Öykü

Kurt Adam

Yüksek tavana bakıyordum. Geçirdiği göçük nedeniyle kocaman bir delik oluşmuştu. Delikten içeri ay ışığı süzülüyordu. Çırılçıplak altına uzanmış yatarken son sigaramı yaktım. Ensemde derin bir sancı sezdim. İçeriden sadece anahtarla açılabilen kapıya baktım. Soğuk görüntüsü tüylerimi ürpertti. Umarım bu gece bana dayanabilirdi.

Midem bulanmaya başladığında, ağzıma dolan dumandan bir halka yapıp tavana yolladım. Ayın gümüşî ışığının berraklığında süzüldü. Dönüşümüm başlıyordu. Parmak uçlarımın küçük çekiçlerle kırıldığını hissedebiliyordum. Ama bu sefer ruhumun vahşi olan parçası beni dehşetle değil, sıradanlıkla karşılıyordu. Her şeyi eskiten ve hissizleştiren o sıradanlıkla.

Derimin altındaki tüyleri hissetmeye başladım. En acılı evre başlıyordu. Şimdi gözlerimi kapayacaktım. Canavarın beni almasına izin verecek, onunla yorucu bir gece geçirektim. Gözlerimi tekrar açtığımda ise bıraktığım dolunayın yerini güneş dolduracaktı. Ben de, yaşadığım bu korkunç geceyi hatırlamaya çalışarak, babaannemin eski evinden çıkıp gidecektim.

Tırnaklarımın söküldüğünü hissederken aklıma Ayda geldi. Kendimi rahatlatmak için hep onu düşünürdüm. Bugün onun doğum günüydü. Beni davet etmişti. Ama, gece kurtadama dönüşeceğim için gelemeyeceğimi söylemiştim. İyi güldürdüm onu. Ama bana inanmadı. Dürüst biri olduğumu düşünmüyordu. Çünkü önemli olan insanların dürüst olması değildir, dürüst olduğu algısı yaratmalarıdır. Ben samimi bir şakacıydım sadece. Ne eksik ne de fazla.

Derimin altındaki tüm tüyler, derimin üstüne çıkmaya başladığında bağırmamak için dudaklarımı kanatırcasına ısırdım. O ara dolunayla göz göze geldik. Gözlerim kararıyordu. Yanlış bir şeyler seziyordum. Yanlış olan bir şeyler vardı. Bu gece, burada, böyle bir durumda olmam yanlıştı. İçimdeki vahşeti dışarı çıkarmamak için kendimi bu köpek kulübesine kilitlemem yanlıştı. İnsanlar, ilkel içgüdülerinin büyük bir isteklilikle esirleri olurken, benim zorunluluktan kendimi zincirlememem gerekirdi. Ama ben onlar gibi değildim. Vicdanına saygı duyan birinin hatasının geri dönüşü yoktur. Birilerini parçalayabilirdim. Bir insanı öldürüp, onu bağırsaklarına kadar yiyebilirdim. Sırf karnımı doyurmak için değil üstelik. Ya da sırf ruhumun bu dehşet veren köşesi kendisini doyursun diye değil. Bir hayvan gibi, sadece yapmayı en iyi bildiği şeyi yapmak için yapardım. Yapabildiğim için. Güçlü olduğum için…

Lakin gücün tanımı, insanoğlu kendini doğadan tamamen koparıp, varoşların üzerine metropolleri kurduğunda değişmişti. Artık güç, insanları öldürebilmekle ölçülmüyordu. Gücün ölçütü ezmekti. Ne kadar ezebiliyorsa bir insan, o kadar güçlüydü. Liderlerin takdire şayanlıkları buradan gelirdi. Modern siyasetin tümü, bunun üzerine kuruluydu. Hepimizi yöneten, bize örnek teşkil eden siyasilerse, biz farkına varamadan, belki onlar dahi farkında olmadan bunu bize de öğrettiler. Daha da kötüsü, bizim içimizde vardı. Öğretmek yerine belki de sadece tutup çıkardılar. Sadece gösterdiler. İnsanların o vahşi kısımlarını örtmelerini göstermek yerine, açığa çıkarmayı gösterdiler. Rekabeti gösterdiler, kazanma hırsını… Hem de bir rüyaymış gibi. Dalması kolay çıkması güç bir rüya. Nitekim öyle olmadığının anlaşılması pek güç olmadı. Yine de insanlar çoktan uykuya dalmak için gözlerini kapamaya hazırlanmıştılar.

Şimdi gözlerimi kapayacaktım. Gözlerimi tekrar açtığımda hiçbir şey olmamış gibi giyinip buradan çıkacak, evime gidecektim. Muhtemelen tekrar hiçbir şey hatırlamayacaktım. Bilinmezliğin derin yüzü kabuslarımda beni bulur diye umut etmekten başka elimden bir şey gelmeyecekti. Belki bulacaktı, belki bulmayacaktı. Ama hiçbir güzel rüya görmeyeceğimden emindim.

Çünkü evrimin benden silemediği vahşi yanım istemsizce özgür kalıyordu. Onu tutmak için insanüstü bir çaba harcıyordum. Ben bu çabayı harcarken ise diğer insanlar bu yanlarını özgür kılmak için uğraşıyordu! Dövüyor, işkence ediyor, sakat bırakıyor, tecavüz ediyor ve öldürüyorlardı. Bunları yapmaları için de kurt adama dönüşmeleri gerekmiyordu. Sahip oldukları, dönüşmeyen bedenleriyle bunları yapıyordular. Bunları yapıyordular çünkü yapabiliyorlardı. Sırf kendilerini benim gibi, acınası bir durumda hissetmemek için dönüşümü bulmayı ummadan, onu bulmayı beklemeden ama bir o kadar da onu içten içe arzulayarak ruhlarının vahşetini insanlığa kusuyorlardı.

Tırnaklarım uzayıp sivrilirken, acı bedenimden çok ruhumu kemiriyordu. Sırtımın genişlediğini hissediyordum. Titriyordum. Dolunaya takılı kalmıştım. Gözlerim sızlıyordu. Göz kapaklarımı indirmem gerekiyordu. Şimdi gözlerimi kapayacaktım. Kapamalıydım. Ne kadar erken kaparsam, ertesi sabah o kadar erken açardım. Ökçelerime çivi çakıldığını düşünmeme sebep olan ağrı beni bulmadan önce kapamam gerekirdi. Son bir kez dolunayın yüzündeki yaralara baktım. Üzerimde yakamozu hissettim. Gözlerimi kapadım.

Zor bir gece geçirdim.

Gözlerimi açtım. Sabah ortası güneşi yüzüme vuruyordu. Ağzımda kötü bir tat vardı. Ellerim uyuşmuştu. Doğrulmaya uğraştım. Fakat kolum dahi kalkmadı. Anlaşılan uyuşan tek şey ellerim değildi. Aşina olmadığım bir yorgunluktu bu. Daha öncekilerde hep bitkin bir uykusuzluk karşılardı beni. Bu sefer ise uykusuzluktan daha fazlası vardı. Başımı bile oynatamıyordum.

Göz ucuyla etrafıma bakarken gözüm kapıya ilişti. Bir hışımla doğruldum. Başımdan aşağı kaynar su dökülmüşçesine sıçradım yerimden. Bu anlık tepkinin tek bir nedeni vardı Gözlerimi kaparken kapalı gördüğüm kapı şimdi açıktı.

Kapının yanına geldiğimde kilite baktım. Kırılmamıştı. Yani kapıyı kırıp dışarı çıkmış olamazdım. Kapıyı açıp da dışarı çıkamazdım çünkü sırf dönüşüm vakitleri dışarı çıkamamak için kiliti değiştirmiştim. Kapı, içeriden anahtarla, dışarıdan kulpuyla açılıyordu. Dönüştüğümde anahtarı tutabilecek kabiliyette olmuyordum. Bir an duraksadım. Dışarıdan biri mi gelmişti? Sesleri duyup merak eden biri? Kapıdan dışarı baktım. Dışarıda karşılaşmayı beklediğim parçalanmış bir ceset veya kan izi yoktu. Kaldı ki eğer birisi gelip kapıyı açsa ve benden kaçmayı başarsa, geceyi burada geçirmezdim. Özgürlüğüme koşardım. İronik bir biçimde, dört ayağımla.

Kapıyı kapattım. Ayaklarımı gördüm. Sonra diz kapaklarımı. Göğsümü ve ellerimi. Kan içindeydim. Her yerimde kan vardı. Tepeden tırnağa. Kendimi mi parçalamıştım? Dün gece ne yaptım ben? Ellerimi vücudumda tereddütle gezdirip bir yara, bir çizik aradım. Ama sağlamdım. Hiçbir şey yoktu. Ne yaptığımı bilmeden, sadece iç güdülerimin yönlendirmesiyle montumun iç cebinde anahtarı aradım. Yerindeydi. Dönüştüğüm zaman, anahtarı o cepten alabilmek için montu parçalamam gerekirdi. Mont sağlamdı. Ben de sağlamdım.

Peki bu üzerimdeki kimin kanıydı?

Kurt Adam” için 2 Yorum Var

  1. Kurgu hikayelerinde genellikle beklentim geniş hayal gücü ve güçlü tasvirler. Bu hikayenin bir de psikolojik yönü var. Bu islenmesi zor ve sıkıcı. Kurtadama dönüş anı güzel, kendi içinde bir gerçeklik yakalanmış ama geliştirilebilir. Hikayenin çözüm bölümü gizemle dolu. Çeşitli tahminlerde bulunmak zevkli. Umarım, devamı gelir. Ve yeni bir gizemle karşılaşırım .

    1. Selam Adanalı, bu güzel yorumun için çok teşekkür ederim. Elbette ki gayem öykülerimi her açıdan geliştirmek. Böyle güzel yorumlar okumakta harika bir motivasyon doğrusu. Buraya öykü yazmaya devam ettikçe yorumlarını bekliyor olacağım. Saygılar.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *