Eğer “umur” denen şey bir organ olsaydı muhtemelen sakat doğardı. Böyle gamsız bir adam tanımadım ben, ayrıca Metin tanıdığım en profesyonel yalancıydı. Ağzından çıkanları bırak doğması bile yalandı. İşte bu yüzden iyi anlaştık Metinle.
Anlatayım;
Okullarla hiç işim olmadı benim. Gittiğim kadar döndüm sadece binalardan. Tuhaftır karşı taraf bu çabamı her dönem sonunda süslü kuşe kağıda bir belge vererek taçlandırıyordu.
Dört minibüs ile yolculuk ettim her gün üniversitede. İkisi gidiş ikisi dönüş. İki gidiş için iki dönüş için ayrı minibüs. Tüm kombinasyonlarla sonuç olarak aynı noktaya varacaktık. Aynı kubbenin altında farklı rotasyonla aynı bilinmeyene giden aciz insanlardık. Herkes seçeneğinin olduğunu zannederken ben, olduğumu seçerdim. Önünde tabela olan otobüsler. Ne sinir bozucu! Hepsi dört tekerlekli hepsi aynı renkte. Ne fark eder bir metrelik tabelada ne yazdığı. Ben yazılarla da ilgilenmedim. Gökkuşağı daha çok ilgimi çekmişti hep. Doğalgaz faturasından anlardım gökkuşağının neden sevilmediğini. Çünkü yağmur demek masraf demekti. Eskiten demekti. Sıcaklığı, ayakkabıları, kıyafetleri. Bir boyaya yem olmuştu demek yağmur. Ulan dedim en sonunda. Ulaşamadığın bir kuşak senin kuşamını değiştirebiliyor ben miyim seçebilen insan? Ben mi seçeceğim her şeyi? 5 sene sonra kurdeleli bir kağıt daha verdiler. Yine terfi etmiştim. Hiçbir şey yapmadan koşa koşa tırmanıyordum başarı basamaklarını. Her seferinde yeni bir sınavla karşılaştım. Hepsini yuttum. Belgeleriyle de ağzımı sildim. 5-2-8-1. Bu yazıda geçen sayılar. Çarpımı 80 Toplamı 16. Birbirine bölsen 5. İşte bu yüzden 5 senede bitirdim. Matematik diyorlardı bu tesadüfe. Kendi yarattığın sayılarla yaptığın işlemleri yeni yaratılmış gibi sunmak Nobel Ödülü kazandırıyordu. En büyük deha bence bu 5’i bulabilmektir. Kimseye söylemedim. Ama Metin söylerdi. Tanıdığım en profesyonel yalancıydı.
Sonra yeşil yandı ve geçtim. Göçmen kuşlar gibi konaklamadan. O kadar hızlı geçmişim ki anlayamadım nerede olduğumu. Bir hastane odasının duvarında çentiklere bakarken buldum kendimi. Doktor olmuşum öyle dediler. Boynumda asılı klasik bir steteskop, beyaz önlük falan. Ne kadar çağdışı! Her şeyi herkesi eleştirme yetkim vardı bu dünyada. Yine bir terfi. Üstelik dişlerimden daha beyaz bir önlüğüm vardı. Daha ne isteyebilirim dedim. Düşündüm. Düşünmeyi buldum. Bugüne kadar hiç düşünmemişim. Bir de düşünseydim sıyrılırdım insanların arasından. Afrika’ya yerleşirdim belki. Hayvan sayısı daha fazlaydı insan sayısından. Elmas diye bir gerçek vardı insanları öldüren. Silah gibiymiş ama daha pahalı.
Çürük tatlar tattım. Baharatlar keşfettim. Sadece kokusundanmış farkları, burnumu kessem dedim, tüm baharatlar aynı olacak. Ne gerek var o zaman rengine şekline. Hepsi öğütüp kattım yemeğime. Yemek dediğimse yine bir hayvan cesedi üstelik. İyi müzik aleti olur dedim. Gergin ve yanmış. Yalanlar da yanmaktan gelseymiş keşke. Yanan olsaymış. En azından kokusundan anlardık. Yanık baharata en çok Kehribar’ı yakıştırırdım
Kehribar kokusuyla çıktım işte bu şekilde yola. Bir de tabela yaptırdım eğri büğrü. Önüne de Üniversite-Hastane yazdırdım. Belki yolda durduran olur diye.
Biri bindi araca, yeşile döndü bir anda içi. Yine bir kağıt verildi elime. Dediler Ağrı-Doğubeyazıt, oradan Şırnak’a süreceksin aracı. Araçtan anlamsız sesler gelmeye başladı.
Yine terfi ettim sanırım. Sürekli büyüyordu bir şeyler. Araçlar saatler, gömlekler, bedenim, beynim.
Sürdüm, defalarca sürdüm aracı. Bazen kan akıyordu camdan içeri bazen toz. Nerede olduğumu hatırladım.
Sonrası mı?
……
Bir hastalık bulaşmış biz askerdeyken herkese. Kaçırmaya çalışmışız herkesi, bize görev var sürün demişlerdi. İnanılmaz şekilde hızlı yayılan bir veba olduğunu söylediler. Daha sonra da kaçanlar önce arkadaşlarını sonra tanımadıklarını eze eze, öldüre öldüre ilerlemeye başlamışlar. Bu noktaya nasıl gelindiğini hatırlamıyorum.
Süsle kuşe kağıtları, steteskoplar, göçmen kuşlar, son hatırladığım oldu.
Bir bomba patladı yanımda.
Savaştaymışız artık.
Öyle söylediler.
İnsanın insana açtığı bir savaş, veba karşısında direnemeyenlerin, başka bedenlere direnişi.
Bir öksüz ile birlikte kalmışız yan yana.
Ve doğrultmuşlar silahlarını.
Ben iki kez vurulmuşum karnımdan, Metin ise defalarca.
Ben kaçmışım. O Kalmış. Son olarak bana emanet bir şey vermiş. Sen şimdi git ben de geliyorum diyerek.
Dedim ya gördüğüm en profesyonel yalancıdır Metin.
Gitmişim bende.
Şimdi ise bekliyorum bir hastane köşesinde göğsümde beni dinleyen steteskop, yanık kehribar kokusu ve üstünde Metin yazan künyem’le.
Üslubunuzu gerçekten başarılı buldum, üzerinde biraz daha çalıştığınız taktirde daha da iyi yerlere gelebileceğinize eminim. Kullandığınız ifadeler de üzerinde düşünüldüklerini gösteriyor. Elinize sağlık.
Merhaba,
Güzel yorumunuz için teşekkürler, pozitif yönde cesaretlendiriyor. Üstüne çalışacağım.
Teşekkürler.
Üslubu çok sevdim, sıkmadan, sürükleye sürükleye… Öykü içinde ufak zelzeleler var. Bu dezavantaj olabilecekken, öyle güzel toparlanmış ki avantaja dönmüş. Kısa öykülerin işi nakavktır ya bu bakımdan başarılı. Ancak son cümleye, öykünün diğer cümlelerinde verilen özen gibi, temayı bozmadan biraz daha çalışılması, öyküyü daha ileri bir noktaya taşıyabilir diye düşünüyorum. Eline sağlık, devamı gelsin 😉
Merhaba,
Dağınık hikayeleri seviyorum ama toparlaması güç olabiliyor, sürüş yeteneği olmadan fazla hızlı araç kullanmak gibi görüyorum. Sonlar ile alıp veremediğim var biraz doğrudur, geliştirilebilir olarak görüyorum.
Teşekkürler.
Merhaba;
İçeriği oldukça dolu, ironik bir öykü. Etkili bir dil kullanmışsınız. Ellerinize, yüreğinize sağlık.
Merhaba,
Beğendiğinize sevindim,
Teşekkür ederim.
Merhaba,
Seçkiye hoş geldiniz. Kısa ve etkileyiciydi öykünüz. Üslubu ve anlatımı beğendim.
Kaleminize sağlık.
Merhaba,
Sağ olun öncelikle. Beğendiğinize sevindim.
Umarım daha çok görüşler toplarım ilerleyen zamanlarda.
Merhaba Evren.
Kısa olmasına rağmen temposu hiç bitmeyen hatta artan bir öykü olmuş. Üslubuna da ayrı bayıldım. Eline sağlık. 🙂
Merhaba Umut,
Sonuna gelebilmek için can atmıştım ben de. Okuyan gözüyle ilerlemek çok daha heyecan verici.
Teşekkür ederim.