İşte yine olmuştu. Gecenin bir yarısı, kan ter içinde yatağında, görmekten bıktığı kabusu düşünerek oturuyordu. Aylardır aynı kabusu görüyordu. Bir baykuş bu kabuslarda ona eşlik ediyordu.
Aslında baykuşları hep sevmişti. Bir yerde baykuşların bilgeliği temsil ettiğini okumuştu. Ama bu kuş pek de bilge gibi görünmüyordu. Daha çok öfkeli gibiydi. Karanlık, ağaçlarla kaplı bir yerdeydi. Ondan kaçmaya çalışıyor ve beceremiyordu. “Sanırım karanlıkta avlanan bir hayvan için beni elinden kaçırmak büyük bir hayal kırıklığı olurdu” diye düşündü.
Genç adam kabusun etkisini atlatmaya çalışırken camda bir tıkırtı duydu. Cama doğru baktı ve gördüğü şeyin heyecanıyla bir an donakaldı. Evet, bu bir baykuştu. Tam da rüyalarında gördüğü gibi. Ve cama tıklıyordu. Fakat bu kuşun tehditkar değil, daha çok davetkar bir tavrı vardı.
Hemen giyindi ve aşağı indi. Onu açık bir şekilde takip etmesini isteyen baykuşu takibe koyuldu.
“Hey nereye gidiyoruz?” dedi.
Kuştan bir cevap alamayınca bunun saçma bir fikir olduğunu anladı. Sonunda soğuk gecede ay ışığının aydınlattığı ıssız bir yere gelmişlerdi. Etrafı ağaçlık olmasına rağmen durdukları yer açıklık bir alandı. Karanlıkta tek başına dikiliyordu. Baykuş bir taşın üzerine konmuştu. Genç adam taşa doğru yürüdü ve dikkatle baktığında taşın yanında bir kazma olduğunu gördü. Hemen kazmayı eline alıp taşın önünü kazmaya başladı.
O kadar hızlı kazıyordu ki sanki kasları vücudundan fırlayacaktı. Saatlerce ne bulacağını merak ederek kazdı. Sonunda kazmanın bir şeye dokunduğunu anladığında heyecandan saniyelerce hiçbir şey yapamadan öylece bekledi. Daha sonra aceleyle eğildi ve bulduğu şeyin üstündeki toprağı eşelemeye başladı.
“Ama bu nasıl olur?” dedi kendi kendine.
Titriyordu. Kusacak gibi oldu ancak son anda kendine engel oldu. Ruhu bedenine sığmıyordu. Çığlık atmak istiyor ancak beceremiyordu. “Bu imkansız” diye düşündü. Bunlar anne ve babasıydı. Ancak onları 7 ay önce kendi elleriyle gömmüştü. Bu zamana kadar cesetlerin çürümüş olması gerekirdi. Üstelik gömdüğü yer de burası değildi. Cesetlere daha dikkatli baktı. Anne ve babasının göğsündeki kızıl lekeyi dikkatle inceledi. Tam olarak son gördüğü gibiydiler.
Birden koşmaya başladığı. Kulaklarında anne ve babasının “Dur!” “Yapma!” haykırışları yankılanıyordu. Baykuş da peşinden onu takip ediyordu. Tıpkı kabuslarındaki gibi. Ciğerleri patlıyormuş gibi hissedene dek koşmaya devam etti. Durduğunda büyük köprünün üzerine gelmişti.
İşte o zaman anladı. Baykuş ona geçmişine giden yolda rehber olmuştu ve o da ondan kaçmaya çalışmıştı. Onu geçmişine ve yalnızlığına götürmüştü.
“Oysa geçmişten ve yalnızlıktan kaçamazsın. Ne yaparsan yap seni sımsıkı sarar ve bırakmazlar. Onların bir parçası olursun. Ve bazen sonuçlarına katlanırsın” diye düşündü.
Daha fazla kaçmanın bir anlamı yoktu. Hızlıca köprünün korkuluklarına çıktı. Son bir kez dolunaylı gecenin soğuk havasını ciğerlerine çekti ve kendini boşluğa bıraktı. Uzun zaman sonra ilk defa bu kadar huzurlu hissediyordu. Biraz sonra her şey bitecekti.
Birden bire, daha yarısında pişman olmuştu. Az önce verdiği karar doğru değildi. Ancak geçmişten kaçamazdı.
Sanırım seçkideki ilk öykün? Giriş cümlenin çok hoş göründüğünü söylemek istiyorum. Öykünün devamındaki cümleler de kendi başlarına alındığında bir hayli “yeterli” görünüyor fakat öyküdeki yerlerine baktığım zaman, zihnimdeki güzel bir şeyleri kendi başlarına kımıldatan bu cümleler, öykünün kendisine dair pek de tatmin edici şeyler uyandıramıyor bende. Bir tür rüya, az önce görüldüğü halde neden-sonuç bağıntılarında kopukluk olan ve kendiliğinden akıp giden bir hayalmiş gibi…
Normalde daha uzun eleştiriler yaparım ve gördüğüm her yazım hatasını belirtmeye çalışırım fakat bu öyküde onlardan çok az olduğu gibi, tek tek yazamayacak bir konumdayım şu an. Özür dilerim.
Sadece, şu cümledeki sıkıntı bariz şekilde göründüğü için özellikle belirtiliyor: “Birden koşmaya başladığı.”
Öykünün sonundaki bağıntı çok hoşuma gitti. “Geçmişten kaçamamak” teması, sık sık görmeye alışık olduğum bir tema olduğu halde “birkaç saniye öncesinden bile” eklemesi… Bu bir hayli nadir.
Biraz uykusuz ve bitkinim. Güzel bir eleştiri yazamadığım için yeniden özür dilerim. Yukarıda yazdıklarımda, öykünün “rüyadaki gibi, kesince takip edilemez” bir olay örgüsünün olduğunu söylemiştim. Karakterin verdiği tepkilerin ve eylemlerin çoğunun elle tutulur sebeplerden yoksun olduğunu… Bu öyküyü kötü yapan bir şey değil. Rüya (ve son cümleleri düşünürsek, muhtemelen transla) ilgili bir öykü için ideal anlatım tekniği olabilir. Yine de, biraz daha uzun olmasını ve çok daha fazla şeye değinilmesini tercih ederdim.
Karakterin ailesine yaptıklarının okuyucunun açımlamasına bırakılması güzel bir tercih olmuş. İçimden bir ses, karakterin cesetleri gördükten sonra iç sesiyle veya başka bir şekilde açıklama yapması durumunda öykünün bayağılığa kaçacağını söylüyor.
Düşüncelerimi pek toparlayamadığım için biraz kaba konuşmuş olabilirim. Özür dilerim.
Gelecek seçkilerde de başka başka öykülerini görmek isterim.