“Bunu neden yapıyorum biliyor musun? Çünkü…”
Silahın şarjörünü doldurdum ve çömeldiğim yerin hemen iki metre önünde başlayan boklu dereye doğru tuttum. Tak! Tak, tak! Yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi. Çömelmiş olduğum çalılık rahat değildi ve arada çıkan arsız dikenler kıçıma batıyordu. Etrafıma baktım. Kimse yoktu.
Mermim bitince tekrar doldurdum. Tak tak tak! Arkamdaki çalılıklardan birkaç karga havalandı. Bakmadım. Tak tak tak! Çünkü daha önemli bir işim vardı. İşim-tak!- her şeyden-tak!- daha önemliydi-TAK!
Son birkaç mermiyi kafamda belirlediğim, nehir üzerindeki bir geniş açılı üçgenin köşelerine sıktım; ya da bir balığa. Bilmiyorum.
Son şarjörü de silaha yerleştirmeye koyuldum ve onu silaha takınca yine boş nehire sıkmaya başladım. Ben sıktıkça kuşlar havalandı. Sonra silahı havada düzensiz olarak dolaşan karga gruplarına tuttum ve mermileri sayarak –ve bu sayma işinden nefret ederek- sıfır isabetle ateş ettim. Tak!
Mermiler azaldıkça namludan çıkmak istemiyormuş gibi sesler çıkarmaya başladılar. Silahla arkadaş olsak geğiriyor derdim; ama pek bir samimiyetimiz yok hıyarla. İnşallah birkaç dakika sonra olacak.
Sondan bir önceki mermiyi de atınca sırt üstü yere yattım ve kollarımla bacaklarımı senkronize bir şekilde hareket ettirerek toprağa bir kelebek çizdim; ya da çizmişimdir herhalde. Dönüp bakmadım bir daha. Kelebek bitince aynı hizada yan tarafa döndüm ve altı tane şınav çektim. Şınav da bitince gömleğimi çıkardım. Toprağın üzerine sererek üzerine şöyle okkalı bir tükürdüm. Daha tükürük gömleğe sinmeden boklu dereye attım mavi kumaş parçasını.
Gömlek yavaşça boklu derede batarken sordum kendi kendime “Neden böyle yapıyorum?” diye. Kaşlarımı çattım ve gömlek gözden kaybolmadan hatırlamaya çalıştım. Gömlek kaybolmanda önce hatırlamam önemliydi. Korkuluk olmak öyle kolay bir şey değildi zira. Bu yüzden önüne her geleni korkuluk yapmıyorlardı…
Gömlek kaybolmadan önce hatırladım.
Sağ tarafımdaki silahı elime aldım ve içinde kalan son kurşunla beraber namlusunu şakağıma dayadım. “Neden böyle yapıyorum biliyor musun?” dedim boklu derenin üzerindeki bir tahta parçasına konan kargaya. Karga bana derin kara gözleriyle baktı. “Çünkü…”
* * *
İki ruh- Tek Korkuluk
Küçük aile. Küçük bütçe. Küçük ev. Ve pek özgün olmayan küçük mahallede küçük insanlar; ancak beni yargılamayın. Çünkü en küçükleri de benim.
Beyaz kaldırım taşlarında dümdüz önüme bakarak yürürken bir yandan da dudaklarımı yavaşça hareket ettiriyordum. Dudaklarım hareket etmeliydi; zira hareket etmezse konsantre olmuş olmazdım ve insanlarla göz teması kurmak zorunda kalırdım. Göz teması beraberinde etkileşimi getirirdi.
Yayaya yanan kırmızı ışıkta durdum ve kargalarım yine korkuluğumu yıprattı. Şikayetçi değildim o zamanlar bundan. Memnundum hatta. Kargalar ne kadar çok kazanırsa ben de o kadar kazanacaktım çünkü.
Yayaya yeşil yanınca bir heyecan dalgasıdır aldı beni. Adımlarımın sağa doğru yatık olduğunu son anda fark ederek büyük bir hatayı kıl payıyla engellemiş oldum. Alnımın üzerine düşen saç tellerimi de kimse görmeden düzeltmek istemiştim; ama kırmızı ışığın yetersiz süresinde ona sıra gelmemişti. Elimi yine de saç tellerimi arkaya atmak için başıma götürdüm. Elimi indirirken de karşı kaldırımdan gelen insan ordusunu yeni fark etmem benim için hoş bir sürpriz değildi. Sürprizlerden hoşlanmazdım.
Saçlarımı zamanında düzeltememiş olacağım ki hemen önümdeki kravatlı adam şöyle bir baktı bana. Alay mıydı o? Aşağılama? Ya da daha kötüsü, tiksinme? Ama ben de ne yapabilirdim ki yahu? Her şeye yetişemem ya. İnsanım ben de.
Ama ben bunları söylerken bile içimdeki kargalar bağırıyorlardı. “Yetişeceksin Memduh, yetişeceksin. Bak etrafındaki insanlar nasıl da hepsini birden yapıyor.”
Yetişiyorlardı ya. Vallahi de yetişiyorlardı. Hem de kendilerine bu işten öyle bir vakit artırıyorlardı ki, bir de başkalarının kusurlarını buluyordu. Tıpkı şu hanım gibi… gülmüş müydü o? Bana? Hemen fermuarımı kontrol ettim. Kapalıydı. Oh…dur. Fermuarımı kontrol ederken yanımdaki adam beni görmüş olmalıydı. Çünkü yanındaki arkadaşına-arkadaşıydı ya, arkadaşı olmalıydı; hiç insan şeklinde karga mı olurdu-bir şeyler söyledi ve ikisi de kahkahalarla gülmeye başladılar.
Önüme baktım. Dudaklarım etrafımdakilere ne kadar ilgisiz olduğumu kanıtlamak için daha hızlı hareket etti. Şarkı söylüyordum ben. Ve insanların hiç biri umrumda değildi. Çene kaslarımı sıktım ve omuzlarımın olmayan genişliğini vurgulamak için kollarımı hafifçe iki yana açtım. Belki dudaklarımı öne doğru büzersem daha az dikkat çekerdim. Dudaklarımı hafifçe büzdüm; ama bu sefer de şarkı söylüyormuş gibi yapamıyordum. Bir an bunun şaşkınlığıyla afalladım. Hatta öyle ki acaba çok dikkat çekmiş midir diye etrafıma bile bakındım.
Bu büyük bir hata oldu. Neredeyse baktığım ilk insanda gördüm bıkkınlığı. Bana bakmıyordu o sırada. Büyük ihtimalle ben başımı kaldırırken kaçırmıştı gözlerini. Göz göze gelmek istemiyordu benle. Bıkmıştı benden. Bıkmıştı benim gibilerden. Benim gibi zavallı biriyle kim göz göze gelirdi ki? Çarpık bacaklarındaki acele bile bana “defol git” diyordu.
Gittim.
Kadının ezici varlığından kaçmak için evimden uzaklaşmak pahasına sağa doğru yürümeye başladım. Bu kadarına dayanamazdım. Tamam, rezildim, zavallıydım; ama hiç bu kadar alenen aşağılanmamıştım. Kadının yüzündeki o küfürbaz ifadeyi hatırladıkça saçımı başımı yolasım geliyordu. Saçımı… büyük ihtimalle şimdiye dek bozulmuştu. Hemen saçımı düzeltmek için elimi kaldırdım; ama bunu umursamaz bir ifade ile yapamamıştım. Sağımda yürüyen şapkalı adam adımlarını hızlandırmıştı işte! Ben niye böyleydim Allah’ım? Neden insanlar bana bu kadar yükleniyorlardı. Bak! Bu da mı hayaldi? Kimse çıkıp da bana önümdeki gencin hapşırma numarası yaparak yüzünü benden öte yana çevirmesini, gerçek bir hapşırık olarak kabul etmemi istememeliydi.
Neden ben? Neden benim üzerime geliyorsunuz? Sağımdaki beş altı yaşlarındaki çocuk bana baktı. Sen de mi? O deneyimsiz gözlerdeki ilk hayal kırıklığının deneyimlenmesine ben neden olmuştum. Bende tatmıştı o kenef duyguyu.
Şimdi kontrolümü kaybedemezdim. Ama kaybediyordum işte. Kargalara tutundum; ancak benimkiler farklı bir türden olacak kaydılar elimden. Uyamıyordum onlara. Olmuyordu işte. Yapamıyordum kardeşim. Zorla mı?
“Zorla,” dedi kargalar. “Yapacaksın. Öyle ya da böyle.”
Ayna karşısındaki saatlere dayanan denemelerimde, gözlerimi hafifçe kısarak dudaklarımı büzdüğümde ve saçlarımın sağ tarafını dikerken sol tarafını dalgalandırdığımda iyi göründüğüme kanaat getirmiştim. Şimdi tipsiz olabilirdim; ama henüz saçlarımı düzeltmemiş ve gözlerimi kısmamıştım. Henüz asıl kozlarımı oynamamıştım.
Ama şimdi bu kozlarımı oynayabilir miydim? Ya etrafımdakiler bu tarzımı beğenmezse? O zaman ne olacaktı? Kendimi neyle avunduracaktım? Tüm gün süren aşağılanmalarıma derman olan yegane kozum işe yaramazsa nasıl, neyle yaşayacaktım? Yaşayamazdım. Ben tipsiz, zavallı ve değersizdim; ama her zaman dışarı çıkıp gözlerimi kısarak dolaşabilirdim. O zaman değersiz olmazdım.
“İnsanlar yaşamak için tatmin olmalıdır.” Dedi haftalar süren sessizliğini ufak bir çığlıkla bozan Korkuluk. Çok da bağıramadı zaten. Kargalar hemen bindi tepesine.
Kargalar kazanınca ben de kazandım. Dudaklarım yeni bir Yokşarkı’nın şeklini alırken gözlerim boşluğa dikildi. Ellerim usulca yanımda savruldu ve ilk kez tam bir beceriyle başıma gitti. Saçlarım bozulmuştu.
* * *
Tatminkarlığın Seviyeleri – Dalgalı günler
Dayanamıyordum. Artık bir üst aşamaya geçmeliydim. Ayna karşısında geçirdiğim saatler bana yetmiyordu. Gözlerimi kısarken kirpiklerimde kusur bana çok gelmeye başlamıştı. Başlarda kendimi inandırmak kolaydı. Bu sadece bir yanılsamaydı. Benim uydurduğum bir kusur; ama günler geçmiş, sözde kusur geçmemişti. Kusur var mıydı?
İşte bugün büyük gündü. Gece vakti girdiğim duş(gece girince sabah saçlarımın daha iyi göründüğünü fark etmiştim) uykularımı kaçırmıştı. Sürekli yarının hayalini kuruyordum. Ya beğenmezlerse? Ya kirpiklerimdeki kusur gerçekse?
Hayır! Böyle bir şey olursa ölürdüm. Gökdelenden atlardım. Kesin ve acısız bir ölüm.
Gökdelenden atlama fikri hemen ihtimaller listesinden silindi; Kargalar beni tutardı.
Sabah erkenden kalktım. Okul beş dakikalık mesafedeydi; ama dersin başlamasına daha bir saat vardı. Okul üniformamı titrek ellerle ütüledim. Uçlarındaki ince kırışıklıklar aklımı kurcalıyordu. Bugün her şey mükemmel olmalıydı. Dişlerimi dördüncü kez fırçalayınca misfak kokusunun insanları boğabileceği geldi aklıma. Bu yüzden hemen gidip bir dilim ekmek yedim. Mutfaktaki muslukta dişlerimi son bir kez yıkayıp ağzımı yüzümü kuruladım.
Şimdi en önemli kısımlardan birine gelmiştim. Aynanın karşısına geçmeden önce üniformamı giyindim ve nefesimi tutarak aynanın karşısına geçtim. Saçlarımın sağ tarafını dikerken, sol tarafı dalgalandırdım. Gözlerimi kıstım.
Yo, hayır. Böyle değildi. Daha farklıydı. Dün gece baktığımda daha iyiydi!
Yenilgiyi kabul etmedim ve aynaya tekrar baktım. Olmuyordu işte. Tekrar. Hayır. Hadi. Tekrar. Galiba…evet. Hemen gözlerimi kapadım. Yakışıklı olduğuma kanaat getirince aynayı hemen menzilimden çıkardım. Çünkü aynaya baktığımda tekrar tipsiz olduğumu düşünebilirdim. En iyisi zirvede bırakmaktı.
Çantamı hemen kapıp okul yoluna koyuldum. İnsanlar yanımdan geçerken gözlerimi kapadım. Tepkilerini görmek istemiyordum. Kim bilir nasıl da bakıyorlardı şimdi. “Memduh saç şeklini değiştirmiş. Ne kadar tipsiz olmuş. Peh.” Hayır. Bunları düşünmemeliydim. Neden ulan neden? Nedir benim benden istediğim; yürü yolunda işte.
Kargalarım sessizdi. Korkuluğum da her zamanki gibi sessiz. Tüm dünya nefesini tutmuştu resmen. Yanımdan geçen köpeğe bakmadım. Ona değil. Henüz değil.
Okulun kapısından girerken heyecandan kusacaktım neredeyse. Bekçi kulübesinin yansımasından saçımı son kez kontrol ettim.
Bahçe boştu. Bu yüzden seri adımlarla koridorlara yürümeye başladım. Okulun koridorları karanlıktı; ama müdür yardımcısını tanımıştım. “Günaydın Memduh.”
Gözleri her zamankinden bir an fazla mı oyalanmıştı üzerimde. Sanki kısık gözlerim ilgisini çekmişti. Belki de kirpiklerimdeki kusur? Yo, hayır. Saçlarıma bakmıştı. Evet evet,saçlarım. İşe yaramıştı işte. Evet. Gülümsemişti. Günaydın derken gülümsemişti. Bendeki yeni tarzı beğenmese neden gülümseyecekti? Yeni tarzım onun gülümsemesine, hem de sevinçle gülümsemesine sebep olmuştu. Saçlarım, evet. Kısık gözler.
Sınıftan içeri girerken titrememek için kendimi zor tutuyordum. Belki de titriyordum; ama yeni saç şeklim ve kısık gözlerim varken kim titrememle ilgilenirdi ki? Saçma bir endişe.
Sıranın en önündeki kız bana baktı. Bundan emindim. Gözlerimi ona dikmemiştim; ama görüş alanımdaydı ve kafasını bana doğru çevirmişti. Evet, bana bakmıştı. Emindim bundan. Gözlerimi neredeyse sıfıra kadar kıstım ve ek olarak çenemi sıktım.
Yerime oturduğumda dünyanın en mutlu insanıydım. Kız bana bakmıştı. Yeni saçım ve kısık gözlerimle yakışıklıydım. Hafifçe gülümsedim; şimdi biri baksa gülümsememi çok tatlı bulacağından emindim. Yanımdaki erkek biraz sinirli görünüyordu. Kaşları çok hafif çatılmıştı. Eh, benimde yanımda böyle yakışıklı biri otursaydı ben de sinirli olurdum.
Hem müdür yardımcısı, hem de sıranın önündeki kız. Tesadüf olamazdı. Ben tesadüflere inanmazdım zaten.
İçimden öyle şeyler geliyordu ki! Dersim olmasa tüm sokakları koşarak geçer, her dilenciye para verir, her yaralı hayvanı veterinere götürürdüm. Dünya güzel ve yaşanılası bir yerdi. Etrafımdaki tipsiz erkekler bile bir yere kadar güzeldi. Belki değildi. Onların güzel olmaması benim derdim değildi, değil mi? Kimse dünyaya eşit şekilde getirileceği üzerine bir kontrat imzalamamıştı. Eğer tipsizsen, tipsizsindir; ve yerini benim gibi yakışıklılara bırakmalısındır.
Teneffüste bahçeye indim ve o teneffüs benim olduğum tarafa kafasını çeviren iki kız daha tespit ettim. Müdür de yürürken yolunu değiştirmemişti.
Ne kadar da mükemmeldim.
* * *
İlk bir hafta çok güzeldi; ama kargalar şüphe tohumlarını ekmeye başlamıştı. Bahçede yürürken yine kimlerin baktığına odaklanmaya çalışıyordum. Elbette bunun için gözlerimi asla onlara dikmiyordum, sadece görüş hizamda tutuyordum. Evet, sarışın olan bakmıştı. Yanındaki uzun boylu da; ama neden hemen önlerindeki aşırı beyaz tenli kız bana bakmıyordu. Beni beğenmiyor muydu? Böyle bir şey mümkün müydü?
Neden olmasın? Eğer beğenseydi bakardı değil mi? Neden bakmıyordu? Sarışın olan. O da yaklaşık beş dakikadır bakmıyordu. Müdür yardımcısı elindeki kağıtlarla alelacele yanımdan geçti. Bu bir numara mıydı? Benim yanımda fazla kalmak istemediği için mi böyle yapmıştı?
Bilmiyordum. Allah kahretsin ki bilmiyordum. Egom beni yarı yolda bırakmıştı. Korkuluk konuştu. “İşte böyle insanoğlu. Kendini yükseklere alıştırıyorsun ve eskiden senin için hayal olan bir şey bile, şimdi sana küfür gibi geliyor. İlginç, ha? Sence de Kargalar’ı kaçırmanın vakti gelmedi mi?”
* * *
İsyan
Ne tatminkardım, ne de tersi. Sadece bir zavallıydım. Kargalar. Uyum ve Düzen’in kargaları kontrolü asla bırakmıyordu; ama garip bir şeyler hissediyordum. Korkuluk uyanmıştı; en azından her gün konuşuyordu; ama farklı bir şey daha vardı: rüyalar.
Rüyalarımda Korkuluk’la konuşmadığım olmuyordu neredeyse. “Ben,” diyordu. “Senim. Ben İnsan’ım. Kargalarsa toplum sensi nasıl istiyorsa o. Sustur şu kargaları. Kullan beni. Ben bir Korkuluk’um. Sen bir korkuluksun.”
“Fonksiyonların tanım kümesine A kümesi dersek…”
Hocanın söylediklerini yazarken bir yandan da Korkuluk’un söylediklerini düşünüyordum. “Uyum ve Düzen oldukça ve bir hareket için sebep gerektikçe insan özgür olamaz. Sen sebeplerle kısıtlandırılmışsın. Kargalarla. Uyum ve Düzen’le.”
“Değer kümesi de her zaman Tanım kümesine göre şekilleneceği için…”
“Bir insan bir hareket için sebebe ihtiyaç duydukça ne kadar özgür olabilir? Özgür olmak için yapılan her hareket bile seni daha fazla mahkumiyet koltuğuna bağlar. Çünkü senin hareketinin bir başlangıç noktası, bir nedeni var. Bu neden özgür olmak bile olsa bir nedendir ve nedenlerin olduğu yerde insan özgür değildir.” Korkuluk’un siluet halindeki suratı her seferinde berraklaşıyordu. En sonra rüyada bir Korkuluk’tan çok bir Soytarı’ya benziyordu. “Uyum denen şey tamamen mahkum ruhlu insanların kendilerini daha iyi hissetmek için uydurdukları bir şeydir. Uyum iyi bir şey değildir. Uyum tehlikelidir. Uyum İnsan’ı öldürür. Uyum’u yenmek için tek bir şey yapılabilir.” Rüyamda bana yaklaşmış ve fısıldamıştı. “Koşulsuz ve nedensiz bir isyan. Saf öfkeden, saf duygulardan oluşan bir isyan. Varlığının tüm yapıtaşlarıyla yapılan bir isyan.” Gözleri deli gibi sonuna kadar açıldı ve Korkuluk kendisinden hiç duymadığım kadar yüksek sesle bağırdı. “İsyan!” kargalar kaçıştı.
“Şimdi örnek çözeceğiz çocuklar. Örnek bir. Bir f(x) fonksiyonunun…”
Bir f(x) fonksitonunun
Sessizce küfür ettim ve ‘fonksiyon’ yerine ‘fonksiton’ yazdığım için silgiyi elime aldım. Tam o anda çok garip bir şey oldu. Silgiyi bırakmak için içimde tanımsız, sonu ve bucağı olmayan bir istek vardı. Silgiyi bırakmak sanki bir tür aykırılıktı, bir günahtı.
İsyan!
Silgiyi bıraktım.
“…reel sayılarda tanımlı değerleri için…”
Reel sayılarda tanımlı malları için
“…her a sayısını sağlayan…”
Her salaklığı yapan a sayısını sağlayan…
“…ve paydayı sıfır yapmayan b doğal sayısı…”
Her tür ibneliğin peşindeki b doğal sayısı…
Yüzümdeki o gülümsemeye engel olamıyordum. Ben, ben değildim sanki. Bir tür canavar oturuyordu orada ve kalem de onun bir uzvuydu. Ben olamazdım o. Günah. Tek kelime bu: günah. Orada yapılan şey günahtı ve ben tüm varlığımla günaha tabiydim.
“…45 olduğuna göre…”
Sen şerefsiz olduğuna göre, egonu siktir git ve 45 tane gençle değil oyuncak ayınla tatmin et seni gidi hayvan herif. Senin gibi yüzlercesi var lan bu dünyada. A sayısı kadar b sayısı sevsin seni şişko.
“…bu fonksiyonların değer kümesindeki yansımaları…”
Bu fonksiyonlar boy boy…
“…f(x) fonksiyonunun alabileceği değerleri yazınız.”
Yazınız mı? Ben kendi defterimle neden sizli bizli konuşayım lan? Kaç yıllık hesabım var onla. Bir de siz diye mi hitap edeceğim bokyiyene? Alabileceği değerleri yaz ulan ibne. Sıkıyorsa yazma. Adamsan yazma lan. Göt herife bak. Sanki ben isteyeceğim de sen yazmayacaksın. Oldu.
Ağzımdan çıkan delice kıkırtıları sınıf ahalisinden birkaç saniye sonra fark ettim; ama dedim ya; ben, ben değildim diye. Ben Korkuluk’tum. Hem de Uyum ve Düzen’in tüm kargalarını kovmuş bir Korkuluk.
“Memduh. Evlat, bir problem mi var?”
“Var anasını satayım, ne olacak? Çözecek misin? Var problemim. Hadi gel çöz. Hem de havuz problemi. Aha da soru: senin kafanı taşla ezince çıkacak olan kan bir havuzu, boğazını keserek çıkacak olan kandan kaç kat hızlı doldurur? Al. Çöz.”
Hoca kızardı, bozardı. Benim, o zamana kadar bir sürü güzel kız görmüş Memduh’un, gördüğü en güzel şey buydu işte. Yüzü kızaran bir hoca. Hah!
Adam eline not defterini aldı. “Numaranı söyle.”
“Bok.”
Kaşları imkansız bir açıyla çatıldı. “Çık dışarı.” Kahkaha atarak kalktım ayağa. “Bir de polis çocuğu olacaksın. Çık dışarı. Çık!”
Kargalar’ım olsa en azından özür dileyip çıkardım; ama Korkuluk tam manasıyla ham İnsan’dı. “Bağırma lan. Çıkıyoruz işte. Çok da meraklıydım anasını satayım. Al sınıfını münasip bir yerine sok.” sınıfa baktım. Hepsi 18 yaşında yan yana ve arka arkaya dizilmiş ineklere benziyorlardı. “Allah belanızı versin.”
* * *
“Ne yapacaksın?” diye sordu Korkuluk.
“Bilmiyorum.” Hiç bu kadar coşkulu olmamıştım. Babamın her zaman yatağının altına sakladığı silahı alırkenki günah duygusunu başka hiçbir şeyde yaşamamıştım. Kulağa isterik gelen bir kahkaha zincirinden sonra durdum. “Özgür olmak istiyorum.”
“Sana nasıl yapılacağını anlattım.” Dedi Korkuluk- ya da Soytarı.
“Nedenlerin olmadığı bir yer var mı?”
“Bir yer yok.”
Hafifçe gülümsedim.
* * *
…Gömlek kaybolmadan önce hatırladım.
Sağ tarafımdaki silahı elime aldım ve içinde kalan son kurşunla beraber namlusunu şakağıma dayadım. “Neden böyle yapıyorum biliyor musun?” dedim boklu derenin üzerindeki bir tahta parçasına konan kargaya. Karga bana derin kara gözleriyle baktı. “Çünkü…” dedim gözlerimi karganın gözlerine iyice dikerek. “…bir nedeni yok.”
Tak!
Merhaba,
Öncelikle beğendiğim bir yazı oldu ve aşağıda yapacağım eleştiriler nasıl bana göre daha iyi olabilirdi sorusunun cevabı. Hali hazırda zaten güzel bir anltımla yazılmış.
Hikayenizi okudum. Hikaye başları itibariyle anlamsızdı, daha sonra karakteri tanıdıkça yavaş yavaş anlam kazanmaya başladı ve final ile birlikte karaktere o kadar alışmıştım ki biraz daha devam etme isteği oluşturdu bende. Anlatımı konu gereği ilk paragrafta geçen küfürler yüzünden sekteye uğramış. Bunun sebebinin çok fazla küfüre alışık olmayan yapınız olduğuna inanıyorum. Eğreti durmuşlar.
“İşte böyle insanoğlu. Kendini yükseklere alıştırıyorsun ve eskiden senin için hayal olan bir şey bile, şimdi sana küfür gibi geliyor. İlginç, ha? Sence de Kargalar’ı kaçırmanın vakti gelmedi mi?”
Cümlesi çok çok daha güzel bir kırılma noktası olabilirmiş. Daha kısa daha öz ve daha çarpıcı yazılarak. Bu haliyle de güzeldi ve hikayenin döndüğü noktaydı ona bir lafım yok 🙂
Yavaş yavaş zihinsel durumu değişen karakterimiz ilk paragrafta boş bıraktığı cümleyi keşke çünkü sebebi yok diye bitirmeseydi diye geçirdim içimden. Hali hazırda ruhsal durumu iyice kötüleşmişken “Neden böyle yapıyorum biliyor musun?” sorusuna abzürd bir cevap verebilirdi ‘Çünkü tavşanlar güzeldir.’ gibisinden 🙂
Kıssadan hisse anlatım dili hoş sade ve akıcıydı. Noktalamalar doğruydu ve konu da insanı içine yavaş yavaş çeken cinstendi. Ellerinize sağlık daha fazla yazınızı görmek isterim.
Size de merhaba,
Okuduğunuz ve eleştirdiğiniz için teşekkür ediyor ve bir de (okumuş başka birileri varsa onlardan da) özür diliyorum. Çünkü seçkinin yayınlanmasından önceki gün, sabah saat 03:00 sularında alelacele yazdığım bir öyküydü bu. Öyküyü yazdıktan sonra sadece bir kere okuyabildim. Şimdi okuyunca bariz hatalarım gözüme çarpıyor. Öyküyü gerekirse bu seçkiye göndermeyip bir dahaki ayı beklemeli, ortaya adam gibi bir öykü çıkarmalıydım; ama nedense öykünün korkuluk temasında yayınlanmasını istedim.
Eleştirdiğiniz yerleri özellikle aklıma not ettim. Eksiklerimi gösterdiğiniz için teşekkürler. Son cümle olayındaysa, amacım çarpıcı olmak değildi aslında. Öykünün mentalitesi gereği karakterimin nedenlerle hareket etmemesi amaçlanmıştı. Son cümle de bu düşüncenin bir yansımasıydı; ama dedim ya sabaha karşı iki saatte yazılan bir öyküydü bu. İstediğim şekilde açıklayamamışım.
Okuduğunuz için tekrar teşekkürler. Başka öykülerde görüşmek üzere.
Kalemine, zihnine sağlık Emreciğim, çok çok beğendim öykünü. 🙂
Özellikle uzun zamandır okuduğum öyküler arasında hatasıza yakın olan birkaçından biriydi. Ders çalışma temponun arasında yazmaya devam etmen de çok güzel. Ben en çok ilk bölüme finalde dönüşü sevdim. Bu biraz kişisel, bu tarz dönüşleri hep seviyorum. Senin öykünde de bunu görmek iyi geldi.
Gerçekten başarılısın bence. Sabaha karşı iki saatte yazılmış bir öykü için çok çok güzel 🙂 Her seçkide seni okumak dileğiyle.
Teşekkürler Esra, yorumunu görmek beni çok sevindirdi; beğenmen daha da çok 🙂
Sonda başa dönüşleri ben de severim ve elimden geldiğimce kullanıyorum yazdığım öykülerde. Başlarda hikaye çok anlamsız olduğu için okuyucunun hikayeden kopmasından korkuyordum; aslı olmadığına sevindim korkumun.
Tekrar teşekkürler. Başka seçkilerde görüş dileğiyle.