Kuzeydoğu’dan gelen meltemin ağaç dallarıyla buluşup onlara küçük bir dansı lütfettiği gecelerden biriydi. Birçok insanın telaşlı adımları cılız bitkilere darbeler yağdırıyordu. Kargaşadan rahatsız olmuşa benzeyen gökyüzü, bir şeyler homurdanıyordu ki o sıralarda buna dikkatini verecek neredeyse hiçbir insanın olmadığını o da biliyordu.
***
Boyd Groy, omzundaki derin kılıç darbesinin verdiği acı ve bitkinlikten dolayı üç gecedir yatakta, baygın bir durumda dinleniyordu. Baygın olması demek, iyileşemeden ayakta dolanarak emirler yağdırıp düpedüz yenilecekleri bir çatışmaya girmeye çalışmasından daha iyiydi Radimir için. Bu yüzden ona yaptığı hafif bir sakinleştirici iksirİ vermekte tereddüt etmemişti.
***
“O zaman biz de bunun şerefine, şanımıza yakışır bir yemek vereceğiz. Boyd ile Amabel’in nişanını bize yakışır bir şekilde kutlamalıyız.”
Daton’ın Lordu Bordon Groy odada volta atarak karısı Medwyn’e planlarını açıklıyordu. Bunu yaparken kapıda bekleyen birkaç kâhya Medwyn’in bakışlarıyla işe koyulmaktaydı. Oda sonunda boşalmıştı.
“Seni uzun zamandır böyle heyecanlı görüyorum,” dedi Bordon ve bir adım atarak sevgili eşinin ellerini tuttu.
Bakışlarıyla kocasına karşılık verdi kocaman koyu kahverengi gözlü kadın, “Düğün gecemizden bu yana beni böylesine mutlu edecek bir hadise yaşamamıştık. Zamanın bir su misali akıp gitmesi her ne kadar kalbime küçük bir hüzün koysa da, oğlumuzun evliliğini görebilmek dünyalara değer!”
Dışarıdan bir kargaşa sesi geliyordu. Daha sonra birbirine çarpan kılıçların keskin sesleri yükselmeye başladı. Lord Groy büyük ve hızlı adımlarla kılıcını bıraktığı yere koşturuyordu ancak geç kalmıştı. Yarım dakika kadar önce kapanmış kapı aynı kâhyalar tarafından açıldı. Ancak onların ellerinde ustaca tuttukları kılıçlar yüzünden pek de kâhyalara benzeyen yönleri kalmamıştı. Kapı muhafızlarından biri de onların ardından lorda gözlerini dikmiş bakıyordu. Daha sonra aralarından Aelton Kalesi’nden Kendrick Emsworth geldi. Elinde Bordon’ın oğlu Boyd Groy’un kılıcı duruyordu. Yaklaştı ve Bordon’a “Şuan içinden ‘Neden?’ diye soruyorsundur Bordon. Ölümünden önceki şu kısa anda kafanı karıştırmak istemem. Sadece ‘Neden olmasın?’ diyeceğim. Bunun hakkında düşünebileceğin uzun uzun zamanın olacaktır eski dostum,” dedi ve küçük bıçağı hızlı bir hamleyle kalbine sapladı.
Radimir’in kendisini sarsmasıyla uyandı Boyd.
***
“Şimdi ne yapılacağı hakkında herhangi bir fikrin var mı, Radimir? Çünkü eğer sorarsan benim yok,” diyerek çaresizlikle çıkıştı Boyd. “Bu kahpe yaratıkların böyle bir şeyi yapmalarını mantıklı kılabilecek tek bir açıklama dahi aklıma gelmiyor.”
“Elbet ortaya çıkacaktır ne olduğu, efendim,” diyerek oturduğu yerden doğrulurken koltuğun kenarına sıkışmış cübbesinin ucunu çekiştirdi Radimir.
“Babamı ve ondan miras kalan ve benim için değerli olan tek şeyimi, kılıcımı aldılar. Bunun bedelini ödemek zorundalar. Ancak durumumuz malum, intikamımızı alıp ihanetlerinin bedelini nasıl ödeteceğiz?”
“Ben cevaplar aramaya başlayacağım efendim,” dedi Radimir kapıya doğru yönelerek. “Şimdi izninizle, zaman kaybetmek istemeyecek kadar meraklıyız bu konuda.” Kapıdan çıktı ve holden ilerleyerek gözden kayboldu.
***
Radimir elindeki uzun değneğinden destek alarak ormanlıkta ilerliyordu. Emin bakışları, sanki bu ormandaki her ağaçla tek tek tanışmış, onları ezberlemiş gibiydi. Değneğinin yardımıyla sıklaşan çalılarda önüne atlayan dal parçalarından kurtuluyordu. İteklediği son dal parçasıyla beraber göz açıp kapama süresi içinde beyaz bir ışıktan geçiverdi ve önünde kaynağı belli olmayan berrak bir su birikintisi belirdi. Yaşlılıktan ağarmış sakalının dibini kaşıdı ve suyun içine doğru sakin adımlar attı. Biraz ilerledikten sonra olduğu yerde bekledi. Asası olarak da kullandığı değneği önüne alarak iki eliyle tuttu ve alnını ellerini tersine yasladı. Bunu yapar yapmaz kulağı çınlamaya başladı ancak kısa sürdü. Sonra kulaklarını birçok fısıltı meşgul etmeye başladı. O kadar çok ruh aynı anda fısıldayınca beyninde büyük bir gürültü oluştu. Radimir alışkın olmalıydı ki başta gözlerini kısarak tepki verse de sonralarında bir şey yokmuşçasına dikilmeye devam etti. Daha sonra bu fısıldamalardan biri ön plana çıktı fakat bu diğerlerini susturmadı.
“İzle!”
“Fakat nasıl izleyeyim?”
Ses daha belirginleşti. “Sadece izle! Kaderin dönüp dolaşıp onun yolunu çizmesini ve rüzgârda dalından kopan bir yaprak misali sağa sola savrulsa da olması gerektiği yere, toprağa düşüşünü izle. Son defa söylüyorum, izle! Ve kıymetlisini bulduğunda yoldan çekilmesini öğütle, öğütle ki o da kaderini bozanları bekleyen azabın esiri olmasın.”
Radimir kafasını doğrulttu ve geldiği çalılıklara dönerek gitti.
***
“Üzgünüm genç lordum ancak kesişen yollardaki ruhlar cevap verme konusunda çekingen davranıyor ve sözleri bilmecelerin ötesine geçmiyor. Kendi zekânız ve yeteneklerinizle kaderinizi takip etmeniz gereken bir olayla karşı karşıyayız,” diyerek açıkladı Radimir.
Hayal kırıklığına uğrayışını yudumlamakta olduğu suyun bardağını yere fırlatarak gösterdi Boyd. Babasının ani ölümü, birden kral olması, kargaşa içindeki halkıyla ilgilenmesi gerekirken bir de yardım bulamadan böylesine büyük bir şeyin üstesinden gelmeliydi şimdi de.
“O zaman emrimi vereceğim,” diyerek Radimir’e şunları söyledi, “Burada artık güvenebildiğim son kişilerdensin. Senin güvendiğineyse benim de güvenim tamdır. Bana, benimle Aelton’a gizlice girip, lordları Edgar Preston’la yüzleşmemde yanımda duracak üç adam vermeni istiyorum. Kılıçlarının kuvveti kadar akıllarının da kuvveti olsun,” ve ekledi, “Halkın içinde kargaşadan yararlanıp olay çıkararak otoritemizin daha da bozulmasına neden olacak kişiler baş gösteriyor. Bu işi halletmenizi emrediyorum. Onlara merhamet göstermeyin.”
***
Gün bitmişti, güneş ışığı çekilince gökyüzü tekrardan yıldızların ihtişamıyla parladı. Gecenin en tatlı kısmı olan meltem eksik etmemişti kendini. Ruhların fısıltıları ilişiyordu kulaklarına Boyd Groy’un ama fark edemeyecek kadar meşguldü planlarıyla. Aelton surlarının içine at arabasıyla çiftçi olarak gece yarısı girmişlerdi. Neyse ki, silahlarını saklayabilecekleri kadar buğday ve arpayla çıkmışlardı yola.
“İşte buraya kadar. Şu evin arka camından çıkacağız ve oradaki boşluktan çatıya tırmanarak tam karşısındaki pencereden gireceğiz. Konuştuklarımızın dışına çıkmayın,” diyerek sözlerini bitirdi Boyd. Daha sonra evin kapısını hızla açtı ve içerideki tek kişi olan cılız yaşlı adama susmasını işaret etti. Yoldaşlarından biri zarar vermeden adamı bağladı ve oracıkta bıraktı. Zaten küçücük olan bu evin arka taraftaki penceresine ulaşmaları uzun sürmedi. Pencereden toprak zemine atladılar. Sonra aynı evin duvarlarındaki taşlardan destek alarak kimseye görünmeden çatısına çıktılar. İşte buraya kadardı. Edgar Preston’ın penceresinin hizasına gelmiş, onu gözetliyorlardı. Doğru zamanın gelmesi için bir süre beklediler. Ve sonrasında önden bir yoldaş ardındansa Boyd Groy pencereye doğru zıplayarak içeri girdiler. Arada pek bir mesafe olmadığı için gayet şanslıydılar.
Edgar dehşete düşmüştü, yaşlı gözleri olabildiğince açıktı. Boyd Groy aklındaki sorulara cevaplar istiyordu ve hiçbir şey onları almaktan vazgeçiremezdi genç adamı, ancak Edgar bir iki adım geri gitti. Masadan bir şeyleri yere düşürerek ses çıkardı. Boyd kılıcını ona geçirmek için bir hareket yapmıştı ki kapı hızla açıldı ve babasının katili, Kendrick Emsworth, Boyd’un eski kılıcıyla çıkageldi. Böylece ikisi küçük bir düelloya giriştiler. Muhafızlar, onlara verdikleri ilacın etkisinden çıkıp odadaki sesleri duyarsa oradan çıkmak imkânsız hale geleceğinden Boyd acele ederek kılıcını endişeyle savurmaya başladı. Yoldaşlarından biri ona yardım etmek için Emsworth’un koluna bir kılıç darbesi geçirdi ancak diğer bir kılıç sırtından girerek karnında çıktı ve oracıkta öldü. Kendrick Emsworth yediği bu darbeyle kılıcını düşürdü. Boyd dönüp geri çekilmeden önce değerli kılıcını eline aldı. Diğer yoldaşları gibi ardına bakmadan pencereden zıpladı. Onların bu kargaşada Aelton’dan çıkabilmesiyse tamamen Radimir’in marifetiydi.
***
Boyd Groy ve iki yoldaşı Daton’a Güneş’in tepede olduğu ancak pek de ısıtamadığı bir vakitte döndü. Radimir onların gelişini haber almış, büyük kapının önünde onları bekliyordu. Onlara doğru hızlı adımlarla yürüdü. Onları dikkatlice süzdü. Bir yoldaşı kaybettiklerini fark etti. Daha da yaklaşmalarıyla Boyd’un eski kılıcını tekrar kazandığını gördü. Böylesine ihtişamlı ve ışıltılı bir kılıcı görememek imkânsızdı zaten.
“Bir yoldaşımızı kaybettik Radimir! Bunun hüznünü taşıyoruz üzerimizde ve düşmanımıza bir çizikten büyük zarar vermememizin hüznü de yükleniyor.”
“Ruhunun kesişen yollarda bir fısıltı olarak kalmamasını dilerim lordum. Sizi korumak ve amacınızda size yardımcı olabilmek için her şeyi yaptığına eminim,” diyerek duygularını dile getirdi Radimir. Üzülüyordu ancak, ihtiyaçları olan şeyi aldıklarını sezebiliyordu.
Boyd Groy konuşma yapmak için boğazını temizledi. Daha sonra günlük işlerini yapmaya çalışan halka yüksek sesle açıklama yapmaya başladı.
“Ben Bordon Groy’un tek oğlu ve yeni lordunuz Boyd Groy, Daton Kalesi’nin halkına sesleniyorum! Babamın ani katliyle kalemiz büyük bir kargaşaya ilerlemekteydi. Askeri birliğimizin yetersizliğinden dolayı canları tehlikeye atmayı göze almadım ve dün gece Aelton Kalesi’ne giriş yaparak Edgar Preston’la yüzleştim. İntikamımızı almaya çalıştım ancak, işler planlandığı gibi gitmediğinden oradan ayrılmak zorunda kaldım. Aldıkları bu tehditten sonra bize olan düşmanlığının büyüdüğünü ve saldırı hazırlığında olduklarını kestirebiliyorum. Şimdi, isteyen herkes krallığa sığınmakta ya da-“ sözleri küçük bir iniltiyle kesildi. Ancak bu inilti Boyd Groy’un kendisinden geliyordu. Belinin sol tarafında müthiş bir yanma hissetti ve baktığında kılıcının ışıltılar içinde olduğu fark etti. Hemen üzerinden çıkararak yere bıraktı. Kılıçtan çıkan ışıltılar bakmayı dahi zorlaştırıyordu. Önce kılıcın kabzanı erimeye başladı sonra ise tamamı eridi gitti. Böylece içinden kılıç kadar gümüş, güneş kadar parlak bir asa çıktı. Boyd gözlerini Radimir’e çevirdi. Radimir hızlı adımlarla geldi, eğilerek asayı ellerine aldı ve o anda ağarmış sakalları renk buldu, yaşlılıktan inmiş göz kapaklarına canlılık, gözlerine ışık geldi. O anda asanın kudretini anlamayacak hiç kimse yoktu. Radimir, asaya daha da sıkı tutundu. Boyd’a dönerek önceden biliyormuşçasına ağzından şu lafları döktü, “ Bu asa, her yeni lordun döneminde en gerekli olduğu anda bir kere ortaya çıkar. Daha sonra tekrar kılıç içine saklanılarak yeni nesile armağan edilir. Daton’ın tek gerçek mirası budur. Bu asa, doğru kişiler tarafından kullanılırsa tüm dertlere derman olabilecek niteliktedir. Dilenen neyse yerine getirir. Baban sen daha gencecik bir çocukken bu mühim mirası sana emanet etti. Sana olan güveni buradan anlaşılıyor. Asaya uzun süre bu kılıcın içinde saklandığı için Operuit adının verilmesini öneriyorum, ” diyerek asayı Boyd’a verdi. Asayı eline aldığında yüreği cesaret ve güvenle doldu. Emin düşünceler aklında belirdi. O da asanın kudretini kanının her damlasına kadar hissetmişti ve şu sözleri söylemekten çekinmedi, “Artık hiçbir yere gitmenize gerek yok, çünkü bu asa, Operuit, avuçlarımdan düşmediği sürece hiçbir düşman kapımızı çalamaz. Hiç kimse bizi korkutamaz ve yine hiç kimse bize karşı fesatlığa teşebbüs edemez!”
Boyd Groy, asayı göğe kaldırarak gülümsedi ve halkı dört bir yanda onun adını haykırdı.