Madam Esther sabahın ilk ışıklarıyla kalkmış, üzerindeki enerjisizliği atmak için bol bol adaçayı yakmış, üzerinde sabahlığı, bir odalı evinin bir sağına, bir soluna küçük adımlarla gidip gidip gelmişti. Kocası, neredeyse her sabah olduğu gibi, kendisinden önce kalkmış, dükkânı açmıştı. “Hay Allah,” diye mırıldandı, önündeki tabağın üzerinde desen desen dizilmiş olan çay yapraklarına bakarken. Gebe bir kadın gördüğüne emindi. “Bereket olsa gerek,” dedi. Bu yaştan sonra bir çocuk sahibi olma ihtimali yoktu ya. Gerçi bu kocayla, işler de pek yolunda değilken bereket nereden gelip de çalacaktı kapılarını, bu düşüncelere dalıp gitti. “En iyisi içini ferah tutmak,” diye düşündü. Olmazsa da bir parça “Umut” alıverirdi. Gerçi zamanında çok kullandığı için olsa gerek üzerindeki etkisi oldukça azalmıştı.
Neon ışıklı tabela gün batımında göz kamaştırıyor, öte yandan da aşikâr bir şekilde içeriye dair merak uyandırıyordu: “Madam Esther ve Kasap Kocası” Kocayı nasıl ikna etmişti de böyle bir tabela yaptırmışlardı, büyük bir soru işareti… Gerçekleşen her durumun net bir cevabı olamazdı ya, oluvermişti işte. İnsan çok düşünmemeliydi, düşündükçe derin çukurlara düşerdi. İlginç bir dükkândı görünüşte, vitrindeki boy boy, içlerinde garip, ne olduğu anlaşılmayan şeyler bulunan kavanozlar, şişeler mistik desenli örtülerin üzerlerine özenle sıralanmıştı. Vitrini kim düzenlediyse, olabildiğince eşitlik yaratmaya çalışmış olmalıydı. Gerçi en sağ, altta bir kavanozun içinde bulunan fetüs, görenlerde dükkânın Madam Esther kısmına mı, Kasap Kocası kısmına mı ait olduğu konusunda soru işaretleri oluşturuyordu. Yoldan geçen çoğu insan vitrine bir göz atıp gidiveriyordu, karşı taraftaki fırının vitrininin daha iştah açıcı olduğu söylenebilirdi.
Kadın, yanında beş-altı yaşlarındaki oğlan çocuğuyla zar zor yürüyordu sokakta. Fırının önünden geçerken çocuk, “Kendime bir çörek alabilir miyim?” diye sordu. Kadın paltosunun ceplerini kurcaladı, çantasını karıştırdı ama durum umutsuzdu. “Özür dilerim,” dedi çocuğa, “Sana daha iyi bir hayat veremediğim için.” Çocuk, kadının söylediği cümlenin ağırlığını fark etmeden savuşturdu, omuz silkti sadece. Görünen o ki, böyle durumlara alışıktı. Kadın paltosunun cebinden bir kâğıt çıkardı, eline ilk gelen hastane bilekliği oldu. Sinirlenmişti. Bu sefer diğer cebinde denedi şansını, aradığını bulmuştu: Çarpık bir yazıyla “Madam Esther ve Kasap Kocası” yazıyor, altında da aynı yazıyla yol tarif ediliyordu. Dikkatli bir şekilde karşıya geçtiler, Kadın başını eğerek kapıdan içeriye baktı. Çocuğu sırtından hafifçe ittirerek, “Git, sor bakalım; açıklar mı?” dedi. Çocuk denileni yaptı, birkaç dakika sonra koşarak kadının yanına geldi. Boynu bükük, gördüklerinden olsa gerek, bir parça da tedirgindi, “Açıklarmış,” dedi kısık bir sesle. Kadın, çocuğun elini sıkıca tuttu ve içeriye girdi.
Madam Esther oturduğu sandalyeden kalktı, tüm gün boyunca gelen iki kişiden biri kendini satmak konusunda pazarlık yapmaya çalışan mahallenin sarhoşu, diğeri ise ödeme yapmalarını isteyen mal sahibiydi. Ama Madam’ın gözü sabahki falın etkisiyle sürekli kapıdaydı. Fal yorumları yapamamaya mı başlamıştı yoksa? Kocasının işleri de pek yolunda gitmezken, böyle bir durum ikisi için de felaket olurdu. İçinde dalga dalga yayılan endişeyi hissetti ama onu büyütmemek konusunda kararlıydı. Gidip ahşap dolabın çekmecesini açtı, çeşit çeşit tütsüler içerisinden üzerinde “Tarçın,” yazan kutudan bir tütsü aldı ve yaktı. Tezgâha doğru ilerledi, içindeki sıkıntıyı atabilecek bir yer arıyor gibiydi, kocasını izledi bir süre. “Ortalığı gene batırmışsın,” dedi Madam Esther. Kocası cevap vermedi. Ellili yaşlarının ortasında olan karı koca ilk bakışta birbirlerinden oldukça farklılardı. Uzun süre bakınca ise birbirlerine benzemeye başlıyorlardı. Fakat yalnızca fiziksel bir benzerlikti bu. Örneğin Madam bu sabahki falını Kasap’a anlattığında Kasap bereketi kara bir kediye benzetmiş, falına da “Uğursuz,” demişti. Madam artık kocasının tavırlarına alışmış olduğundan olsa gerek, böyle şeylere takılmıyordu. “Kasap dükkânına falcı açmak benim fikrim değildi,” diye mırıldandı adam. “İyi bir fikir değil, demiştim.” Madam omuz silkti. “İki dükkâna kira ödeyecek gücüm yok benim. Kazandığımız anca yetiyor,” dedi net bir şekilde. Cümleler gerginlikle yükselecek gibiyken kapının üzerindeki çan hareket etti, Madam tüm endamıyla kapıya yöneldi, adam bir makine edasıyla işine devam ediyordu: kesme tahtasına koy, iyice yerleştir, kes, parçala, şişeye koy; aman kırıntı kalmasın.
“Hoş geldiniz!” dedi Madam tüm edasıyla. Kadın duraksadı, “Ben şey için…” gözü raflara dizilmiş şişelere takılmıştı. Biraz önceki halinden eser yoktu, “Yeni bir kalbe ihtiyacım var,” yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirmeye çalışarak, “Ne kadar acaba bir kalp?” diye sordu. Kasap kadına baktı, “Kalp on beş lira” derken kadının yüzünün rengi gitmişti. Madam öne atıldı, “Buyurun, biraz dinlenin isterseniz,“ dedi, çaktırmadan çocuğa bakmaya çalışıyordu. Kadın çocuğu kasap tezgâhının karşısındaki sandalyelere gönderdikten sonra Madam’ın karşısına oturdu, dükkân sessizliğe bürünmüştü, tek duyulan kasabın bıçağının çıkardığı sesti. Madam kadının düşünceli halini değiştirmek için “Beklerken kısa bir fal bakabilirim isterseniz,” dedi, ne olursa olsun gelen tek kişiydi, bir falın lafı olmazdı. “Bilmem ki…” dedi ve duraksadı kadın. Madam kadını iyice süzdü gözleriyle. Otuzlu yaşlarının başında olmalıydı, çalışıyor muydu ev hanımı mı kestiremiyordu ama pek sağlıklı gözükmüyordu. Bugün de hisleri hiç ondan yana değildi canım. Fala bakarken de böyle durgun olmamayı umuyordu. “Çok zamanım yok da,” dedi kadın, duvardaki saate takıldı bakışları. Madam, kasap müşterilerine her zaman kendininkilerden daha kibar davranırdı. Bazı densizler sırf dalga geçmek için gelmeye başladıkça tavrı değişmişti müşterilerine karşı. Kadının gerginliği bedeninden etrafa yayılıyordu. Madam ayağa kalktı, sönmüş tütsüyü yenisiyle değiştirip tekrar otururdu. Hiçbir şey söylemeden kadının sağ elini kendi avucuna koydu. Kısa bir ömür çizgisi duruyordu karşısında. Madam’ın zihni yollardan yol seçiyor; düğümlerden düğümler yaratıyordu. “Kalabalıklar, kalabalıklar… Derin bir yalnızlık var,” diye mırıldandı. Hissettiklerini nasıl anlatacağını düşünüyordu. “Her insan, diğer insanların hayatlarında düğüm olarak yer alır,” dedi. “Ama sende bambaşka, kocaman bir düğüm var… Sağlığınla ilgili. Siz de yeni öğrenmişsin.” Tam o sırada, “Sizinle bir şey konuşmalıyım,” dedi kadın.
Adam son parçaya da işlemi uyguladıktan sonra eldivenlerini çıkardı ve şişelere etiketleri yapıştırmaya başladı. Kasap karşısındaki sandalyede oturan, bacaklarını sallayan çocuğa baktı. Madam ile Kasap’ın hiç çocukları olmamıştı. Zaman geçtikçe tüm ümitleri tükenmişti. İnsanlara bunu sağlarken kendilerinde bitmesi canını acıtıyordu. Küçük kıvılcımlar büyüyor, çıkardıkları isler gözlerini kör ediyordu. Sıcak bir tebessüm belirdi yüzünde. “Nasılsın delikanlı?” diye sordu çocuğa. Çocuk omuz silkti. Çocuğun yalnızlığı adamın ilgisini çekmişti. Belki bir parça almasına izin verirdi. Kavanozlara göz attı “Umut” yazanları, “Düş Kırıkları”ndan ayırdı. “Düş Kırıkları”nı “Kâbuslar ve Lanetler” kavanozlarının yanına, “Umut”ları ise “Hayat Sevinci” yazanların yanına yerleştirmeye başladı. Yıllardır bu işi yapıyor, insanlara ihtiyaç duydukları duyguları satıyordu. Düş kasabıydı adam. Son nefesini yeni vermiş bir kalbi al, kesme tahtasına koy, iyice yerleştir, kes, parçala, şişeye koy; aman kırıntı kalmasın. Dönem dönem iyi kazandıkları olsa da antidepresanların yaygınlaşmasıyla işleri bocalamaya başlamıştı. İnsanlar ne kasaplara ne de falcılara güveniyorlardı artık. Kulaktan kulağa yayılıyorlardı anca.
Madam merakla kadına bakıyordu. Kadın sesini sadece Madam’ın duyabileceğinden emin olduğu tona kadar alçalttı, “Ödeme ile ilgili,” dedi. Kasap işini yaparken bir yandan ikisini dinlemeyi başlamıştı. Kadının pek parası varmış gibi gözükmüyordu, bu durum Madam’ın keyfini kaçırsa bile önemsemedi. “Bir şekilde halledilir,” dedi kadına. Kadın, Madam’a yaklaştı, “Ben… Şey, duydum ki…” Duraksadı. Boğazını temizledi, “Duydum ki,” sesini iyice kıstı, “Organ vererek de alışveriş yapabiliyormuşuz.” Madam başıyla onayladı, “Ancak hastalardan organ alamıyoruz,” dedi. Kadının üzerinde gezinen kara bulutlar çoğalmıştı, “Size onun bir organını versem?” diye sordu Madam’a. “Çok acımaz, değil mi?” buz kesmiş ellerini kenetlemişti, dengesiz nefes alış verişleri çok rahat bir şekilde fark ediliyordu. Madam başını salladı, “Neredeyse hiç. Ama emin misiniz?” dedi. Kadın arkasına yaslandı, gözleri dolmuştu ama çaresizliği adım adım geziniyordu etrafında. Ölürse çocuğa bakabilecek kimseleri yoktu, oğlunun tek başına kalmasındansa eksik kalması daha kabul edilebilir geliyordu. Annelerin çocukları hakkında karar alabilme hakkını kullanıyordu, “Eminim.” Madam kocasına baktı ve başını salladı. Kasap “Şeker ister misin?” diye sordu çocuğa. Çocuk “olur” anlamında başını salladı ve ayağa kalktı. Kasap arkadaki şeker kavanozundan bir şeker alıp çocuğa uzattı. “Teşekkür ederim,” dedi çocuk. Kasap işine geri döndü ama ara ara çocuğa bakmayı ihmal etmiyordu.
Çocuk kendine gelmeye başladığında hava kararmıştı. İlk olarak annesinin endişe dolu yüzünü gördü, “İyi misin?” diye sordu kadın ona. Çocuk cevap vermedi. Derin bir uykudan uyanıyor gibiydi. Göğsündeki sargı bezine baktı, “Bir haftaya hiçbir şeyi kalmaz,” dedi Kasap. Bu kadar basit bir işti. Son haftaların en kıymetli alışverişini yapmışlardı. Öte yandan kasap organın yanında çocuğun yalnızlığından da bir parça almayı başarmıştı. İşinde iyiydi, huzurlu bir kıvanç hissediyordu. Madam çocuğa birkaç çörek olan tabağı uzattı, “İster misin?” diye sordu. Çocuğun minik gözleri parıldadı. Gülümseyerek bir tane çörek aldı, “Anne ne zaman eve gideceğiz?” diye sordu, “Sıkılmaya başladım.” Kadın çocuğa bakmamaya çalışıyordu, “Birazdan,” dedi, “Birazdan gideceğiz.” Adam çocuğa göz kırptı, çocuk ise adama gülümsedi.
Günün anları mırıl mırıl geçer, zaman tıkır tıkır işlerdi. Adam işine dönmüştü: kesme tahtasına koy, iyice yerleştir, kes, parçala, şişeye koy; aman kırıntı kalmasın. Kadın iyileşeceği umuduyla, elindeki paketle dükkândan çıkıp gideli bir hayli olmuştu. Madam sandalyesinde oturuyor, kartlarını karıştırıyordu. Birazdan dükkânı kapatıp, üst kattaki evlerine gideceklerdi, Kasabın işini bitirmesini bekliyordu. Kasap yeni mallarından oldukça hoşnuttu, en saf duygular çocuklardan elde ediliyordu.
Henüz yorum yok. Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.