Elektrik akımı sesiyle birlikte eşzamanlı olarak aydınlanıp tekrar karanlığa gömülen bu izbe koridor girişinde, florasanın çıkardığı ses kesildiği vakit bir böceğin ayak sesleri rahatlıkla duyulabiliyor. Saatlerdir uyuyor olmalıyım, salyam yanağıma bulaştığından ağzım burnum çamur içinde, başım zonkluyor. Kapısında yığılı halde kaldığım asansörün içi önümde duran koridordan daha aydınlık, hatta göz alıcı bir aydınlığa sahip. Çığlık sesi işitiyorum, boğuk bir çığlık sesi, boğuk belki doğru kelime olmayabilir ses bir insandan çok bir hayvandan yada bir borazandan çıkıyormuş gibi, ama yine de çığlık sesi. Buraya nasıl ve neden geldiğimi hatırlamıyorum. Tek hatırladığım asansörün inanılmaz bir hızla siyah ve beyaz çizgilerin dansı eşliğinde aşağı indiğiydi. Asansörün içinde bir ekran olmadığı halde beliren görüntüyü anımsıyorum, bağlantısız görüntüler, bir fil top üzerinde akrobasi yapıyor, haber sunan bir spiker, maymunların etrafında toplanmış önlüklü adamların ifadesiz yüzleri, hepsi bir rüya gibi fakat emin değilim.
Ağır aksak hareket ederek koridora giriyorum. Burnumda yoğun bir küf kokusu var, Koridor az öncekinden biraz daha aydınlık, çirkinliği daha net görülebiliyor. Yolumun üzerindeki kapıları açmaya çekiniyorum, çığlık yaklaştıkça hoş olmayan şeylerle karşılaşacakmışım hissi uyanıyor içimde. Bulunduğum yeri bir hastaneye benzetiyorum, kokuşmuş ,eski bir hastane, neden böyle düşünüyorum emin değilim. Çığlık adeta kafamın içini tırmalıyor, sesin kaynağı her ne ise acı çeken bir yaratık olduğu belli, insan sesine yakın bir ses çıkaran ineğe benziyor, yada öyle bir şey olmalı. Yürüdükçe adımlarım daha kendinden emin bir hale geliyor, çığlığın kaynağını merak ediyor ve ona doğru hızla ilerleme kararı alıyorum. Sese gittikçe yaklaşıyorum, içimden ceplerimi karıştımak geliyor, pantolunumun cebinde buruşmuş bir sigara paketi buluyorum, bir dal sigara alıp ağzıma gütürürken onu yakacak bir ateşe ihtiyacım olacağı aklıma geliyor, bir yerlerde bir çakmak olmalı, gömleğimin üst cebine bakıyorum, sanırım burada bir çakmak var. Sigaramı yakıp olduğum yerde duruyorum, sanki yere çivilenmiş gibiyim. Ses önümde duran kapıdan gelmiyor, üç adım ilerledikten sonra sol tarafta duran ahşap kapıdan içeri giriyorum. Perde çekilmiş yatakların bazaları yok, hepsi yerlerde duruyor gibi, küf kokusu artık daha yoğun. Çığlık kesilmiş gibi, az ileride bulunan tezgahların üzerinde dikkatimi çeken metal cisimer görüyorum, tam olarak ne işe yaradığını bimediğim kesici ve delici aletler çoğunlukta. Duvara bakınca lobotomi ile ilgili olduğunu düşündüğüm çizimler gözüme ilişiyor. İçimden çekmeceleri karıştırmak geliyor, bulduğum evraklar anlamını bilmediğim çizimler ve yazılarla dolu, daha önce görmediğim ucubik yaratıkların bulunduğu resimler gözüme ilişiyor. Çığlık yeniden başladı, bu defa kayıtsız kalınamayacak kadar yakında, arkamı döndüğümde perdelerden birinde belirsiz bir canlı görüntüsü fark ediyorum, perdenin arkasındakine bakmak çok akıllıca olmaz diye düşünsem de hissettiğim merak duygusu beni o yöne doğru itiyor. Hızla perdeyi açtığımda yerden yaklaşık elli santimetre kadar yüksekte olduğunu düşündüğüm iri bir kafa altında iki iri ayakla beni karşılıyor. Kan içindeki yatağın üzerine olduğu yerde bağıran bu şey başından beri duyduğum çığlığın kaynağı. Zararsız görünüyor bu kadar iğrenç bir yaratık olması acı çekmesi için iyi bir sebep gibi. Onu kendi acısıyla baş başa bırakarak tezgaha geri dönüyorum. Çekmecede bulduğum fotoğraflar ve belgeler çığlık atan yaratığın bir denek olduğunu gösteriyor, fotoğraflardaki önlüklü insanlara daima imrenmişimdir, bir canavar yaratacak kadar ileri gitmeleri veya tanrının bölgesine girecek kadar ileri gitmeleri fikrimi pek değiştirmiyor. Elimdeki materyaller değerli olduğundan onları yanıma almam gerek, bu nedenle bir çantaya ihtiyacım var fakat yakınlarda böyle bişey göremiyorum, belki yan odada bir tane olabilir diye düşünerek oraya giriyorum. Loş bir kırmızı ışık altına gülen suratlar taşıyan çarpık bedenler beni kucaklamak için can atıyorlar, hızla geri kaçıp kapıyı kapatıyorum. Koridordan gelen bir megafon sesi ürpermemi sağlıyor, anlamadığım bir dil, daha önce duymamış gibiyim. Bazen bilmediğimiz dillerin hangi dil olduklarını biliri veya bulunduğu bölgeyi tahmin ederiz, fakat bu öyle bir dil değil, gerçekten hiç duymadım. Fotoğraflar ve evrakları koltuğumun altına alıp hızla odadan çıkıyor ve koridorun sonundaki kapıdan içeri giriyorum. İçeride yataklardan başka bir şey yok odanın diğer kısmında duran aralanmış kapıdan birden fazla çığlık sesi yükseliyor. Geri dönmek istiyorum ama arkamda insanca konuşan yılanların anlamadığım cümlelerini işitiyorum. Konuşulan dili anlamasam da sesler bana hoş şeyler histetirmiyor. Kapıyı aralayıp baktığımda parlayan gözlükleriyle bir kaç kişinin yaklaştığını görüyorum. O an içimi büyük bir korku kaplıyor ve kapıyı kapatıp kilitliyorum. Odadan hemen çıkmam gerektiğinden diğer kapıya doğru koşup karanlık bir koridora doğru dalıyorum. Evet başka bir karaknlık koridor, çığlıklar dahada artıyor, onlarca yaratığa ait olmalılar, az önce terk ettiğim odanın girdiğim kapısının zorlandığını görerek çıktığım kapıyı kapatıyorum. Gördüğüm adamlar kambura benziyordu belkide fotoraflarını gördüğüm adamlardır, fakat bu kadar belirgin bir vücut deformasyonu çok garip geliyor. Karanlık çok yoğun olduğundan ilerlemekte zorlanıyorum, sanki bir yararı dokunacakmışçasına çakmağımı yakarak ilerlemeye çalışıyorum, fakat bişey görünmüyor. Sahi ben bir sigara yakmıştım fakat ne ara içtim hatırlamıyorum, bunun üzerine çok düşünemem, bir sigara daha yakıp ilerliyorum. Belkide yanıma aldığım evrakları bırakmam gerek, ne işime yarayacaklarını bilmiyorum ama içimdeki merak duygusu bırakmamı engelliyor, hem estetik olarak hoş bulduğum görseller var, belkide bu yüzden bırakmıyorum. Yürürken bir kapıya çarpıyorum. Kapıdan içeri girdiğimde çığlık sesleri insanın sağır edecek gibi artıyor, yaratıklar acı ve korku içerisinde kıvranıyor gibiler. Tarif edemeyeceğim ucubelikte olan canlılarla göz göze geliyorum, hatalı ama muhteşem varlıklar. Benden birşey istermişçesine üzerime geliyorlar. Yanıma yaklaşmalarını istemediğim için koşmaya başlıyorum, elimdeki fotoğraf ve belgeleri kaybettim, geri dönüp onları almak istesemde böyle bir çirkinlikle tekrar yan yana gelemem, bu odadan da çıkmak zorundayım. Odanın çıkış kapısını açtığımda yine önlük giyen kambur adamlara rastlıyorum. Bilmediğim bir dilde konuşuyolar. Büyük bir tiksintiyle kapıyı yüzlerine kapatıyorum, kapının arkasındaki kırık ayna gözüme ilişiyor. Pörtlemiş gözlere sahip bir yüz ve sırtımdaki bu kambur ne zamandan beri var ne vakittir bu kadar eğri büğrüyüm hatırlamıyorum. Sigaram, demin bir sigara yakmıştım ne kadar çabuk içmişim.
Güzel ve büyük beklentiler uyandıran bir giriş olmuş. Okuma yönünden herhangi bir sıkıntı görmedim, gayet akıcı ilerliyor. Çevreyi düzgün ve insanın aklına aksettirecek şekilde aktarmışsın. Ama öykünün sonunda hızla bitirilmiş, aceleye getirilmiş gibi bir hisse kapılıyor insan. Hayal mi, gerçek mi arasında gidip geliyoruz, bu tek bir imgeye hapsedilmiş ve öykünün genişliğini daraltmış. Sonunda cevabı veriyorsunuz, şahsen ben vermezdim ama bu sizin yazım tarzınız. Kurgunun üzerinde dursanız daha iyi yazacağınıza inanıyorum ben, çünkü kaleminiz, diğer öykülerden bildiğimiz gibi iyi. Elinize sağlık.
Eleştiriniz için çok teşekkür ederim, üzülerek söylüyorum ki aceleye getirme ve öykünün daraltılması konusunda çok haklısınız çünkü biraz sorumsuz davranıp son saatlere bıraktım ve bu şekilde yazmak zorunda kaldım, bu nedenle bu öyküden çok ümitli olduğumu söyleyemem, yapıcı yorumunuz beni mutlu etti teşekkür ederim.