Adı söylenmeyen, kimsenin girmediği ve girenin bir daha çıkamadığı söylenen bir ormanın en ücra, en sakinleştirilememiş köşesinde bir tapınak bulunurdu. Bu tapınak genel olarak Uzak Doğu tarzında olmasına rağmen Batı esintileri de taşıyan, uzaktan bakanlar bir sanat eseri sayamayacağı bir tapınaktı. Oldukça eski görünümlü, bir o kadar da bakımsızdı. Neyse ki bahçesi geniş ve büyüktü ve içinde renk renk orman çiçekleri ve meyveleriyle muhteşem bir manzara ve rayiha sunuyorlardı. Dışarıdan bakanlar ilk görüşte hissetmeyebilirdi ama kendine has evlerin sahip olduğu auraya sahipti bu tapınak. Çok göreni olmadığı için bu iltifatı da nadiren alırdı.
İçeri yürümekte olan gencinse bunlar umurunda değil gibiydi. Üstü başı harap haldeydi, günlerdir yemek yememiş ve uyumamış gibi göz altları ve avurtları çökmüştü, saçları sakallarına karışmıştı. Üstündeki iki parça çaput kanla kirlenmiş ve katılaşmıştı. Etrafına bile bakmadan yürüyordu, gözlerini bahçenin sonunda bekleyen kırmızı giysileri içindeki bilgeye dikmişti. Öyle ki sanki yaşlı bilge ulaşılacak bir hedefti, varılacak bir nokta, bir zafer çizgisi. Bilge ise gün doğumunda orada bekliyordu, birini bekler gibi, belki de gerçekten de bekliyordu. Bu düşünce genç adamı titretti ama bu hissin adını koyamadı.
Tapınağın uzun ve görkemli bahçesini geçip ahşap ön merdivenlere vardığında onu tapınağın bilgesi onu başıyla selamladı. Genç de aynı selamı taklit etti ardından söyleyecek bir şeyler aradı ama zihni bomboştu. Bilge ise sessizliğini korudu.
Hiçbir şey demeden genci bir el hareketiyle içeri buyur etti, genç de sorgusuz sualsiz kabul etti. Yaşlı bilge tapınağın en alt katında temizlik yapan çırakları ve mutfağı gösterdi önce. Boyları sopaların yarısı kadar olan çocuklar yeri süpürüyordu, daha büyükleri açık mutfağı ovalıyordu. Birkaç kişi yemek pişiriyordu ve birkaç küçük de onlara yardım ediyordu. Üst katta banyolar ve yatak odaları vardı, burası gündüz saatinde bomboştu. Fazlasıyla düzenli görünüyordu öyle ki bu katta bütün çırakların yattığına inanmak imkansızdı. En üst kata çıkarken gencin içini bir heyecan kapladı ama bu yüzüne yansımadı. Meditasyon ve eğitim yapılan bu katta küçük odacıklar, büyük salonlar çeşit çeşit ahşap garip alet ve sopalar vardı. Bilge bu katı da göstermeyi bitirdi, genç adam peşinde, terasa çıktı ancak o zaman ağzından bir söz çıktı bilgenin: “Buraya ne amaçla geldin?”
“Ben…” diye başladı genç adam, uzun zamandır insanlarla iletişim kurmamıştı ne diyeceğini bilemiyordu. Bilge ise sabırlıydı, bekliyordu. “Kendimi kontrol edemiyorum.” diye bitirdi genç. Bilge başını salladı ve sorusunu tekrarladı: “Buraya ne amaçla geldin?”
Genç adam bu sefer düşünmedi. “Kendimi kontrol etmeyi öğrenmek için çırağınız olmak istiyorum.”
Bilge yavaşça, çok yavaşça başını salladı bu cevaba. “O halde artık bizden birisin,” dedi sonra en yakındaki çırağı çağırdı. “İsmin?” dedi genç adama dönüp öncelikle. Genç adam omzunu silkti, “Hatırlamıyorum.” Bunu kimse sorgulamadı. Genci kimse sorgulamadı ve bu her adımında onu hayrete düşürüyordu, ilginç bir histi bu, uzun zamandır hiçbir şey hissetmemiş biri için oldukça yeni. “O halde önce kendine bir isim seçmekle başlayabilirsin.” dedi bilge. Sonra çırağa döndü ve “Bu yeni kardeşimiz,” diye tanıştırdı onu. “Ona buraları öğret, yemek yesin, yıkansın ve bir yatağı olsun.” Çırak başını salladı, sonra gencin elini tuttu ve alıp götürdü. Genç şaşkınlıkla onu takip ederken diğer çırak onun elini bırakmadı. Sıcak hissetti genç adam ve kendi adını düşündü, doğduğundaki adını. Artık o isim geçmişte kalmıştı. Şimdiki adını ise “Kaya” koymaya karar verdi. Bir kaya kadar sabit ve stabil, güvenli ve sağlam olmak istiyordu çünkü.
Önce mutfağa indiler, Kaya ekmek ve yumurtayla karnını doyurdu. Sonra çırak onu bir üst kata çıkardı, boş yataklardan birini ona gösterdi, ona çarşaf ve yastık verdi. Ardından onu banyolara götürdü, bir jiletle tıraş olmasına yardım etti, saçlarını makasla kesti ve banyo yapması için sabun verdi. Kaya artık yeni biri gibi görünüyordu. Yatağına girdi ve gece yarısına dek de uyanmadı.
Ertesi gün eğitimi başladı. Temel meditasyon tekniklerini öğrendi; kaslarını gevşetmeyi, düşüncelerini boşaltmayı, çakralarını açmayı tek tek öğrendi ve başarıyla uyguladı. Kısa zamanda tapınağın en hızlı gelişen çırağı oluverdi, herkesle konuşuyordu ve herkes ondan tavsiye istiyordu. Sanki bunun için doğmuş gibi görüyorlardı onu. Bilge ise sadece Kaya’yı uzaktan izliyordu.
Kaya zihni boşken dürtülerini kontrol etmeyi öğrense de geceleri rüyaları onu rahat bırakmıyordu. Öldürmek ve yemek, seks ve şiddet rüyaları iştahını zorluyordu. Kaya tekrar ormana açılmayı ve orada vahşi bir adam olarak yaşamayı özlüyordu. Bedeni tekrar kontrolsüz gücü arıyor ve onu buna zorluyordu. Çoğu zaman yerinde rahat duramıyor, tapınaktaki görevlerini yerine getirirken huzursuzluktan kurtulamıyordu. Meditasyonun kendi üzerindeki etkisi gitgide zayıflamaya başlarken bir gece soluğu bilgenin yanında aldı. Ona dürtülerini açtı, artık meditasyonun işe yaramadığını anlattı ve bir çocuk gibi hüngür hüngür ağladı. Eski suçlarını itiraf etti. Ormana giren insanları öldürüp leşlerini yediğini anlattı. Tecavüz ettiği kadınlardan bahsetti, parçalayarak katlettiği adamlardan bahsetti. Zarar verdiği kuşlardan doğradığı ağaçlara kadar yaktığı tüm canları günahlarını çıkarırcasına teker teker söyledi.
O geceden sonra başka yöntemler denediler. Bilge onun başında bizzat durup Kaya’yı eğitmeye çalıştı. Ona “Dürtülerini bir hayvan gibi düşün,” dedi. “Onu eğittiğini, kontrol altına aldığını ve onun sahibi olduğunu hayal et.”
Kaya denedi. Gerçekten denedi.
Bilge onun üzerinde her şeyi denedi ve sürekli tekrarladı. “Eğittiğini, kontrol altına aldığını ve sahibi olduğunu düşün.” Kaya bir şelalenin altında meditasyon yaptı. Kozmik enerjiyi ve evrenin akışına kendini bırakmayı öğrendi. Kendi gücüyle yaralarını iyileştirmeyi başardı.
Ama ne yaparsa yapsın hayvanını eğitemedi. İçindeki öldürme isteği dinmedi, bir gece kendini oda arkadaşına saldırmak üzere bulduğunda tekrar bilgenin yanına gitti. Pes etmişti. Vücudu buna uygun değildi. Zihni güçlenmiş olsa da zaaflarına karşı zayıftı. Kaya dürtülerine karşı aciz biriydi ya da sadece bunun için yaratılmamıştı. Kendinden umudu yoktu.
“Gidiyorum,” dedi bilgeye. “Eğitilemiyorum. Kendimi durdurmam mümkün değil.”
Bilge hiç itiraz etmedi, sadece başını salladı. Sanki bunu daha önceden öngörmüş gibiydi. “Sana son bir soru soracağım,” dedi ağır ağır. “Şimdiye dek hayvanını eğitemeyen kimseyi görmedim. Senin hayvanın ne idi?”
Kaya, yahut artık yine isimsiz biri, bu soruyu utanç ve hüzün içinde cevapladı: “Tazmanya canavarı,” dedi ve arkasını dönüp tapınağı terk etti.
Merhaba. Öykünüzü beğendim. Kaya’yı kendime benzettim. Gerçekten huzur arayan ve affedilmek için çaba gösteren biri. Ama umutsuz bir vaka. Başlığı ayrıca beğendim. Aslında hepimizin içinde birer canavar var ve yaşamak onu nasıl dizginleyebildiğimiz ile alakalı. Sonraki öykülerinizi bekleyeceğim.
Merhabalar,
Temayı güzel kullandığınızı düşünüyorum. Hoş bir öyküydü genel olarak. Ancak bazı yerlerde geçişler hızlı duruyordu. Daha detaylı olabilirdi. Karakter daha iyi anlaşılabilirdi böylelikle.
Bazı cümleler de fazla uzundu. Öykünün ilk cümlesi mesela. Biraz karışık da durmuş hem. Bunların dışında diyecek bir şeyim yok. Kaleminize sağlık.
Merhaba!
Beğenmenize çok sevindim!
Hızlı geçişler çok sık yaptığım bir hata, çok haklısınız, üzerinde çalışıyorum hala. Uzun cümlelere ise dikkat edeceğim bundan sonra.
Yorumunuz için çok teşekkürler!
Beğendiğiniz için çok teşekkürler ve insanlar hakkında bence de çok haklısınız! Gelecek aylarda da beklerim tabii! Teşekkürler tekrar
Merhaba.
Ben de kendimi kontrol edemiyorum.
İyi geceler.