaman zaman yapıyor, (hayatından kesitler sunması) öyküde de belirttiğim gibi.
Tam olarak budur yani. Umarım aklınıza takılan tüm sorulara gereken cevapları verebilmişimdir. 🙂
Tekrar teşekkürler ediyorum, hepinize, ayrı ayrı…