Öykü

Karanlıktaki Yabancı

Adam zifiri karanlık içerisinde oturuyordu. Bulunduğu yer öyle herkesin bilmediği bilenlerinse gitmeye çekindiği hatta civarında dolaşırken destur çektikleri viranelikti. Eski adı Eşek Uçuran Taşı şimdiki adı Dutluk olan köyün uzağında, kayalık dağlara yaslanmış bir dizi tepeciğin birinin üzerinde kurulmuş eski bir ev yıkıntılarındaydı. Aysız ve kapkara bulutlarla örtülmüş bir gecenin içerisindeydiler.

“Sana uzun bir öyküden kısa bir bölüm anlatacağım bu gece” dedi karanlıktan gelen ses. Adam bir an parıldayan bir çift kızıl kor gördüğünü düşündü. Zaman zaman buraya gelir herkesin uzak durduğu karanlığın içerisinde uzun saatler boyu otururdu. Döndüğündeyse belleği ilginç bir hikayeyle dolu olurdu. İyi bir ritüel yaşadıysa ve etkilendiyse çok okunan hikayelerden birini sayfalara taşımış olurdu. Bedeli ise… Ağır bir bedeldi.

“Bu kere çok acıktım” dedi ses havayı titreştirerek. Adam “Bu ara anlattıklarına pek inanan olmuyor. Önceleri iyi hikayeler anlatmıştın. Okuyucuyu sürükleyen öykülerdi. Sonra sıradanlaştı. Tekdüze hale gelmeye başladı. “Kafamdan uydurduğumu sanıyor” diye düşündü karanlıkların içindeki gölge. “Artık kimse tıklayıp bakmaz oldu. Şimdi sizden o eskilere benzeyen iyi bir deneme bekliyorum. Onlardan biri olsun lütfen” dedi. Cümlenin sonundaki rica kipi emir niteliğini açıkça belli eder tondaydı. Karanlıktan yayılan öfke sinsi bir duman gibi yayılıyordu çevreye. Havada asılı kalan bir gergin bir sessizlikten sonra karanlıktaki kor bir kere daha parıldadı. “Daha öncekilerle birleştirmen için daha, eski belki de bütün bu olanların başlangıç hikayesi olan bir tane anlatacağım iyi dinle dedi.

Adam karanlıkta el yordamıyla çantasını kurcaladı. Eline gelen sıcak şişelerden birini uzanabildiği kadar uzağa bıraktı. Garip bir hışırtı duyuldu viranede. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra bir oh sesi duyuldu. Verdiği armağan konuğunun hoşuna gitmiş olmalıydı ki hafif bir geğirmenin ardından “diğeri” dedi.

“Hikayeden sonra” dedi adam. Geceyi siyah bir kadife gibi yırtan çığlık çevrede yankılandı. Çok uzaklarda parıldayan köyün ışıklarına kadar ulaşmıştı sesin keskinliği. Gölgelerden gelen ses emredici ve ilikleri donduracak soğuklukta “Kapa gözlerini” dedi. “

Heybetli bir lokomotifin ardına sıralanmış bir dizi vagon uflaya puflaya yalçın kayalıkların arasında yol alıyordu. Paris’ten başlayan Münih ve Viyana üzerinden daha doğuda ki Budapeşte ve Bükreş’e uğrayıp İstanbul’da son bulan Doğunun eskilerde kalan görkemini bir parça olsun bulmak isteyen zengin yolcular, sefirler, seyyahlar macera arayan zenginler lüks vagonlarda yol alıyorlardı. Soluk güneş ışıklarının altında parıldayan üç beş vagonun en arkasında eski bir vagon vardı. Doğu Ekspresine rica minnet bir vagon eklenmişti. Kompartımanlar ve koridorlara uzatılan yaralı askerleri taşıyordu bu vagon. O muzaffer fetih günlerindeki dağları tepeleri düz eden yiğitler, yaralı ve yorgun bir halde geriye dönüyorlardı. Bu yiğitleri taşıyan güçlü aygırlar yerine demir yollar üzerinde giden demir atlar ve arabalar vardı. Kılıçların yerini tüfekler mavzerler, atların yerini bu çelik arabalar almıştı çoktan. Çelik, eski günlerdeki gibi yalnızca ince uzun kılıçlar halinde değil hayatın her yerinde ağırlığını tüm medeniyete vuruyordu. Güneş tepelerin ardında sanki lokomotifin tüm yükünü taşırmış gibi yorgunca batmaya çalışıyordu. Lokomotif ise taşımaya çalıştığı katarın, kaybetmiş bir ülkenin yenilmiş ama onurlu askerlerini taşıdığının bilincindeydi.

Vagonda duran adamlardan biri zorlukla iliştiği pencereden güneşin batışını izliyordu. Memlekete gittiğine sevinemiyordu bir türlü. Önce Dersaadete gidecek ardından oradan bulacağı bir vapurla Ayasuluğa varacaktı. Oradan da yıllardır gitmediği köyüne dönecekti. Gözlerini içeriye çevirince karamsarlığı bir hayli artmıştı. Savaşın ilk yıllarında büyük çarpışmalar yaşamışlardı. O zamanlar çok Gazi ve Şehit olduğu söylenmişti. Müslüman olduğu söylenen ve Enver Paşanın yakın arkadaşı Wilhem için Tabi sonuçta Padişahımız için vuruşmuşlardı. Sonra sınır beklemeye başlamışlardı Kuzeyden gelecek düşman için. Ve azılı düşmanları zaman zaman akınlar yapıp çok zaiyat verdiriyorlardı. İşte o son baskında yaralanan askerleri payitahta götürüyorlardı. Kendisi de sol omzundan yara aldığı için ve de uzun zamandır savaşın başladığı günlerden beridir ailesini görmediği için izne gönderiliyordu. Genç adam bunları düşünüyorken eski vagon aniden durdu. İçinde suskun duran yarı uyur yarı uyanık yolcular sarsıldılar. Bir kere sarsıldı ilerlemeye çalıştı yaşlı vagon ama birkaç metre sonra bir kere daha durdu.

Uyuyanlar uyanmışlardı. Karanlık yavaş yavaş hükmünü sürmeye başlamıştı. Gece kuşlarının sesi çevrede duyuluyordu. Adam yerinden doğruldu. Kıdemli er olduğu için yaralıların komutasını kendisine vermişlerdi sanki kendisi çok sağlammış gibi. İçeride meraklı bakışlarla kendisini süzen kalabalığa dönerek “Neler olup bittiğini bir anlayayım hele” dedi. Ağır vagon kapısını zorlukla yana sürerek geçebileceği kadar araladı.

Dilini bilmediği adamlar kadınlarda aşağı inmişlerdi meraktan. Yanlarına yaklaşacak cesareti yoktu. Kıyafeti düzgün değildi, dil bilmiyordu. Yine de merak duygusu ağır bastığı için ürkek adımlarla öne doğru ilerlemeye başladı. Yanlarına yaklaştığı ecnebiler karşılarında hastalıklı biri varmış gibi yana çekiliyorlardı. Dili döndüğünce neler olduğunu sormaya çalıştı. Onun bu durumunu gören bir kompartıman görevlisi aceleyle yanına yaklaştı. “Mesele yok, bir saat kadar mola verdik” dedi.

Tekrar vagona döndüğünde arkadaşları neler olduğu konusunda konuşuyorlardı. “Arıza varmış bir saat kadar buradayız dediler” dediğinde bir an önce memlekete kendi vatanlarına dönmek isteyenlerde bir hoşnutsuzluk oluştu. Sesini biraz daha yükselterek “Sabır biraz daha sabır” dedi. Sonra sorumlu bir kumandan edasıyla “İhtiyacı olanlar için bir fırsat. Ama çok uzaklaşmayın” diye ekledi.

Kaç saat geçtiğini bilmiyordu ama vagonlarında yemeklerini yiyip bekleyen centilmenler bile sıkılmaya başlamıştı. Mırıldanmalar yüksek sesli şikayete dönüşmüştü. Bekledikleri teknik destek ise gelmemişti hala. Vagondakiler sıcak yaz gecesinin ağırlığını dağıtmak için vagonun kapısını ardına kadar açmışlardı. Bir köşeden buram buram memleket kokan bir türkü duyuluyordu. Kısıtlı olanaklarla yaşayanlar en küçük fırsatı bile değerlendirmeyi iyi biliyorlardı. Hava değişimine gidecek olanların sorumlusu olan kıdemli er Vagonun kapısına dirsek keyfi yaparak gözlerini karanlığa dikmiş öylece bakıyordu. Birden irkildi. Bir ses duymuştu sanki. Tüm dikkatini sese verdi. Uzaklarda karanlığın içinde bir yerlerde tatlı bir kadın sesi duyuluyor dilini bilmediği güzel bir türkü söylüyordu. Yerinden doğruldu. Diğerlerine baktı. Herkes kendi havasında devam ediyordu. Ayaklarını vagonun dışına sarkıttı. Yaralı koluna dikkat ederek yere atladı. Şimdi türkü daha iyi duyuluyordu. Karanlığa dağın yamacına paralel uzanan patikaya doğru birkaç adım attı. Bir an ses kesilmiş gibi olsa da başka bir havada tekrar başladı. Sanki kendisini çağırıyordu. Karanlığa dalan Kıdemli Eri pek kimse fark etmemişti.

Bağırışlarla uyandığında kendini rüyada sanıyordu. Uzakta aşağıda vadiyi yarıp geçen demiryolundaki sesler uykusunu iyice açmıştı. Hemşerisi koluna girdiğinde ne diyeceğini bilememişti. Dayandığı ağaç dibinden doğruldu. Yürüdükçe açıldı açıldıkça onarımın bittiğini yola çıkma vakitlerinin geldiğini anladı. Yarım saat sonra katar Bükreş’e doğru tekrar yol almaya başlamıştı. Kıdemli Er Rüstem kafasını dayadığı sert zeminde olanları düşünüyordu. Türkü sesine doğru yol almıştı. Bir kaç yüz metre sonrasında peri kızını andıran üç dilber yarı üryan bir halde karşısına çıkmıştı. Ondan sonrasındaysa gerçekle rüya tamamen birbirine karışmıştı. Birden aklına geldi elini boynuna attığında parmakları iki küçük oyuk hissetmişti. Elini geri çektiğinde kızıl lekeler parmaklarının ucunda parıldıyordu. …

Ortamda var olan sihir bozulmuştu, dinleyici Yabancının hikayesinin bittiğini anlamıştı. Daha önceki ziyaretlerinde adam ne zaman gözlerini kapatmasını istese o anları yaşıyordu. Uzaktan gelen ses kendisini sihirli bir halı gibi öykünün anlatıldığı zamana götürüyordu. Uzaklarda horozlar ötmeye başlamıştı. Bu veda vaktinin yaklaştığı anlamına geliyordu. Küstahça “Ben senden iyi bir hikaye beklerken sen bana sıradan bir vampir öyküsü anlattın. Filmlerin romanların saçma sapan karakterini gerçekmiş gibi yutturmaya çalıştın” dedi. Karanlığın kalbinde gölgeler arasında duran yabancı gözler tekrar akkor halini almıştı. Bir anda saniyenin küçük bir kesrinde kanlı bir çift göz gözlerinin önünde belirdi. “Benden bir Hikaye istedin bende anlattım” dedi. Korkudan ve Yabancının nefesiyle adam bayıldı

Uyandığında ortalık aydınlanmıştı. Dışarıyı kavuran parlak ışığa bakamadı. Ne kadar uyuduğunun farkında değildi. Kendine çeki düzen verdikten sonra boynundaki iki küçük ısırık izini fark etti.

Cevdet Denizaltı

Ben Cevdet Denizaltı; tercih ettiğim şekilde olursa Aziz Hayri. İzmir’de Eşrefpaşa’da doğdum. Önce Çınarlı Endüstri Meslek Lisesini sonra Erkek Sanat Yüksek Öğretmen Okulunu bitirdim. Makine Teknolojisi bölümü öğretmeni olarak görev yapıyorum. Okumayı, araştırmayı, yazmayı seviyorum. Tür ayrımı yapmam, bilimkurgu, fantastik kurgu ve tarihi romanlar favorim. Poe ve Tolkien hayranıyım.

Karanlıktaki Yabancı” için 3 Yorum Var

  1. Merhaba. Sıkılmadan okudum ama girişe odakla sonu beni hayal kırıklığına uğrattı.öykünün sonu girişin gölgesinde kalmış sanki.

  2. Konuya değinmeden önce dilinin akıcılığını takdir etmeliyim. En sevdiğim metinler böylesi anlaşılır metinlerdir. Dilinin akıcılığı öykünün özellikle gerilim anlarında çok iyi oturmuş. Her ne kadar biraz daha gerilim arzulasam da, bu benim görüşüm tabi istediğin gibi yazmak senin elinde. Öykünün başında geçen karanlık mekan hoşuma gitti. Kasvetli ve öyküye, iyi anlamda, soğukluk katmış. Tek kusurun, temayı pek iyi yansıtamamış olman diye düşünüyorum. Belki de yanlış düşünüyorumdur ama sanki “Açlık” teması kurgu dahilinde biraz geri planda kalmış gibi geldi bana. Hikayenin sonu beklediğim gibi olmasa da, yine de okuyucu şaşırtan ve devamını beklettiren bir son olmuş. Ellerine sağlık 🙂

  3. Merhaba
    Çok özür dileyerek söze başlamak istiyorum. Ne benim denemelerime yapıulan eleştirlere ne de diğer arkadaşların denemelerine yanıt yazamıyorum. Çok ihmalkar biri olup çıktım. O nedenle ancak zaman ayırabilip yeni mesafeyi koşmaya yeni konunun ipini göğüslemeye çalışıyorum. Bu defa Lamba Cini için kafa patlatıyorum. Gelelim yazdıklarınıza vereceğim naçizane yanıta…
    Bu aslında yıllardır kafamda tasarladığım bir romanın parçası. Ne nerede olacak olaylar nasıl gelişecek biliyorum ama bir türlü yazamıyorum. Ancak geniş bir zamanda yazabileceğim bu tasarıyı böyle parça parça kotarmaya çalışıyorum. O nedenle; Haklısınız devamı ve öncesi var diyorum.
    Zaman ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim…

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *