NOT: Bu öykü Selçuk Gökhan Kalkanoğlu‘nun yazdığı VİROMANYA adlı öyküyle aynı evrende geçmektedir.
X İlaç firmasında çalışan bir doktor olan Metin Taşkazan, orta yaşlarda, ortalama boy uzunluğunun biraz altında bir adamdı. Ne taktığı yuvarlak çerçeveli gözlükler ne de kafasının üstündeki gittikçe genişleyen kel alan adamın huysuz ve sert görünümüne biraz olsun yumuşaklık katıyordu. Yeni uyanmışlığının gerginliğini ve şiş yüzlülüğünü hala bırakamamış bir halde laboratuvarda bir o yana, bir bu yana dolaşıyor, “bu ne disiplinsizliktir, böyle arsızlık olur mu yahu? Vizyonsuzluk bunlarınki” gibi lafları yüksek perdeden söyleyerek şefi olduğu ekibi bekliyordu. Ekibin ilk gelen üyesi Yalçın adında uzun boylu, suratında daima aptal bir ifadeyle dolaşan, sakin yapılı genç bir laboranttı. Kendisi genelde Doktor Metin’in günah keçisi bellediği -ki ilk gelenler daima onlardır- elemandı. İçeri girdiğinde her zamanki aptal gülümsemesiyle Metin Taşkazan’a selam verdi.
-Günaydın Metin ağabey.
Doktor Metin gözlerini dikerek ve elini kolunu sallayarak karşıladı onu.
-Günaydın tabi Yalçın efendi, günaydın! Maşallah saat kaç oldu yahu? Kimse işe zamanında gelmemiş saatlerdir bekleye bekleye bir hal olduk be!
– İyi de Metin ağabey bugün hafta sonu, sen araştırmayı gizli tutacağız dedin diye bugün geldik ya biz. belirlenen saat de bu saatti, geç kalmadık yani. Sen kaçta geldin ki?..
Doktor Metin soru karşısında bakışlarını indirdi, kaşlarını çatarak cevapladı.
-Gitmedim ki oğlum ben.
-Gitmedin mi? Ne yaptın ağabey gece gece burada?
-Çalıştım oğlum işte, evde de çalışacaktım zaten; bari hiç gitmeyeyim dedim. Neyse tamam bırak şimdi boş muhabbeti de bana bir kahve getiriver.
-Tamam ağabey,
Yalçın, aptal sırıtışıyla birlikte kahveyi almaya giderken, onun yüzündeki ifadeyi gördükçe Doktor Metin’in sinirleri tepesine çıkıyor, bir anda tekrar iniyordu. Zira Metin Taşkazan, bu şekilde sinirlenen bir insandı. Duman dedektörlerine ve kapalı yerde bulunmasına aldırmaksızın bir sigara yaktı. Yalçının kendisi gibi aptal bir sırıtışa sahip olan evrak çantasına baktıkça biraz daha sinirlendi, “bu çantanın ön yüzüne sadece tek bir bölme yeterken, ne diye o bölmenin üzerine iki küçük bölme daha eklemişler ki? tek bölme kalsa, çanta, Yalçın salağı gibi sırıtmayacak” diye düşündü. Çantanın ön yüzündeki küçük bölmeler kısılmış bir çift gözü, onların altındaki büyük bölme ise tıpkı Yalçın’ınki gibi sırıtan koca bir ağzı andırıyordu. Halbuki çantanın gözlere ihtiyacı yok gibiydi; sadece bir ağız yeterli olurdu ki gözler olmazsa, o da ağız olmazdı. Çanta, Metin Taşkazan’a; “ağabey, karın seni bırakınca toparlayamadın sen” der gibi sırıtıyor, bir yıl önce onu terk eden karısını hatırlatıyordu. Çantaya olan öfkesi gittikçe artarken, yaklaşan gülüşme sesleri, öfkesini daha düzgün bir hedefe yöneltmesi konusunda onu uyardı.
Yaklaşan kadın gülüşmeleri arasından gelen, kendinden emin ve kalın bir ses, Doktor Metinin asistanlığını yapan genç Doktor Eren Bey ve ekipteki diğer laborantlar olan Sinem ile Derya’nın habercisiydi. Doktor Metin, İçeri girdiklerinde onları karşılayacak güzel bir iğneleme cümlesi ararken elindeki sigara aklına geldi. Kendi başlatacağı bir tartışmada sigara yüzünden yenik durumda olmak istemiyordu. Aceleyle lavaboya atılıp musluğu açarak sigarayı söndürdüğünde, gelenlere neredeyse saçma denebilecek bir pozisyonda yakalandı. Böyle bir pozisyon ve içerideki duman hesaba katıldığında, durum, Metin Taşkazan’ın lehine görünmüyordu. İşleri düzeltebilmek adına ilk hamleyi kendisi yaptı.
-Buyursunlar efendim, günaydınlar. Maşallah pek bir neşeliyiz bugün, geç geldiğimiz halde sallandığımıza göre… Değil mi? Sinem hanım, Derya hanım, siz ne dersiniz?
Derya sessiz kalmayı tercih ederken, Sinem az önce ki sevimli tavırlarından uzaklaşarak cevap verdi.
-Ne geç kalması Metin Bey, kararlaştırılan saatte geldik işte. Siz dün ne konuştuğunuzu hatırlamıyorsunuz ki… Burası sigara dumanı olmuş, siz sigara mı içtiniz burada?
Genç doktor Eren söze karıştı:
-Hayırdır Hocam? Siz erken geldiniz herhalde? Uykunuzu mu alamadınız?
-Erken geldim tabi ya!
-Hakikatten sigara mı içtiniz Hocam.
-Yakmışım öyle işte, söndürdüm demin.
Eliyle dumanları savuşturmaya çalıştı. Asistanın biçimli, tıraşlı yüzüne rağmen bırakmakta ısrar ettiğin dudak altındaki sakalına, yüksek özgüvenli tavırlarına, her ne kadar sinir olsa da savaşı, sigarayı yakmakla çoktan kaybettiğini biliyordu. konuşmaya daha fazla devam etmeyip, sinirden mi yoksa utançtan mı bilinmez, kırmızı bir yüzle laboratuvardan dışarı çıkarak bağırdı:
-Nerede kaldı bu herif! Yalçın, kahve nerede kaldı?
Sonradan gelen üçlü, çalışmak için hazırlık yapmak üzere ilerlerken, Sinem öfkeyle homurdanmaya devam etti.
-Geri zekalı! Yemin ederim geri zekalı ya bu herif, her gün daha da saçmalıyor. Bıktım usandım vallahi!
-Sus! şimdi duyacak!
-Bırak ya, duyarsa duysun. Salak! Hastanede doktorluk yapamıyor, meslekten men etmişler geri zekalıyı; gelmiş burada bize patronluk yapmaya çalışıyor.
-Öyle deme kız, dedikodu onlar sadece.
-Ya sende aptal olma Derya. Herkes biliyor bu alkolik salağın başka yerde çalışamayacağını. Neden postalamıyorlar anlamıyorum.
Sesini biraz daha yumuşatarak:
-Vallahi Eren, senin onun yerinde olman lazım aslında.
-Aman canım, yakında burada da işi biter zaten, tamam deyin geçin kızlar. Kendi kendine konuşup durur o zaten hep.
-Doğru diyorsun.
Sinem ve Eren’in gülüşerek yaptıkları bu kısa, flört kokan konuşmayı Derya sessizce izlerken, Doktor Metin, “pratik değilsin Yalçın! Hiç pratik değilsin!” diyerek elinde kahvesi ve arkasında Yalçın’ın aptal surat ifadesiyle birlikte içeri girdi.
Kahvesinden bir yudum alırken, önce Eren’e, sonra kızlara, ardından Yalçın’a baktı. Eren ve Yalçın’a bir daha bakıp “bu heriflerin neden ikisi de uzun boylu ulan?” diye düşünüp biraz sinirlendi. Eren’in kızlarla iyi anlaştığını görünce biraz daha sinirlendi. Kızlara baktığında ikisinin de güzel kızlar olduğunu düşündü; Sinem’in parıltılı bir güzelliği var denebilirdi, Doktor Metin’le en çok anlaşamayan, kendisiyle her daim tartışan kişi de oydu ne yazık ki. Derya genelde sessiz, neredeyse hiç konuşmayan, sakin bir yapıya sahipti. Her ne kadar Metin bunun farkında olmasa da, aslında pek konuşmamasının asıl nedeni Doktor Metin’in yanında huzursuz olmasıydı; Derya husuzsuz hissettiği zaman konuşmazdı. Sade bir güzelliği vardı, belki de bazılarının pek hoşuna gitmeyecek bir güzellik… Yine de güzeldi. Metin Taşkazan, eski karısının da güzel olduğunu anımsadı, hem onu anımsadığı hem de güzel olduğunu şimdi fark ettiği için biraz daha sinirlendi. Yalçın’a baktığında, onu çantasıyla birlikte aptal aptal gülümserken görünce siniri tavan yaptı; ne yapacağını, kime çatacağını bilemediğinden elindeki kahveyi lavaboya fırlattı.
-Peh! Bu neymiş be? Yalçın, sen bunun içine fazla şeker mi attın?
-Şekersiz içiyorsun diye atmadım hiç ağabey.
-E, atsaymışsın o zaman. Çok acı olmuş bu.
Lavabodan bardağı almaya çalışan Yalnçın’a sırtını dönüp bir sigara yaktığında, Eren’in garipser bakışlarına maruz kaldı.
-Metin Hocam, ne yapıyorsunuz?
-Ne bileyim, birden yakmışım. Neyse, hadi, sallanmayalım. Daha çok işimiz var.
Sigarayı lavabodan sızan kahve damlalarında söndürdükten sonra çöpe attı.
-Yalçın! örneği getir bakalım..
Yalçın, dolaptan laboratuvar ortamında üretilmiş yeni bir virüs türüne ait örneği mikroskopta incelemeye almak üzere çıkardı. Doktor Metin, kendi içinde huzur yokken, ekibinin rahatlığına dayanamadığından, ereksizde olsa bir konuşma yapmak istedi.
-Arkadaşlar, şimdi siz biraz dikkatsiz olduğunuzdan, ne yapacağımızı da bilmiyorsunuzdur. Zaten boş gözlerle bakmanızda dinlememiş olduğunuz belli.
-Yok Hocam biliyoruz.
-Siz de bilmezseniz zaten işimiz zor demektir Eren Bey. Ama arkadaşlar eminim ki konuya uzaktır.
Eren’in girişimi de konuşmanın kesilmesini sağlayamadığından, Metin Taşkazan, Sinemin “geri zekalı ya, gerçekten geri zekalı” fısıltılarına aldırmaksızın konuşmaya devam etti:
-Biliyorsunuz ki, üzerinde çalışacağımız örneğimiz kendi ürettiğimiz yeni bir virüs türü. Özellikle koyun, keçi gibi hayvanlara kolaylıkla bulaşabilmekte; hatta, bu hayvanlardan insanlara da geçebilme ihtimali bulunmaktadır. Deri yoluyla bulaşma özelliğine sahip virüsümüz, özellikle kıl hücrelerinde rahat çoğalabilmektedir. Etkileri…
-Biliyoruz etkilerini Metin Bey. Grip’e benzer özellikler gösteriyor. İleriki seviyelerde Ciğerlerin su toplaması ve böbrek yetmezliği ile ölüme yol açabiliyor.
-Bravo Sinem hanım, bir şeyler öğretebilmişiz demek ki.
–Çok sağ olun, gerçekten!
Sinem’in iğneleyici tavrı karşısında, verecek bir cevap bulamayan Doktor Metin, sinirden hemen bir sigara yaktı. Yeniden çalışma arkadaşlarının garipseyen bakışlarına maruz kalınca bir şey söylemeden sigarayla birlikte, sinirini de mümkün olduğunca söndürdü. Virüsü incelemekte olan Yalçın, fark etmiş olduğu garipliği bildirmek istedi.
-Ağabey, bunda bir değişiklik var; mutasyona uğramış olabilir mi?
-Yok oğlum, ne mutasyonu. İş çıkarma şimdi.
-Bir de ben bakayım Hocam; Yalçın, çekilir misinin?
Mikroskopta virüsü inceleyen Eren de şaşırmış gibiydi.
-Metin Hocam, galiba gerçekten mutasyona uğramış.
-Yahu tamam neyse işte o kadar önemli değildir.
-Ama Hocam!
-Yahu boş verin. şimdi biz teste geçelim. Şu postu getir bakalım Yalçın.
-Hocam bunlardın işe yarayacağına emin misiniz? Boşa uğraşıyoruz gibi geliyor bana.
-Deneyeceğiz işte, bakalım ne olacak.
-Ne olacağı zaten belli hocam! canlı hücre değil ki bunlar; bir şey olacağı yok.
-Yahu siz dediğimi yapın işte.
Ekip daha fazla inatlaşmadan doktorun dediğini yapmaya koyulurken, Eren tekrardan söz aldı:
-Hocam kayıt tutmayı unutmayalım, adı neydi virüsün. Bana söylemediniz de hiç.
-Söylemedim mi? Olur mu canım? Söylemişimdir.
-Söylemediniz Hocam
-Yazmışızdır bir yere mutlaka yahu, Yalçın’a söylemişimdir kesin. Adı neydi virüsün Yalçın?
-Bana da söylemedin Metin ağabey.
-Nasıl söylemedim ulan? hatırlamıyorsundur sen. Yazmıyor mu şimdi bir yerde? Düşüneyim ben durun.
Metin Taşkazan, virüsün adını kendisi koymamıştı, ona söylenen ismi unutmuş olsa da bunu belli etmek istemediğinden, ekibin sorgulayan bakışları arasında yeni bir şeyler düşünmek zorundaydı.
-C3AT2 olsun işte, öyle yazın.
-Hocam öyle olur mu şimdi birde aklınıza gelen bir isimle?
-Olur yahu olur, kim soracak zaten? Yazın gitsin işte Yalçın, yaz gitsin.
-Tamam.
-2 den önce tire koy.
-C3AT-2 mi?
-Hah, evet! Daha iyi oldu. Sinem Hanım, Derya Hanım, sizlere zahmet olacak ama virüsü şu posta enjekte edebillir misiniz acaba?
-Bu çok saçma ama Metin Bey! Bu şey kim bilir kaç yıllık, nereden buldunuz bunu?
– Bulmadım sinem hanım, birileri getirmiş işte Siz dediğimi yapın, Allah aşkına!
Doktor Metin’in hareketleri ve konuşmalarından uzun süre önce bezdikleri için, ekipten hiç kimse onunla olan tartışmayı uzatmak istemiyordu. Doktor Metin, yeniden sigara içmek istese de daha önceki başarısız girişimleri hatırlayarak vaz geçti; “üç tane sigarayı rezil ettirdi bana şerefsizler” diye geçirdi içinden.
Virüs posta uygulandıktan sonra, enjektörün girdiği yerden yün ve deri parçası alınarak mikroskopta incelemeye alındı. Metin Taşkazan, laboratuvarda volta atarak sinirleniyor yada sinirlendikçe volta atıyordu. Kafasında eski karısı, ekiptekilerin salaklıkları, Yalçın’ın sinir bozucu çantası gidip gelirken, Eren’in sesiyle irkildi
-Hocam, hiç bir şey olmuyor. Dediğim gibi; boşa yapıyoruz bu testi.
Metin Taşkıran derin bir iç çekti:
-Olmaz tabi. Neyse, çıkarın madem.
Ekiptekilerin aşağılayıcı bakışlarına aldırmaksızın dördüncü sigarayı yaktı. Eren artık hiç bir şey söylemiyor, yalnızca gülümsüyordu.
-Metin bey! İyi misiniz siz? Ne yapıyorsunuz? Söndürün şunu lütfen.
Sinem’in çirkeflikle dolu ses tonu, Doktor Metin’i çıldırttı.
-Ne var yahu, size ne! Bugün bari içelim. İçecekseniz siz de için.
-Ne kadar tehlikeli bir şey yaptığınızın farkında mısınız siz? Duman dedektörleri…
-Aman canım, ne dedektörü! Adi mal bunlar, adi. Bak, algılamaz bu kadar dumanı!
Tezgahın üzerine çıkıp elindeki sigarayı tavana doğru salladı. Bu garip görüntü karşısında, herkes adamın iyice çıldırmış olabileceğini düşündü, hiç kimse başka tek bir kelime bile etmedi.Tüm ekip bakışlarını kaçırıp, başkası adına utanma duygusunu iliklerine kadar hissetti. Mikroskoptan lamı çıkartmaya çalışan Yalçının eli ayağına dolaştı, sıkışmış lamı birden çekince, örneği tezgahın üzerine düşürdü; eldivenini yırttığını fark etmedi.
-Oğlum biraz dikkat etsene!
-Pardon Ağabey.
-Hocam, burayı dezenfekte etmemiz lazım.
-İyi! ne yaparsanız yapın, bugünlük iş bitti. Pazartesi görüşürüz.
Ceketini ve çantasını aldığı gibi eve en yakın birahaneye doğru yol aldı.
Metin Taşkazan, Pazartesi günü işe herkesten geç geldiğinde, gözleri ona kahve getirmesini söylemek için Yalçın’ı aradıysa da, karşısında pis pis sırıtan Eren’den başkasını göremedi.
-Günaydın Metin Hocam.
-Günaydın. Yalçın nerede, gelmedi mi yoksa?
-Kendini biraz halsiz hissediyormuş. Bu arada, sizi insan kaynaklarına çağırıyorlardı.
-İnsan kaynakları mı? Neden ki?..
-Vallahi bilemiyorum Hocam.
Eren’in sırıtışına bakarak, insan kaynaklarına doğru giderken; “şu herifin dudağının altına, tam sakalının üstüne bir patlatabilsem ne rahatlarım. Yalçın geri zekalısına ne oldu acaba? Bir kere de dikkat etse…” diye düşündü.
Son derece başarılı bir durum hikayesi. Güzel bir anlatım, iyi düşünülmüş karakterler ve diyaloglar. Elinize sağlık.
okuduğunuz için çok teşekkür ederim, genelde farklı şeyler yapmak istesem de durum hikayelerinden kurtulamıyorum, daha çok hoşuma gidiyor sanırım.
Teknik bakımdan diyaloglarını oldukça başarılı buldum. Kimin konuştuğu çok açık. Hem konuşan kişinin ismini asgariye indirmişsin, hem de öyküyü “dedi”lerle boğmamışsın. Başarılar.
Aslında diyalogları biraz hızlı ve dikkatsiz yazmak zorunda kaldım ve bu yöntemle kimin konuştuğunun anlaşılmaması durumu oluşur mu gibi bir kaygıya düşmüştüm ama demek ki anlaşılıyormuş 🙂 Yorumunuz için çok teşekkür ederim.