Öykü

Kurban

Kâhin gördüğü kâbustan soluk soluğa uyandı. Kocası uyumamıştı. Kâhine döndü ve “Yine aynı kâbusu mu gördün?” diye sordu. Sorusunu duymamıştı. Kocası elinde bir su ile geldi ve karşısına oturdu. Suyu uzattı ve sorusunu tekrarladı. “Yine aynı kâbusu mu gördün?” Suyu aldı ve bir yudum içtikten sonra sadece “Hayır” dedi. Kâhin ayağa kalkıp bir iki adım attıktan sonra “Kutsal dağ patladı.” Kocası bunun anlamını biliyormuş gibi bakıyordu. “Kurban” dedi kadın. Kabilenin kuralları çok katıydı. Eğer dağ kızmış ise yapılması gerekeni herkes biliyordu. Refah seviyesi en yüksek aile -o sene en çok avlanmış aile- en küçük kızını kutsal dağa (yanardağa) kurban vermesi gerekirdi. Bu, onların şükranlarını gösterme biçimiydi. Sabah erkenden kâhin aileyi ziyaret etti ve gördüğü rüyayı onlara anlattı. Aile artık ne yapması gerektiğini biliyordu.

* * *

Kızı babasının yanına geldi. Babası av aletlerinin sağlam olup olmadığını kontrol ediyordu. “Baba siz beni sevmiyor musunuz?” diye sordu. Babası elindeki oku yere bırakarak arkasına döndü ve “Neden bunu sordun? Biz seni çok seviyoruz.” dedi. Aslında kızının bu soruyu neden sorduğunu tahmin etmişti. Kız bir şey söylemeden üzgün bir biçimde eve doğru yöneldi. Babasının basireti bağlanmıştı, öylece kalakaldı. Eve girdiğinde annesini gördü. “Anne, beni neden kurban olarak vereceksiniz?” diye sordu. Annesi kızının bu durumun farkında olduğunu bilmediğinden öylece kalakaldı. Bir şeyler söylemek istedi ama düzgün bir cümle bile kuramadı. “Eğer çok yaramazlık yaptığımdan dolayı beni kurban vermek istiyorsanız, söz veriyorum bir daha yaramazlık yapmayacağım.” Annesinin gözleri doldu ve kızına sıkıca sarıldı. Kızı dokuz yaşında olmasına rağmen bu olanların ne demek olduğunu anlayabiliyordu.

* * *

Ertesi sabah kâhin kocasının yanına geldi. Dün gece bir rüya daha gördüğünü söyledi. Kocası ne gördüğünü sordu. “Savaş aletlerimizin tümü kırılmıştı ve etrafta kimse yoktu.” Savaş aletlerinin kırılmış olması çok ürkütücüydü. Çünkü bir savaş aletinin bile kasıtlı kırılması durumunda bunu yapan kişi ceza olarak öldürülürdü. Kocası bu rüyanın ne anlama geldiğini sordu. “Bilmiyorum ama çok kötü bir şeyler olacağını hissediyorum.” dedi.

* * *

Üç gün sonra, güneş tam tepeye ulaştığında kız kurban edilecekti. Kızın annesi ne yapacağını bilmiyordu. Kızının kurban edileceğini düşündükçe kendini kahrediyordu. Kocasının yanına gitti. “Buradan kaçalım.” dedi. “Nereye kaçabiliriz ki? Bizi fazla uzaklaşmadan yakalarlar. Kaçabilsek bile en yakın köye gidene kadar açlıktan ölme ihtimalimiz çok yüksek.” Kocası çoktan kabul etmişti kızının kurban edileceğini.

* * *

Kâhin üçüncü günde rüya gördü. Bu defa ise bir yılan görmüştü. Bunun anlamı sinsilikti. Hainlik olarak da yorumlanmaktaydı. Yılan köyün içinden geçerken insanlar teker teker ölüyordu. Yılan gözden kaybolduğunda herkes ölmüştü. Kâhin bir şeylerin kötü gideceğinin farkındaydı fakat ne yapacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Kızı kurban verdiklerinde her şeyin eskisi gibi olacağını umuyordu.

* * *

Ertesi gün güneş tam tepedeyken kızı kurban edeceklerdi. Kadın kocasını köyden kaçma konusunda çoktan ikna etmişti. İki kız ve bir erkek çocukları vardı. Tüm aile gecenin karanlığında hareket etmeye hazırdı. Hareket etmelerini engelleyecek hiçbir şey almadılar. Sadece yolda ihtiyaçlarını karşılayacak kadar yiyecek ve su aldılar. Babaları özellikle köyden çıkana kadar sessiz olmaları konusunda onları uyardı. Gizlice kimseye rastlamayacakları bir yerden çıkıp köyden biraz uzaklaştılar. O sırada, yetmiş seksen civarında kişi köye doğru geliyordu. Her birinin elinde savaş aleti mevcuttu. Görünmeyecekleri bir yere gizlendiler. Babaları ses çıkarmayın anlamında eli ile ağzını kapattı. Köylünün silahları acil durumlarda kolayca alabilecekleri bir yerde bir arada dururdu. Silahları korumak için de en az iki nöbetçi asker başında beklerdi. Nöbette uyumak yada nöbet yerini terk etmenin cezası çok ağır olduğundan buna kimse cesaret edemezdi. Köyün merkezine geldiklerinde hiçbir kuvvetle karşılaşmadılar ve köylülerin silahlarının tamamı bir arada duruyordu. Nöbetçilerden birinin köyü yaklaşık beş sene evvel istila edilmiş ve kendisi köle olarak alınmıştı. Birkaç savaşta kahramanlık göstererek tüm köyün güvenini kazanmıştı. Şimdiyse intikam zamanıydı. Beraber nöbet tuttuğu askerin boğazını keserek oracıkta öldürdü. Gelen savaşçılar, tüm köylüyü gafil avladılar. Kâhinin gördüğü rüyaların tümü anlamlı hale gelmişti. Fakat bunun bir önemi yoktu artık. Arkalarında gelecek hiç kimse kalmamıştı. Rahatça yollarına devam edebilirlerdi. Uzun bir süre yürüdükten sonra dinlenmek için durdular. Çocuklar kısa bir süre sonra uyumaya başladı. “Sen de uyu, dinlen. Daha çok yolumuz var.” dedi karısına. Karısı uyuduktan kısa bir süre sonra kendi de uyuyakaldı. Uzun bir süre uyuduktan sonra anneleri herkesi kaldırdı. Çetin bir yolculuk sonrası bir köye ulaştılar. Yaşlı bir adam, onları güler yüzle karşıladı. Başlarına gelenleri anlattılar. Yaşlı adam, “Biz avcı değiliz. Tarım yapıyoruz.” dedi. Adam, bunun ne anlama geldiğini biliyordu. Onlara kalabilecekleri bir yer gösterdiler ve işleyebilecekleri de bir tarla verdiler. Zaten kimsenin işlemediği bir sürü yer vardı. Aile bu yaşam tarzına çok çabuk alıştı. Hatta en fazla ürün onların çalıştıkları tarladan çıkmıştı. Yaşlı adam ailenin yanına geldi ve “En fazla ürünü alan ailenin bir çocuğunu doğa anaya kurban vermesi gerekir.” dedi. Kadın bağırmaya başladı. Bu durum ona çok fazla gelmişti. Eline geçirdiği ilk sivri şeyi boğazına sapladı. Boğazından kan fışkırıyordu. Kısa bir süre sonra boş bir çuval gibi yere yığıldı. Adam şok içinde kaldı. Kısa bir süre sonra kendini toplayıp karısının yanına gitti. Çoktan ölmüştü. Bağırarak yaşlı adamın üzerinde koşarken, birden patlama sesi duydu.

* * *

Karısı, uyanması için sarsıyordu. “Kalk artık, kötü bir rüya görüyorsun.” Adam şaşkın bir biçimde etrafında baktı. Karısı biraz korkmuştu. Çocukları babalarının o şaşkın halini çok komik buldular ve gülüyorlardı. Adamın gözünden birkaç damla yaş geldi. Bunu, daha önce görmemiş olan çocukları bu durumu çok garip buldular. Babaları ayağa kalktı ve çocuklarına sarıldı. Yanardağa baktı. Lavlar yavaş yavaş aşağı doğru akıyordu. Sanırım tüm köy ve onlar kutsal yanardağ tarafından lanetlenmişlerdi.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *