Trafik tamamen durmuştu. Her zaman sinirlerini yatıştıran yağmur bu kez bardaktan boşanırcasına yağıyor, öfkesini hafifleteceğine daha da artırıyordu. Gözleri arabasının dakikalardır bir sağa bir sola hızla giden sileceklerine kilitlenmişti. Personel şefinden yediği fırçanın hırsını alamamış olmasının da etkisiyle aniden üç kez yumrukladı direksiyonu. “Kambur Orrossspuçocuğu!” diye haykırarak okkalı bir de küfür savurdu simidi yumruklarken. Su dolu bir balonun patladığı anda etrafa saçtığı su zerreciklerine benzer zerrecikler fırladı ağzından hız göstergesine. Fonetiği kişiselliği çağrıştırsa da tamamen zıttı bir anlama sahip personel kelimesinin ironisini düşünürken kavradı her şeyin zıttı ile kaim olduğunu.
Bir başına yapmaya çalıştığı işlerde bir türlü dikiş tutturamamış, sistemin çarklarından birinde yeniden bir diş haline gelmiş olmasına içerliyordu. Düzenli -fırçalanmazsa- zamanla çürüyecek onca dişten biriydi işte yine. Bir süredir sonuna kadar ve yalnızca kendisinin hak ettiğini düşündüğü terfisini de alamamıştı. Kurumsal hayatın yegâne hedefi olan terfi tek hayaliydi.
Tam bir arı kovanıydı o akşamüzeri şehir. Kovanın devamlılığını sağlayan milyonlarca tembel bordro mahkumundan biriydi kendisi de. Tek başlarına oturdukları ve taksitleri henüz bitmemiş arabalarıyla, servislerinde kulaklıklarını kulaklarından çıkartmadıkları cep telefonlarıyla yarı uykulu binlerce dokuz-altıcıyı görmek mümkündü etrafta. Kuşbakışı bir bakışla araçlardan oluşan büyük bir aynada akşamları beliren, öğrenilmiş çaresizliğin oyuncuları her yerdeydiler.
“Bir şey yapmalı…” diye geçirdi içinden.
“Şef dedikleri o kifayetsiz muhterise birisi artık haddini bildirmeli… Hem terfimi de vermedi, dağ başı mı ulan burası?!”
Seyrek saçları, uzun ve kirli tırnakları, bir ergenin terlemeye yeni başlamış bıyıklarına benzeyen tel tel bıyıkları, yuvarlak gözlük camlarının altından şirketin genç ve güzel sekreterlerini keserken parıldayan kısık gözleriyle adeta Dracula’nın uzayan gölgesini anımsatıyordu personel şefi. Kapı gıcırtısına benzeyen sesi işyerinin koridorlarında günde bir kaç kez yankılanıyor, bunun dışında pek sesi çıkmıyordu. Hakkında bir çok plaza efsanesi geziniyordu ortalıkta: “Şeytanla anlaşması varmış, bu yüzden geceleri uyumaz sadece gündüzleri uyurmuş…”, “Sivri dişlerini törpülerken yanlışlıkla kıran dişçisini öldürmüş!”, “Kanını turşu suyu içer gibi bardak bardak içtiği nişanlısını evinin bahçesine gömmüş…”, “Yarasalarla yaşarmış…”
Ne derlerse desinler şefe uzun zamandır hak ettiği dersi vermeye ve terfisini almaya o akşamüstü karar vermişti. Sıklıkla devirdiği gözlerini yuvarlak gözlük camlarının üstüne çıkartıp herkesin ortasında ona haksız yere bağırmış olmasıydı bardağı taşıran son damla. Gerçi şef her gün başka birini fırçalar, istifa etmek için kendisiyle özel konuşmak isteyen muhatabını bir şekilde ikna ederdi odasında.
İkna olmaya hiç niyeti yoktu. Şefe haddini bildirmek için ertesi gün harekete geçecek, yapılması gerekenleri yapacaktı.
Herkes yemekteyken şefin odasının buzlu camının önünde durmuş, bir süre onun kambur siluetini izlemişti. Söylentilerin etkisi midir bilinmez ama odasında bir sağa bir sola hızla adım atarken pelerininin havada süzüldüğünü gördü. Uzaklarda yanan bir ateşin çıtırtısına benzer bir ses duyup alev kırmızısı bir dalgalanmanın yansımasını gördüğünü sandı buzlu camın dışında. Kıs kıs gülüp ellerini ovuşturan sinsi bir yaratığın rahatsız edici sesi yankılandı kulaklarında. Hemen sonra cesaretini toplayıp bir hışımla girdi şefin odasına. Hiç bir şey söylemeden nefretli bakışlarını yüzüne dikti şefinin.
“Otur lütfen…” demişti şef sakince. Ne pelerini vardı, ne de ateştendi bedeni. İlk kez bu kadar kibardı. Ne söyleyeceğini hiç dinlemeden Artçı Travmatik Stres Bozukluğu’nu belgeleyen hastane raporunun dosyasını hızla eline tutuşturmuş, doksanlı yılların başında, çatışmaların zirve yaptığı bir bölgede konuşlandırılan komando taburlarından birinin başında geçirdiği kâbuslarla dolu yılını anlatmaya koyulmuştu. Dakikalarca susmadı. Bir askerinin yerine bastığı mayının kamburluğunu artıran etkisinden, babasıyla yaşadığı ve her biri sağlam birer dayakla sonuçlanan tartışmalarından, ilk gençliğindeki başarısız intihar girişimlerinden ve şef olana kadar kurumsal hayatta yıllarca nasıl ezildiğinden uzun uzun bahsetti. Yaşadıklarının tümü sanki sırt derisinin altında kendilerine yer bulmuş ve başını yere yaklaştırmıştı. Olgun meyveleri nedeniyle dalları yere eğilen bir ağaç misali her gün taşlandığını söyledi. “Sırtımda bir yük olsa da geçmişim bana, sırası gelen üstlenir bu yükü!” deyip gülümsediğinde parlamıştı gözleri. Anlatacakları bittiğinde “Herkesin sebepleri var…” demiş, kapıyı dışarıdan kapatmasını rica etmişti. Hiç ses çıkartmadan yapmıştı dediğini o da. Kapıyı dışarıdan kapadığı an değişmişti ona karşı olan düşünceleri. Yıllardır arkasından küfür edilen kambur şefine postür bozukluğu nedeniyle üzülecekti neredeyse.
Bir süre sonra iki iyi arkadaş olmuşlardı. Sadece öğlen yemeklerini değil akşam yemeklerini de birlikte yiyorlar, derinleşen sohbetleri sayesinde yalnızlıklarını unutuyorlardı. Bir süre sonra “Kamburla kankası” diye anılmaya başlandılar diğer çalışanlarca. Zamanı geldiğinde terfisi için istekte bulunduğunu söylemişti şef kendisine. Dilekçesine olumlu yanıt verileceğini bilmeden vedalaşıp ayrıldılar bir gece.
Uykusuz geçen gecenin sabahında gözlerini tavana dikmiş terfisini düşünüyordu. Ensesinden aşağı süzülen tek bir ter damlasını ani bir refleksle sildi. Karnının gurultusuna aldırmadan doğruldu ve bacaklarını yatağından aşağıya sarkıttı. Topukları sızlayan ayaklarının üzerine güçlükle basarak banyoya doğru ağır ağır ilerledi. Yerçekimine karşı koyamıyordu sanki başı. Boynunu ovuşturup dik tutmaya çalışsa da yere doğru çekiliyordu nedense kafası. Ters bir pozisyonda uyuyup kaldığı için boynunun tutulmuş olmasına yordu durumunu. Musluktan avuçlarına dolan soğuk suyu üç kez yüzüne vurdu. Aynadaki aksiyle yüzleştiği an geriye doğru ancak iki adım atıp “Hassktt!” diye bağırabildi.
Henüz haberi olmasa da sırtı artık dümdüz olan şefi istifasını vererek güzel bir tatil beldesinin yolunu tutmuştu.
Terfileri gerçekti.