Öykü

Nihayet

– Merhaba sevgili seyirciler. Şu anda bulunduğumuz dev kampüs, arkamda görmüş olduğunuz D.Ü.Ş. Laboratuvarları’nın dehşetengiz büyüklüğü karşısında şoka uğramamamız için bir alıştırma niteliği taşıyor sanki. Sıra sıra ağaçlar, her yere uzanan çimenler ve pas parlak bir gökyüzü… En sevdiğimiz icatların buradan çıkmasına şaşmamak gerek. Hey! Kameraman! Beni çekeceksin burada, etrafı değil. Baştan alıyoruz.

* * *

– Buradaki insanlar bir hayli önemli işlerde çalışmakla kalmayıp pek çok önemli yerden geliyorlar. Evet, size diyardaki en mühim yerden, D.Ü.Ş. Laboratuvarları’ndan sesleniyorum. Doğru duydunuz; FikirPostası’nın icat edildiği yer. Bugün burada, kendi başına bir gezegen olmaya karar vermişçesine devasa görünen tesiste, büyük işler yapılacağı için bulunuyoruz. Herkes lezzetli yemeklerini -o kadar enfes yemekler ki tüketmek için değil, tüm tabağın tadına bakmak için piyasaya çıkmıştı sanki- yemiş halde yeni çalışma gününe hazırlanıyor. Ve şimdi yanımda, tüm yerleşkenin saygın yöneticilerinden Yusgi var. Evet Yusgi, bize buranın neler başardığını kısaca anlatır mısın? Senin zamanından çalmak da istemeyiz, elbette.
– Öncelikle merhaba Okin. Evet, tüm diyardaki en tatlı yiyecekleri tükettiğimizi söylemeliyim. Elbette, tükettiğimiz tüm tatlılık, izleyicilerimize hizmet olarak geri dönmektedir(!)
– Ah, çok esprilisiniz Yusgi.
– Teşekkür ederim. Kurulduğumuz zamandan beri tesisimizin güç aldığı şey de bu. Espri; gerçekliği çarpıtma yetisi… Hepinizin bildiği gibi, biz burada, “düş” dediğimiz şeyin üzerinde çeşitli çalışmalar yapıyoruz. Aslında bakarsanız, şimdiye kadar ürettiğimiz DüşDikiz, YerÇEK GerÇEK, Tefsir-i Hülya ve daha bir çok cihaz, sadece araştırdığımız için değil, hayal ettiğimiz için de var oldu. Yani, bir çeşit reflektif felsefe ile kendimizi biçimlendiren heykeltıraşlar olduğumuzu söyleyebilirim
– Hepimizin hayatını kolaylaştıran, türlü türlü icatlar…
– Kesinlikle! Şimdi, izninizle, tesisle ilgili kontrol etmem gereken bazı hususlar var. Sizi değerli stajyerim Raxyn’e emanet ediyorum.
– Teşekkürler sayın Yusgi. Evet. Bize neleri göstereceksiniz bugün?
– Öncelikle, Büyük Havuz’a gitmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ardından, çeşitli olasılıkları harmanlayıp yeni teknolojiler yaratmaya çalıştığımız Süs Bahçesi; düşüncelerin ortaya çıkış sürecini incelediğimiz Koful; ekibimizden çıkan fikirlerin değerlendirilip geliştirildiği Tekerlek; son olarak da Lomboz. Orada, başka diyarlara bakınmak için destanları kaydettiğimiz devasa bir veri bankamız var. Ayrıca, küçük bir sürpriz de sizleri orada bekliyor olacak.
– Oov! Çok ilgi çekici görünüyor. Ve, tesisin tüm önemli bölümlerini gezecek ve gittiğimiz her yerde, bir sürü harika şeye tanık olacağız?
– Kesinlikle! Dilerseniz turumuza başlayalım. Bu taraftan lütfen…

* * *

– “Havuz” denildiğinde olimpik yüzme havuzu gibi bir şeyi göreceğimizi düşünmüştük, görünen o ki sayın seyirciler, burası her tarafta düğme ışıklarının kıpraştığı bir tür kontrol merkezi. Haksız mıyım Raxyn?
– Bir bakıma haklısın Okin. Şu anda bulunduğumuz Havuz, tüm diğer küçük merkezlerden gelen verilerin yeniden elden geçtiği yer.
– Yani, tesisteki tüm ışıkların toplandığı bir büyük Havuz?
– E, evet. Öyle de denebilir. Mesela, şurada görmüş olduğunuz ekranlarda dönüp duran semboller, yazarların idealardan çektikleri harfleri gösteriyor. Bu veriler de bize üç kilometre kadar uzağımızdaki Konserve’den geliyor. Ah, şeyy… Oradaki Havuz’a bu ismi veriyoruz çünkü, aslında, ideaların depolandığı yerin neredeyse içerisinde duruyor. Yani, gerçekte, o depoyu “aç”mıyor; sadece, kıyısından azıcık içeride olduğu için mekandaki değişimleri “bil”iyor. Yani, bir tür konserveye dahil oluyor.
– …
– Ama, elbette, bunlar önemsiz ayrıntılar. Şimdi, buradaki teknisyenimiz sizlere minik bir sunum düzenleyecek.
– Ihım! Merhaba. Düşüncelerin ne türden varlıklar olduklarını hiç düşündünüz mü? Hangi düzemde var olduklarını? Ne şekilde devindiklerini ve neden o formda olduklarını? İşte, biz burada, sizi bu soruları sormaktan kurtarmak için bulunuyoruz. Mesela, karşımda duran ekranda herhangi bir şekilde öykü yazmaya başlamış yazarlar hakkında çeşitli istatistikler geçiyor. Hangi harfleri kullandıkları, neler hakkında yazdıkları, yazarken nereye baktıkları…
– Neleri çarpıttıkları.
– Evet Okin. Gördükleri düşlerdeki neleri çarpıtarak yazdıkları da bu istatistikler arasında. Ama, çeşitli felsefi problemlerden türü o birimi henüz çalıştırmıyoruz.
– Peki bu istatistiklerle neler yapabiliyorsunuz?
– Ben ve buradaki diğer çalışanlar tüm verileri düzenleyip ilgili yerlere göndermekle görevli. Mesela, UHU’ya gönderilenler, oradaki teknisyenlerce birbirine eklemleniyor, ortaya çıkan şeye bakılıyor. “Bir kenara atılan fikirler”in aslında hiç bir kenara atılmadığını ve ortada durarak Görüş’ü bulanıklaştırmaya başladığını, ‘yazarken bakılan yer’ ile ‘Öİ -öykü imgemetre-’ verilerini harmanlayarak UHU’da keşfetmiştik.
– Bunlar çok heyecan verici buluşlar. Rica etsem bize şu ekrandaki diyagramlardan da biraz bahsedebilir misiniz acaba?
– Hımm. Evet, onlar… Bunların, pilot olarak seçilmiş öykülerin zaman çizgilerini göstermesi gerekiyordu ama… Raxyn, şu değerlere bir baksana. Bunların stabil olması gerekiyor fakat şuradaki noktalarda sismograf grafiklerinin nasıl zikzak yaptığını görüyor musun?
– Evet, neredeyse üst sınırı geçecek. Yusgi’ye hemen haber verin, buradan yapabileceğimiz başka bir şey yok.
– Kameraman, yayını kes! Bir sorun mu var? Neler oluyor?
– Bakın Okin. Buradaki değerler, İncelenmekte olan bir yazarın o an oluşturmakta olduğu öyküdeki zaman çizgisini gösteriyor. Öykü yazıldıkça, ilerledikçe, geriye döndükçe veya zamansal anlamda her ne yaşıyorsa onu yaşadıkça anlık olarak buraya aktarılıyor. Genelde kendi içinde tutarlı öyküleri gözlemliyoruz çünkü onları incelemek için kendi diyarımızın bir kısmını o tarafa açıyoruz. Tehlikeli bir süreç.
Kameraman, kaydı kapatmanı söylemedim mi sana! Bu uyarı işaretlerinin anlamı bu mu? Yani, orada olanlar bu tarafı etkiliyor mu?
– Normalde, nadiren etkilemeleri gerekir. Bu örnekteyse öykü o kadar kararsızlaşmış ki grafiklerin taban ve tavan yaptığı yerler, diyarlar arasındaki astral boşluğa kadar uzanıyor.
– Hatta, sanırım şu an bir başka diyara geçmek üzere!
– Ne yapabiliriz ki?.. Durumu raporlayıp olanları seyredebiliriz sadece.
– Bunu kim söyledi? Hanginiz konuştu?
– Konuşan sen değil miydin?
O kadar da ayrıksı olmayan kişiliklerimiz birbirine karışıyor. Olamaz! Gerçekliğimiz sarsılıyor ve kararsızlaşıyor.
– Ah, hayır! Patolojikleşen düzlem, boşlukta, hemen yanında duran diyara sızarken açtığımız delikten geçerek bizimkine de sıçrıyor olmalı! Bu şekilde ilerlerse tüm öykülerin arasında iki ayrı koldan yozlaşma yayılacak.
– Öyküsü yarım kalmış bir yazarla ilgili olmalı. Hikayenin sonunu bağlayıp da çözülmesini engelleyemeden tüm iplikçikler etrafa saçılıyor. Sanırım, ele aldığımız yazar öyküyle bir daha ilgilenemeyecek durumda. Yaşıyor olsaydı bunun olmasına izin vermezdi. Bizi köşeye atmış bile olsa başıboşluğa terk etmezdi.
– Biz? Bizi kimse yazmıyor ki!
– Gerçeklik rüzgarları çok güçlü, giderek çözülüyor efendim. Durduramıyoruz!
– Galiba böylece, Nihai Bilinmez’in, Ölüm’ün ötesindekinin cevabını bulmuş oluyoruz?

– Yani, o, O öykünün yazarı öldü mü şimdi?
– Hayır Zultafor! O çocuğu kaçırmana izin veremem.
– Başka ihtimal yok, galiba… Eseriyle hiç bir mecrada ilgilenemediğine göre…
– Ah, bunun için çok geç kaldın annesi. O artık çocuk değil ve seni terk edip uzaklara, maceraya doğru gitmek istiyor.

* * *

Imm. Sanırım annemle ilgili bu kadar kötü şeyler yazmamalıyım. Haksızlık etmiş olurum. Hem, okursa üzülür de… Yarın hikayemi değiştiririm. Saat neredeyse 3:02 old

Selçuk Gökhan Kalkanoğlu

Büyüyünce yazar olacağına kendini inandırmış bir yavrucak. Öykü, çizgi roman, radyo tiyatrosu ve video oyunu alanlarında şansını deniyor. Yaratıcı sohbetten ve güzellikleri paylaşmaktan da çok hoşlanıyor. Yazılarına http://yordamsiz.blogspot.com/ isimli blogunda ulaşmak mümkün.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *