KRAL VE KRALİÇE
Eski zamanlarda büyücü kral ve büyücü kraliçe ülkelerini düzen içinde yönetiyorlardı ya da yönetemiyorlardı.
Bazen sert kavgalar ediyorlardı ve bunun ceremesini halk çekiyordu. Bir gün büyücü kral büyülerin hepsini bırakıp kraliçeyi terk etmeye kalktı. Fakat büyücü kral ne olur ne olmaz diye içinde birazcık büyüyü gizlemişti. Kraliçe terk edilmesine çok kızmıştı ve tüm gücünü kullanarak büyücü kralı yaptığı her şeyin ters olması için lanetledi. Büyücü kralın içinde gizlediği büyüler de lanetlendi ve o büyülerden kralın terk ettiği büyülere de bu lanet bulaştı. Daha sonra büyücü kraliçe hırsını alamadı ve lanetlendiğini bilmediği kralın terk ettiği büyüyü yüz yıl sonra tam şuan doğan çocuğa geçmesi için yolladı. Belirli bir zaman sonra kral dünya şartlarına dayanamadı ve kraliçeye geri döndü. Büyülerinin gittiğini öğrenince onu bir daha terk etti. Dünya şartları bıraktığı gibi sert ve çetindi. Birkaç ölümden dönüş, açlık, sefalet falan filan derken yine dayanamadı ve kraliçesine geri döndü.
Kraliçe bu sefer kendi büyüsünü onunla paylaştı ve mutlu mesut ülkelerini yönettiler ya da yönetemediler.
TAM 100 YIL SONRA (ÜCÜYÜB)
Küçücük bir köyde bir erkek çocuğu dünyaya geldi. Eğer köyünüzde büyüyle doğan bir çocuk varsa köy çok şanslı demektir. Yani ürünlerin hepsi biranda çoğalır, insanların içi saçma sapan eğlenme içgüdüsüyle dolar, kış mevsimi yaza veya sonbahar mevsimi ilkbahara döner, köyün çirkin kızları güzelleşir ve daha bir sürü güzellik meydana gelir. Fakat bu köyde öyle olmadı önce yaz mevsimi kışa döndü sonra ekinler küçüldü ve işte böyle her şey tam tersi devam etti. Köylüler çocuğa çok kızıyordu. Fakat duyguları da dışarıya tam tersi yansıyordu. Yani onu görünce seviniyorlar ve gülme krizine giriyorlardı. İçinde büyük sevgi barındıran baba ve annesi onu bir büyücüler okulunun önüne bırakıp terk ettiler.
Büyücüler okulu yüz yıl önce yaşanmış büyücü kraliçenin lanetini biliyorlardı. Zaman geçtikçe de lanetli büyüye sahip olacak olan çocuğun kapılarına bırakılan isimsiz çocuk olduğunu anladılar ve ona Ücüyüb SRET ismini verdiler.
AYNI ZAMANDA UZAK BİR KRALLIK (KAHRAMAN)
Ücüyüb sret’in doğduğu zamanda uzak diyarlarda bir kral uzun bir yolculuğa çıkmıştı. Güçlü bir büyücünün çadırına girdi ve doğmamış oğlu için dileklerini savurdu.
“Hiçbir büyü ya da lanetten etkilenmesin, boyu kadar bir kılıcı kullansın, şövalyelerin en güçlüsü olsun…” dedi ve büyücünün gülümsemesini gördü. İğrenç pis bir gülümsemeydi. Fakat yardıma ihtiyacı vardı. Çünkü oğlunun bir Kahraman olmasını istiyordu. Hatta adı neden Kahraman olmasın diye geçirdi içinden ve o da gülümsedi.
“Büyük ve güçlü bir büyü istiyorsun. Fakat her büyük büyünün bir bedeli vardır. Kabul ediyor musun?” dedi ve pis gülümsemesi daha da belirginleştirdi.
“Oğlum için Kahraman ’ım için her şeyi yaparım.” dedi ve büyücünün küçücük çadırında büyüsünü yapmasını izledi. Ne bir gök gürlemesi ne de bir rüzgâr oluşmamıştı. Yani sonuçta büyük bir büyü yapmıştı büyücü ama dışarısı hep aynı sükûnetteydi. Hatta arada bir vıraklayan kurbağa sesleri bu otantik ortamı iyice komikleştiriyordu. O sıra ülkesini kara bulutlar sarmış, gök gürlemeleri, kuzuların kurtları parçalaması, derelerin tersten akması gibi bir sürü dehşetli olay meydana geliyordu. Arada bir de nedense gökte sanki koca bir kurbağanın varlığı dehşetengiz vıraklaması ile kendini hissettiriyordu. Kralın çocuğu doğduğunda ise ebeler şaşkınlık içinde kala kaldılar. Karşılarında küçük, kısa ve cılız mı cılız bir prens vardı. Ebelerden biri parmağını prensin minicik ellerine uzattı. Bebek öyle sert bir şekilde parmağı tutup çekti ki ebenin parmağı yerinden koptu.
Kahraman isimli kısa ve cılız fakat cesur, güçlü, büyüden etkilenmeyen ve boyu büyüklüğünde bir kılıç kullanan çocuk zamanla büyüdü ve kahramanlığını tüm dünyaya göstermek için yollara düştü.
EVRENSEL BÜYÜCÜLÜK BİLİMİ ENSTİTÜSÜ BÜYÜ ETİĞİ KÜRSÜSÜ PROFESÖR SHAZ DERSLERİ
Ağır adımlarla odasında yürüyordu. Düşüncelere dalmış ve bu sefer dersin sonunu getirebileceğini hissediyordu. Başarabilirdi. “Sadece bir ders sonra kutlama yapacağım.” dedi ve sihirli sözcükleri söyledi. Kürsüde görünür görünmez içinden büyülü bir parşömen uçak geçti.
“Kim attı bunu?” dedi sinirli sinirli ve sınıfta ani bir kahkaha patladı.
“Susun beni susturma büyüsü yapmak zorunda bırakmayın!”
“Profesör Shaz, sanal görüntünüzle sınıfa büyü yapamazsınız ki sadece bulunduğunuz yerdekileri büyüleyebilirsiniz.”
“Haklısın. Peki, ister dinleyin ister dinlemeyin ben bu dersimizde size evrenimizi anlatacağım.”
“Profesör Shaz, her derste bayıldığınız doğru mu?”
“Hayır! Evreni topaklaşmış bir yün yumak olarak düşünün ve biz içinde bir yün parçayız ve böyle bağımsız binlerce parça var.”
“Anksiyete rahatsızlığınız varmış.”
“Yok! Örneğin; Korkular diyarı, Masallar diyarı, Ölüm diyarı ve birbirinden farklı diyarlar topaklanmış. Peki, neden yün ipliği diyorum bileniniz var mı?”
“Sanal Shaz, hadi bize gerçeklerden bahsedin. Bayılacak mısınız?”
“Hayır! Ben söyleyeyim. Yün büyüden etkilenmeyen tek maddedir. Binlerce yıl önce Dehşet Ülkesi Kralını yakalamak ve hapsetmek için kullanan güçlü büyücüler yünün varoluşunu değiştirmişler.”
“Profesör Shaz, diyarlar arası kapıdan bahseder misiniz?”
“Tabi ki bahsederim. Yün ipliklerden oluşan bir kapı oluşturmanız gerekir. Yün büyüden etkilenmediği için açacağınız kapı sınırlanmış olacak ve önlenemez büyümesi önlenmiş olacaktır.”
“Profesör Shaz, hadi bayılın.”
“Şu bayılma konuşmasını kapatabilir miyiz?”
“Peki, profesör biz kapıyı açabilir miyiz?”
“Sadece mirası* büyük olanlar kapıyı açabilir.” dedi ve başı dönmeye başladı. Ücüyüb ile yaptığı deney aklına geldi ve “Ücüyüb neredesin?” deyip yere devrildi.
“Doğruymuş! Artık her derste bayılan bir eğitmenimiz var.”
ÜCÜYÜB İLE KAHRAMAN MASALLAR DİYARINDA
KULE
Kahraman ormanın derinliklerinde bir kule gördü ve onun yanına gittiğinde kulenin tepesinde küçücük bir delikten bakan kızı fark etti. Kız dehşete düşmüş bir ifadeyle aşağıya bakıyordu.
“Lütfen bana yardım edin. Çok çok şişmanladım. Karnım sanki patlayacak. Lütfen yardım edin ağrılarım ve sürekli devam eden sancılarım.” dedi ve pencereden kaybolduğunda bir çığlık duyuldu.
“Nasıl geleceğim yanına? Hey nasıl sesleneceğim sana beni duyuyor musun?” dedi Kahraman atından inmişti ve kulenin etrafını dolandı. Ne bir kapı ne de tırmanabilecek bir yapı vardı.
Ücüyüb o sıra katırla Kahraman‘ın yanına geldi. “Ne güzel bir kule bu” dedi ve “Fakat sanki az önce çığlık sesi duydum san…” diye devam ederken kule ve orman yine bir çığlık ile yankılandı. Kulenin penceresinden yine kız görünmüştü. Hızlı hızlı nefes alıp veren kız “ Adım Rapunzel. Ancak bu şekilde kuleye gelebilirsin” dedi ve saçlarını pencereden aşağı sarkıttı. Kahraman atın üstüne bindi, ayağa kalktı ve zıpladı. Fakat güçlerinin arasına babası muhteşem zıplama eklememişti. O yüzden en büyük sıçrayışında bile saçları tutmasına iki karış kalıyordu.
“Dur yardım edeyim de büyüyle saçı uzatayım.” dedi Ücüyüb ve bir şeyler mırıldandı. O sıra yer sarsıldı ve kadının çığlıkları sıklaştığı bir anda kule uzadı uzadı ve sanki artık iki kat büyüktü. Kahraman’ın Ücüyüb’ ün büyüsünü durduracak vakti bile yoktu. Kulenin büyümesi durduğunda bir bebek ağlaması kulenin en tepesinden geliyordu. O sıra Kahraman ve Ücüyüb’ ün yanlarına bir adam geldi. Kulenin iki kat büyük olduğunu gördüğünde ise onlara baktı ve küfürler savurdu. Neyse ki bizimkiler hızlıca oradan sıvıştılar.
Hikâyenin devamını biliyorsunuz zaten sevgilisi ve Rapunzel yıllarca Rapunzel ‘in saçlarının uzamasını beklediler. Yeterince uzamasına çok az kalmıştı ki Rapunzel ’in saçları yaşlılıktan dökülmeye başladı. Rapunzel öldüğünde ise kızına sadece dayanıksız bir tutam saç ve inmesi imkânsız bir kule bıraktı.
UYANAN ANNE
Zehirli ve keskin dikenlerle örülü sarmaşık büyülü sarayın etrafını sarmalıyordu. Güneşin bile girmediği kendi içinde devasa labirentler meydana getirmişti. Terli alnını sildi. Gecenin karanlığına savurduğu kılıcı zehirli sarmaşıkları birer birer toz bulutuna dönüştürüyordu. Korkunç örümcekler etrafta koşturuyor kimisi saldırıyor ve oracıkta ölüyordu kimisi kaçıyordu. Yüz yıldır uyuyan güzeli sarayında belki de ilk ziyaret edecek olan prens sarayın geniş kapılarını geçti.
Örümcek ağlarını yararak prensesin odasına girdi ve uyuyan güzeli tam öpecekti ki uyuyan güzel uyandı ve buna gerek olmadığını söyledi. Cılız adama bakıp bıkkınlık ifadesiyle yatağından kalktı. O an prensesin odasının kapısı çarpılarak açıldı. Hızlı hızlı nefes alıp veren ve büyücü şapkasıyla alnındaki teri silen bir adam girmişti odaya. Onları gördüğünde yüzüne bir gülümseme yayıldı. “Kahraman” dedi soluk alıp vermeye devam ederek “Prensesi uy…” diye devam edecekti ki bir anda kapı tekrar sert bir şekilde açıldı. Kapının kendisine çarpmasıyla Ücüyüb kendini yerde buldu. Yakışıklı ve güçlü bir adam içeri girdi. Adam “Kahretsin geç kaldım” dedi. Fakat prenses sevinç narası attı ve adamın kollarına doğru koştu. “Yakışıklı prensim, götür beni bu korkunç yerden” dedi. Adam memnun olmuştu. Hepsi beraber dışarıda bekleyen hayvanların yanında gitti. Bir beyaz at, bir gri at ve inatçılğı duruşundan belli olan bir katır dışarda onları bekliyordu.
Uyanan güzel “Yakışıklı prensim beyaz atın çok güzelmiş” dedi.
“Hım. Şey benimki gri olan” dedi adam.
“Bende onu diyordum şu çirkin beyaz atın yanındaki gri atın çok güzelmiş diyorum.” dedi uyanan güzel ve ikisi gri ata binip uzaklaşmaya başladılar.
“Aslında ben prens değilim” dedi adam üzülerek ve arkasında oturan uyanan güzele baktı.
“Yani aslında bende uyanalı çok olmuştu. Yani prensin biri beni bulmuş fakat uyandırmamış. Şey ikizlerim var benim. Yani iki çocuğum, onları yakın bir köye yolladım ve bir prensin beni uyandırması için kendimi tekrar hapsettim. Sonra işte sen geldin düğün hazırlıklarına ne zaman başlıyoruz.” dedi kız ve ufukta kayboldular.
Kahraman ıslık çalmaya çalışıyordu. “Neden ıslık çaldığımda atım yanıma gelmez ki” dedi ve Ücüyüb yanında dehşetli bir ıslık çaldı. Beyaz at dörtnala Kahraman’ın yanına geldi ve geçti. Kahraman ise peşinden koşup atı sert bir şekilde yakaladı ve üzerine atladı. Devasa atta küçük bir çocuk gibi duruyordu. Ücüyüb ise söylene söylene katırının yanına gitti. Aslında katırı çağırmıştı ama neyse ki beyaz atın kaçmadığına sevindi. “Bir dakika” dedi Ücüyüb “ Neden inatçı bir katırım olduğunu ben size açıklamadım.” diye devam etti. “İlk zamanlarda atım vardı ve ne söylesem tersini yapıyordu. Yani sadece söylemek değil içimden geçenlerin tersini yapıyordu. Yani tehlikeli anda kaçmasını istediğim at aniden duruyordu. Durmasını istediğimde ise dörtnala koşuyordu. Sağa gitmek yerine sola, sola gitmek yerine sağa gidiyordu. Yıllar sonra çözümü buldum. Belki de dünyanın en inatçı katırını satın aldım ve işte artık rahattım. Durmasını söylediğimde inanılmaz bir koşma emri alıyor fakat inatçı olduğu için duruyordu. Koşmasını söylediğimde o inatçı katıra tam tersi durma emri gidiyordu. Fakat o da bu emrin tam tersini yapıyor koşuyordu.” dedi Ücüyüb ve Kahraman ilerden seslendi:
“Hey Ücüyüb kiminle konuşuyorsun orada hadi gel” dedi.
“İçimden bir ses neden katıra bindiğimi açıklamam gerektiğini söyledi”
“Hadi Ücüyüb bu diyardan çıkmamız lazım. Yani diyarlar arasında kapıyı açtığında bu diyara geldik. Fakat eve dönmek istediğinde lanet yüzünden dönemiyoruz.”
“Üzgünüm Kahraman. Bir dakika bir yol daha var. Derslerde öğrenmiştim. Diyar koruyucusunu bulup bize kapı açmasını isteyebiliriz. Diyar koruyucuları kaybolanları eve yollamak için varlar.” dedi ve problemi çözdüğü için göğsü kabardı.
“Bu diyar bekçisinin kim olduğunu hatırlıyor musun?”
“Evet, Şey…”
MASALLAR DİYARI BEKÇİSİ
Gecenin geç saatlerine doğru ulaştıkları köydeki insanlar gözleri kan çanağı olmuş bir şekilde misafirleri karşıladılar. Yabancılardan nefret eden bu köylüler Ücüyüb ‘ü sevinç naraları ile selamlayıp en güzel yemeklerini ve en sıcak odalarını ona verdiler. Kahraman ise samanlıkta uyumak ve küfürler duymak zorunda kaldı. Fakat o kahramandı. İnsanlara nasıl ve kim olurlarsa olsunlar yardım etmeye ant içmişti. Sabaha kadar çılgınlarca vıraklayan kurbağalardan kimse uyuyamamıştı. Sabah olduğunda ise köyün tüm kadınlarının ağızlarını siğil kaplamıştı. Hafif tiksintiyle köylülere kurbağa prensi sordular. Köylüler önce kurbağa prense sonra köyün yakındaki küçük sarayda yaşayan prensese hem küfürler hem de lanetler savurdular. Sonra aralarında biri anlatmaya başladı.
“Efendim, bir büyücü, lanet olsun o büyücüye, bir lanet ortaya atmış. Şey tabi her büyücü aynı değil ve biz sizi seviyoruz Büyücü Ücüyüb. Neyse bu lanette prensesin kurbağa prensi öpmesi lazımmış. Fakat bizim prenses biraz güzelliğine düşkün ve kurbağa öpmem diyor. Kral prensesi burada yaptırdığı küçük sarayına yolladı. O zaman sevindik, koca kralın güzel kızı dedik ve hepimiz daha bir yakışıklı olmaya çalıştık. Fakat bu prenses değil ki uyuz kız. Sonra bu prenses gelince kurbağalar akın akın geldiler. Neymiş, prensesin laneti onları yanına çekiyormuş. Artık kimimiz göç etti kimimiz baba ocağı diye kaldık. Çare olarak köyün kızları vardiyalı olarak göle yolluyoruz belki hani tutarsa diye.” dedi ve ardından ahali küfürlerine devam etti.
Köylüleri dinledikten sonra prensesle konuşmaya gittiler. Prensese kurbağa deyince çığlığı basıyordu. Konuşmak mümkün değildi. Kahramanla Ücüyüb’ ün prensesle konuşmasından büyük umutlar besleyen köylüler görüşmenin kötü sonuçlandığını duydular. Bazıları Kahraman’ı linç etmeye çalışırken bazıları ise Ücüyüb ’ü omuzlarında taşıyıp tezahürat yapıyordu.
“Yani Ücüyüb ölümcül bir düşman olsa karşımda savaşırdım. Fakat lanetler ve çözümleri nasıl yapılır bilemiyorum.”
“Kahraman, yapacağımız tek bir şey kaldı.” dedi Ücüyüb ve göle doğru emin adımlarla yürümeye başladı. Kahraman ve köylüler onu takip ettiler. Gölün yanına varınca aşağıya eğilip bir kurbağa aldı ve onu izleyenler nefeslerini tutular. Kurbağayı hızlıca öpüp arkasına attı ve yenisini yerden aldı. Tüm köylüler ve Kahraman kısa bir şaşkınlıktan sonra yere eğildiler. Hepsi tuttuğu kurbağaları öptü ve lanetin canı cehenneme dedi.
Ücüyüb yerde yan yana iki kurbağa gördü. Tüm kurbağalar yer değiştirse de onlar değiştirmiyordu. Ayrıca bu iki kurbağanın arkasında başka bir kurbağa onları sanki saldırgan bir şekilde takip ediyordu. Yan yana olan kurbağalardan birini aldı ve öptü. Aniden kısa bir ışık patlamasıyla ortaya bir prenses çıktı. Ücüyüb o kadar şaşırmıştı ki yere popo üstü düştü. Prenses derin bir nefes aldı ve gerindi. Ücüyüb ’ün yerden kalkmasıyla yanında bulunan kurbağanın ezilerek can verdiğini gördü. Attığı çığlık tüm gölde yankılandı.
“Prensim, kahretsin. Lanet büyücü onu ezdin. Hayatımın aşkını öldürdün.” dedi kurbağa prenses ve ağlamaya başladı. O sıra onları takip eden saldırgan kurbağa prensesin üzerine atlayıp elini ısırdı. Bir çığlık daha atan prenses “Küçük kurbağa poposuyla kurbağa ezen bir büyücünün yanında dolaşmamalısın” dedi ve öpüp onu yere bıraktı. O sıra bir ışık patlamasıyla prens ortaya çıktı. Gerindi ve “ Yıllardır sana anlatmaya çalışıyorum. Gittin elin kurbağasını bana benzettin” diye prensese bağırdı. “Yani hayatım o daha iriydi ve sen çok cılızdın da…” demeye çalışırken kurbağa prensin sert bakışıyla sustu.
“Sevgili büyücü bizi kurtardığın için teşekkürler.” dedi ve köylülere bakıp devam etti. “Sevgili halkım burada yaşananlar sizi şaşırtmış olabilir. Fakat bizi lanetleyen cadı, lanetin farklı bir şekilde hatırlanması için herkesi büyüledi. Yani sevdiğim prenses ile beni kurbağaya çevirdi. Bir ters büyücünün prensesimi uyandırması ve prensesin de beni uyandırması gibi karmaşık bir lanet ortaya attı. Ayrıca kurbağadan tiksinen başka bir prensesin ise göz önünde bulunması gibi devam etti. Yıllardır her şeyi anladım da ters büyücüyü anlamadım” deyip Ücüyüb’ e döndü. O sıra köylüler Kahraman ’ı yardımlarından dolayı tebrik ediyordu ve Ücüyüb ’e küfürler savuruyordu. Ücüyüb elinden geldiğince küfürleri bastırıp konuşmaya başladı.
“Yani şey ben de lanetli sayılırım. Aslında büyü gücüm lanetli ve bu diyara yanlışlıkla geldik. Eve dönmek istesem de kim bilir hangi ters bir diyara giderim. Siz diyar koruyucu olarak bizi evimize gönderir misiniz?” dedi ve tüm şekerliği ile prense baktı.
“Tabi. Sizi diyarınıza ve şu kurbağa aşığı prensesi ise yıllardır beni aldatması sebebiyle korkular diyarına gönderiyorum” dedi. Aniden küçük ışık patlamaları ile Kahraman, Ücüyüb ve kurbağa prenses kayboldu. Prens köylülere baktı. “Sevgili halkım…” dedi ve önce gözlerine şaşkınlıkla büyüdü sonra üzüntüyle devrildi. “Sanırım prensesi büyü diyarına ve Ücüyüb ile yardımcısını korku diyarına gönderdim” dedi ve neyse onlar benim lanetimi bile çözdü ki korku diyarlarından da kurtulurlar diye düşündü. Köylülere tekrar baktı ve “Sevgili halkım şu kurbağalardan tiksinen prenses nerede yaşıyor?” dedi.
Oldukça değişik bir öykü olmuş. Öyküler öyküler içinde 🙂 aslinda bana daha da uzatilabilir, bu öyküden kitap bile çikabilir hissi verdi.
Bu arada bir yerde * isareti kullanmişsiniz ancak sonra açiklamasini goremedim gibi geldi isaretlediginiz sözcüğün.
Sevgiler
Öncelikle vakit ayırdığınız ve değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Bir iki bilim kurgu öykü denemesi ile ilk kez bu tarz bir öykü yazdım. Acemi ruhum sayesinde anlam hataları ve unutulan yerler var:) Öncelikle bahsettiğiniz unutulmuş yeri eklemem gerekiyor:)
*Miras: Büyücüler büyülerini iki şekilde başkasına verebilir. Ailenden birine devrederek ya da yıllar sonra doğacak bir torununa miras bırakarak. Genelde güçlü büyücüler yaşamları boyunca büyük sorumluluklar altında kalmışlar ve aynı sorumlulukları çocuklarının taşımasını istememişler. “Göz görmeyince gönül katlanılır” diyerek yıllar sonra doğacak torunlarına bu laneti ya da hediyeyi vermişler.
Öyküm Neil Gaiman’ın Sandman eserindeki Kabil’in kütüphanesine postalanacağını düşünüyorken yorumunuz geldi. Bu anlamda değerli yorumunuz için tekrardan teşekkür ederim.
Ben tesekkur ederim. Aciklamaniz diğer okuyucular için de yararli olacaktir.
Bence insan yeterli hayalgucune ve ilgiye sahip olduktan sonra her konuda yazabilir. Elinize sağlik tekrardan 🙂
Size katılıyorum:) Ayrıca maymunlar gezegenini bitirdim ve keyifle okudum. Net söylüyorum kaliteli eser kaliteli yayınevi ve kaliteli bir çevirmenin çalışması kendini gösteriyor. Başka kitaplarda buluşmak üzere:)
Konusu harika. dialoglar da fena değil. Eğer dediğin gibi yazmaya yeni başlıyorsan, büyük adımlar atmışsın daha şimdiden.
Fakat, birçok öykü sunmuşsun. Eğer tek, ya da birkaç öykü ile sınırlandırırsan daha fazla okuyucuya ulaşabilirsin. 500 kelimeyi geçme, mümkünse 350 kelimenin altında kal. Fazladan yazdıklarını da yine ayrı bir klasörde tut ki ileride sana destek verir.
İpek doğru söylemiş, bir roman çıkar bu konudan. Ara ara öyküyü genişletip bir romana çevirebilirsin.
Büyücü Sret, demek daha iyi gibi. Hem anlamı gizleyip gizem katıyor, hem de okunuşu rahatlatıyor.
Aşağıdaki hatalar ile karşılaşmamak için, tekrar tekrar öykünün üzerinden geçmelisin.
Ücüyüb sret’in doğduğu zamanda
Ne bir gök gürlemesi ne de bir rüzgâr oluşmamıştı.
Eline sağlık.
Öncelikle vaktinizi ayırıp öykümü okuduğunuz için teşekkürler:)
Uzun olduğu konusunda çok haklısınız. Bir dahaki öykümde tavsiyeniz uyup ciddi ciddi 350 kelimeyi geçmemeye çalışacağım. Ayrıca Büyücü sret yazıp gizem katma konusunda yorumunuzu okuyunca tuh dedim!Keşke öyle yapsaydım:) Mantık ve anlam hataları öykü uzun olunca daha da gözden kaçıyor. Sanırım kısa yazarsam ya da dediğiniz gibi daha öykü formatında yazarsam öykümü daha çok gözden geçirip hataları da gözden kaçırma ihtimalim düşürebilirim. Yolun başında aldığım yapıcı yorumunuz ve samimi değerlendirmeniz için çok teşekkür ederim.