Ay gökyüzünden kaçmıştı. İki gündür açık denizde konaklamalarının bir nedeni bu, bir diğeri de aklını kaçırdığına herkesin emin olduğu babasıydı. Edda ellerini dümenden çekerken mürettebatından, uzun siyah saçlı Raum’a seslenip görevini devretti. Dümenin yanındaki büyük camın içinde yanan ateşten uzaklaştıkça soğuk etkisini artırıyordu. İçi oyulmuş bir kabuk gibiydi son günlerde. Babası da öyle bahsedildiği gibi aklını yitirmiş falan değildi.
Bir gaz lambasıyla aydınlanan dar odasına girdiğinde Arhea’nin uyuyakaldığını gördü. Yüzüne vakar bir gülümseme gelirken “Bu boş kabuktaki tek duygu.” aklını kaplayan düşünceydi. Sevgilisini uyandırmaktan çekinerek atabildiği en sessiz adımlarla lambanın altındaki masasına ilerledi. Parşömen, mum, mürekkep ve ince uçlu tahtaları sırasıyla kenara kaldırdı. Kırmızı ipekten, kolsuz ceketini de sandalyeye asmıştı. Çekmecelerinde kitap ararken masayı yere sabitleyen çivilerden birinin eksik olduğunu aklına not etti. Eğildiği yerden kafasını kaldırdığında Arhea’nin muzipçe gülümsediğini, önündeki beyaz çarşaflara da kara ciltli bir kitap açtığını gördü. Uzun sarı saçlarını eliyle tararken “Nazik sevgilim, beni uyandırmak istemedin mi yoksa benden mi kaçıyorsun?” dedi, bunu sesindeki alaya uyacak bir sırıtışla söylemişti. Edda zoraki ama diş gösteren bir gülümsemeyle karşılık verdiğinde sevdiği ve nefret ettiği gerçekleşti. Arhea’nin ince yüzü ciddileşmiş sırıtışından eser kalmamıştı. Siyah gözleri Edda’nın yeşillerini yakıyordu. Göz temasının yoğunluğu Edda’yı yıldırdığında yatakta açık olan kitaba baktı. Aradığı kitaptı o. “Yola çıktığımızdan beri böylesin. Konuşmuyorsun da… Kitaba değil bana bak!” sözünü dinletmeyi bilen kadındı. Edda kafasını kaldırıp onu izlemeye başladı. Arhea belinden yukarısı kirli beyaz, diğer kısmı koyu mavi basit bir elbise giyse de, tek eline yaslanarak uzandığı yatakta Edda’ya fazlasıyla çekici görünmeyi başarıyordu. Edda, Arhea’nin cümlesini yarıda yakaladı “…babanın anlamsız sözleri mi?”
Dinlemediğini itiraf edemeyeceğinden cevap vermek yerine gidip kitabı aldı. “Ne okuduğunu biliyorum.” dedi Arhea “Aklını onunla puslandırma, deli baban Koruyucu’yu bulamayacak.”. Kelimelerinin içinde hangisi olduğunu bilmediği biri Edda’yı sinirlendirmişti. “Sesini yükseltme, burada olduğunu bilmiyorlar.” dedi. “Ayrıca, onun Koruyucu olduğuna sen ve benden başka inanan kimse yok, başkalarının yanında dillendirme.”. Arhea onu “Benimle sıradan gemicilerinle konuştuğun gibi konuşma.” diyerek tersledi. Yatağa uzanıp tavanı izlemeye başlamıştı.
Edda, ne zaman kavga edeceğini her zaman bilmişti ve bugün onlardan biri değildi. Kaçınılması Gereken Yüz Şey kitabını açtı ve bininci kez okudu. Büyük Yılan. Görülme sayısı: Üç. Sağ kalan: Yok. Tasvir: Yan sayfaya bakınız. Zayıf nokta: Bilinmiyor. Öneriler: Kaçın.
Sağdaki çizime baktı. Yazar, üşenmeden bütün sayfayı özenle siyaha kaplamış ve ortasına bir çift kırmızı, dikey yarıklı göz bebeği koymuştu. Madem sağ kalan yoktu, kim çizmişti bunu? Gerçi bir şeye de benzemiyordu. Yılan gözü çizilmiş bir sayfa… Tüm kitap boyunca tek havyan buydu. Özsuyu derinize su toplatan ağacı yaktığınızda dumanı sizi kör ediyormuş. Meyvesi de ölümcülmüş. İki sayfa ilerideki çalıların böğürtleni boğazınızı yakıyormuş, kalıcı olarak. Edda hayatı boyunca, biri hariç, bu kitapta yazanların hiçbiriyle karşılaşmamıştı. Derin bir nefes aldı. Kendinden şüphe ettiği oranda emindi.
Geminin sola dönüp yalpalaması onu korkuttu. Kamaradan hızla çıkıp kasaradaki Raum’a yöneldi. Ne olduğunu sormasına gerek kalmadan sağlarında dümeninde kimse olmayan gemiyi görmüştü. Sivri bir dönüşle Edda’nın gemisine doğru geliyordu. Mürettebattan bazıları var gücüyle bağırıp seslerini diğerlerine duyurmaya çalıştı. Bir yandan yelkenleri açıyor bir yandan ne olduğunu soruyorlardı. Her ne olduysa şu an pek önemi kalmamıştı, ilk önce gemilerini çarpışmadan kurtarmaları gerekti. Çılgın ve bencilce de olsa “Raum, yapabilir misin?” diye sorarken eliyle yelken direğini işaret ediyordu. Raum elini sivri çenesine atıp bir anlığına düşündükten sonra uzun saçlarını eliyle ensesinde toplayıp üzerinde dört gaz lambası asılı olan direğe koşturdu. Tırmanmadan önce yeleğini çıkarıp kirli gömleğiyle kalmıştı. Dümeni kırmaya devam eden Edda endişe içindeydi. Bir mehtapla parlayan denize bir de tırmanan arkadaşına baktı. Bu karanlıkta ya suya düşerse? Raum geminin tek direğinin tepesine vardığında, kolu kalınlığındaki halata elleri ve ayaklarıyla yılan gibi sarılıp kendisini boşluğa bıraktı. Havada yarım daire çizip en tepeye ulaştığında mükemmel bir düşüş için ipi salıverdi. Edda tuttuğu nefesini bırakırken tek umudu diğer geminin güvertesine çakılan arkadaşının ayağa kalkmasıydı. Nefesinin kalanını Raum ayaklanıp, seke seke dümene koşturduğunda bıraktı. Yarım saat içinde tam bir yuvarlak çizip donanmaya -diğer on sekiz gemiye- katılmıştı iki gemi de. Eğer babası Ragard, Edda’dan önce davranmazsa, diğer geminin esrik kaptanı kendisini Tuz Denizi’nin dibine gömmek isteyene kadar azarlayacaktı onu Edda. Gemileri yakınlaştırıp Raum’u geri aldıklarında, “Kaptan dümen sıkıştı diyor.” dedi Raum. Arkadaşını bekletmeden Arhea’ye gönderdi, döndüğünde sol bacağı ve kolu sargılıydı. Ağır adımlarla ilerleyip üzerinden atladığı yelken direğinin dibine, halatların üzerine, çöktü. En azından artık sekmiyordu. Kısa süre sonra uyuklar bir hale bürünmüştü.
Gecenin soğuğu yüzünü gösterdiğinde dümeni başkasına bırakıp kamarasına gitti. Bu sefer Arhea gerçekten uyuyordu, sarı saçları suratına dağılmıştı. Siyah ciltli kitabı çekmecesine tepiştirdikten sonra sevgilisinin yanına uzandı. Dün kapanmayan göz kapakları bu gece yorgunlukla düştüler. Huzursuz bir gece geçireceğine emindi.
Küçük oval camdan suratına vuran güneşle uyandı Edda. Arhea, çoktan uyanmış olsa da saçlarını Edda’nın ağzından çekme zahmetine girmemişti. Üfleyerek ve diliyle iterek beceremeyince eliyle çıkardı onları ağzından. Güverteden gelen sesler kafasına kovayla su dökülmüş gibi ayaklanmasına, bu tepkisi de Arhea’nin gülmesine neden oldu. “Komik mi sanıyorsun? Ne yapacağız şimdi? Dolap… Evet, dolap.”. Elinden tutup bir çift gömleğin asılı olduğu dolaba götürdü onu ve kapakları üstüne kapattı. Ceketini sandalyeden alırken Arhea’nin “Elini çabuk tut.” dediğini duydu. Dolap küçüktü ve Arhea içeride sıkılırsa hiçbir şey umurunda olmadan çıkıp Edda’nın babasını gururla selamlayacağı kesindi. Gerçekten de elini çabuk tutmalıydı.
Kamaranın kapısını açtığında babasının Raum’la konuştuğunu gördü. Büyük yelken direğinin önündeydiler. Babası siyah yün pantolon üzerine beyaz yakasız gömlek ve gümüş rengi ceket giymişti. Savaşa neden beyefendi gibi giyinip gittiğini sormaya hiçbir zaman cesaret edememişti Edda. Onların yanına yürüdü ve babasına elini uzattı. Buna gülen babası, elini itip sarıldı ona. Raum gülümsemesini saçlarını karıştırıyor gibi yaparak gizliyordu. Ragard, “Raum dün gece olanları anlattı, bu donanmanın gördüğü en cesur adamlarsınız.” dedi. Sesi ve görünüşü Edda’ya fazlasıyla benziyordu. Aynı yeşil gözler, belirgin çene hatları, siyah saçlar… Babasının kısa saçları, griyle siyahın uyumlu dansıyken, Edda’nın saçları uzundu ve alnından kırmızı, geniş bir saç bandıyla bağlıydı. “Teşekkürler amiral, emrinizdeyiz.” dediğinde babasının kaşları bu resmiyet karşısında bir nebze çatıldı. Biraz sonra konuşmaları Edda’nın beklediği gibi gerçekleşirse bu kaş çatış hiçbir şeydi.
Gökyüzü bulutsuz maviydi ve güneş tüm gücüyle ısıtıyordu geminin tahta güvertesini. Deniz, esen hafif rüzgârın altında dans ediyor, tepeden düşen ışıkla parlıyordu. Sollarında, çok uzakta, bir direk gibi yükselen kalın kaya parçası hariç dört yanları sonsuz denizdi. O kolona benzeyen kayadan sola çevirirseniz dümeninizi, eve giderdiniz. Edda derin bir nefes aldı. Babası “Evi mi özledin?” diye sorarken cevap beklemedi. “Ben de. Şu canavarı bir yakalayalım, kahramanlar olarak geri döneceğiz! Sabret.”. “Baba” dedi Edda “Ay yarın yeniden göğe çıkacak, iki gündür arıyoruz, boşa vakit kaybetmeden bugün dönelim.”. Babası ona hakarete uğramış gibi baktı. “Korkuyor musun?” derken cevabın evet olduğunu varsayıp iğrenerek söylemişti. “Korkuyor muyum?” diye tekrarladı babasını, kararı verecek olan amiraldi. “Korkmuyorsun, o yüzden emirlerimi yerine getireceksin. Bu gece mürettebatınla yelkenleri açıp önden gideceksiniz.”. Raum’un “Harika.” diye mırıldandığın duyduysa da aldırmadı. Babasının gidişini izliyordu. “Raum” dedi, babasının gemisiyle aradaki köprüyü kaldırdıklarında “Demir alın. Daha sonra odama gel.”. Kamaraya adım attığında gemi hareket etmeye başlamıştı bile.
Arhea yatakta bağdaş kurmuş, siyah ciltli kitabı okuyordu. Edda içeri girdiğinde heyecanla “Bak! Bak ne buldum.” dedi. Kitabı Edda’nın bakması için kaldırıyordu, biraz daha öyle tutarsa ayrılacaktı. Edda farklı hiçbir şey görmüyordu, siyah sayfanın ortasında kırmızı yılan gözleri… İki adımda yatağa ulaşıp kitabın cildinin ayrılmaması için ucundan tuttu. “Dokun.” dedi Arhea, Edda yatağın ucuna otururken. Raum içeri girip onlara baktığında Edda hâlâ kitabın siyah sayfasında elini gezdiriyordu. Diğer eliyle Raum’a içeri geçmesini işaret etti. Kapıyı kapatıp içeri giren adam üç adımda masaya ulaştı ve sandalyeye oturdu. “Hissetmiyor musun?” diye sordu Arhea. Elinin altında rastgele olmayan bir desen seziyordu ama neredeyse sayfanın kendi pürüzleri gibiydi, varla yok arası… Ah, Evet. Evet, demek gerçekten görmüştü. Sırıtışı suratını kaplarken son kez kontrol etmek amaçlı “Kürek balığı?” dedi Arhea’ye dönerek. Sevgilisi kafasını sallayarak onayladı. Şimdi anlatma zamanıydı. “Arhea hikâyenin çoğunu biliyor.” dedi Raum’a bakarak “Senin için baştan anlatacağım. İki hafta önce Büyük Yılan’ı gördüm.”. Arkadaşının gözlerinin büyümesini izledi. “Evet, ama ona atalarımın yaptığı haksızlığı yapıp canavar demeyeceğim. Ben ağaçların arasında otururken ne yapıyordu biliyor musun? Hızla kasabaya giden siyah bir ejderhayı takip ediyordu. O kadar hızlı ve büyüktü ki gökteki bulutlardan suya gölge düştü sanmıştım.”. Raum’un belki de gölgeydi diyen bakışını görmezden geldi. “Ejderha suya yakındı ve Koruyucu’yu fark ettiğinde iş işten geçmişti. Denizden dışarı fırlayıp iniş yolunda kuyruğuyla ona vurdu. İnanılmazdı. En az altmış metre boyunda ve altı metre kalınlığında. İnan bana.
Bir süre sonra rakibi zayıflayıp kaçmaya kalktığında sudan fırladı ve devasa dişlerini karnına geçirdi. Ejderha çırpındı ama nafile, suyun derinliğine çekti onu. Her gün yeni saldırı haberleri gelirken bizim huzur içinde olmamızın bir nedeni var. Sakınıldığımızı anlıyor musun?”
Raum hararetle “Altmış metre, ejder avlayan bir yılan var diyorsun bir de onu mu savunuyorsun? Babana deli diyorlar, asıl aklını yitirmiş olan sensin. Ya bir gün bize saldırmaya kalkarsa? Hayır. Bu gece en önden gideceğiz ve avlayacağız o yaratığı.” diye gürledi. Böyle bir tepki beklemese de söyleyecek bir şeyi vardı. “İyi şanslar, değil yirmi, iki yüz gemiyle bile öldüremeyeceksiniz.”. Raum kasaranın altındaki odadan dışarı fırlarken Arhea “İnsanlar böyle işte.” diye mırıldandı “Hem nankör, hem aptallar.”. Odada yalnız kaldıklarında Edda “Sen nasıl bana inanıyorsun?” dedi, merak ediyordu. Arhea dudaklarını büzüp düşünüyormuş gibi yaparken cevapladı. “Babana neden deli diyorum biliyor musun? Çünkü onun gözlerinde var. Bakacağı yeri bilen herkes görür. Şanı ve onuru için hem ölür hem de öldürür. Senin etrafına nasıl baktığını da görüyorum. Senin kalbinin nasıl olduğunu hissediyorum… Seni tanıyorum. Yalan söylemeyeceğini biliyorum.”. Kısa bir sessizliğin ardından tekrar konuştu “İki hafta önce babanla konuştuğundan beri seni çatışma içinde bırakan sorunun cevabı hayır. Hayır, onun anlayışını sahiplenmek zorunda değilsin. Hayır, Büyük Yılan’ı öldürmek zorunda değilsin. Hayır, sen onunla aynı adam olmak zorunda değilsin.”. Arhea anlamlı bakışlarda fazlasıyla yetenekliydi, önerisini verirken onlardan birini takınmıştı “Bana gösterdiğin kişi olmak işini görecektir.”
Rahatlamıştı. Edda ruhunun hafiflediğine yemin edebilirdi. Nasıl da seviyordu bu kadını. Arhea, işte evleneceği kadın. Kollarını sevgilisinin boynuna dolarken Kaçınılması Gereken Yüz Şey yere düşüp cildi ayrıldı. Umurunda değildi ki, tek amacı yatağındaki sarışından bir öpücük alabilmekti.
* * *
Güneşin denizin altına düşmesini odasındaki pencereden izliyordu. Arhea gelip elini sertçe sıktı. Kafasını çevirip gözlerinin içine bakarken “Eğer ölürsen, parçalarını denizden toplayıp hepsini bir mezara gömeceğime söz veriyorum.” dedi. İkisi de aynı anda kahkaha atmaya başladılar. Edda çok geçmeden pek de gülünç olmadığını düşünmüştü, eğer bu gece onunla karşılaşırlarsa ve -aptallıklarına doymasınlar- saldırırlarsa hepsi ölebilirdi. “Arhea” dedi “Güneş battığında Borr’un gemisi yaklaşacak, oraya geçip onunla kasabaya döneceksin.”. Bir tartışma bekliyordu ancak sessizlik hâkimdi. Arhea elbisesinin koyu mavi kısmını düzeltirken “Tamam.” dedi.
* * *
Esen rüzgâr gri yelkeni şişirdi ve Edda’nın titremesine neden oldu. Kasarada, dümeni Raum’a bırakmış, arkadan gelen on sekiz geminin ateşini izliyordu. Ragard gece yolculuk etmek için geliştirdiği bu yöntemle gurur duyardı. Edda ise hâlâ bunun yeterince güvenli olduğuna inanmıyordu. Gemi dümenine yakın bir yerde, büyük beşgen camın içinde yanan ateşle birbirinizin nerede olduğunu az çok kestirebiliyordunuz. Yine de kaza riski fazlasıyla yüksekti ve Edda gece yolculuk etmekten hoşlanmıyordu. Neyse ki birkaç saat sonra içi rahat edecekti.
Suda bir hareket gördüğünü sandı. Ah, hayır. Hayır. Hayır. Yanlış görmüş olmak için yalvarıyordu. Hayır. Raum da görmüştü… Dümeni bırakıp beşgen camın içine kemerinden çözdüğü keseyi attı. Açık yeşile dönen ateş donanmayı uyarmıştı. Edda uzakta yankılanan bağrışmayı ve yelkenlerin açılışını umutsuzlukla dinledi. Raum mürettebata topları hazır etmelerini bağırıyordu. “Benim emrime kadar hiçkimse bir top bile ateşlemeyecek!” Edda’nın sesi güvertede şakladı. Raum’un suçlayan bakışlarını görmezden gelerek “Son vuruşu yapıp canavarı biz öldüreceğiz. Bütün şan bizim olacak.” dedi. Yalan söylemek zor işti.
Diğerleri yetiştiğinde, Ragard’ın tüm gemilerden hâllice büyük gemisinin iki yanına otuzar top çıkardığını gördü Edda. Saymasına gerek yoktu. O gemide yeterince vakit geçirmişti. Tek ümidi Büyük Yılan’ın kaybolup gitmesiydi. Denizin tabanına, becerebiliyorsa yerin altına… Ne zaman istediği olmuştu ki zaten. Adamlar gemilerden sarkıttıkları uzun sopaların ucundaki fenerlerle suyu incelerken tekrar gördü onu. Muazzam büyüklüğü hâlâ onu şaşkına çeviriyordu. İki gemi boyutundaydı. Öğlen kararlaştırılan düzene göre Edda’nın gemisi olduğu yerde kalırken diğerleri sağa ve sola ilerleyerek geniş bir çember yapıyorlardı. Saç bandını sıkıca bağladı. Aklını puslandırmamalıydı, fazlasıyla ihtiyacı olan şey net biçimde düşünebilmekti. Babasının düzeni ilk bozan olmasına hiç şaşırmamıştı. Ortaya yaklaşarak kışkırtma amaçlı, rastgele beş top atışı yaptırdı. Su ateşle parlamış ardından da patlayarak yükselmişti. Gürültüden sonraki sessizlik korkunç geliyordu. Edda etrafı iyice görmek için geminin pruvasındaki aslan oymasının üstüne çıkmıştı. Bir anda tahtanın çatırdama sesleri adamların bağrışlarına karıştı. Sağlarındaki bir gemi omurgasından ikiye ayrılıyordu. Edda biliyordu. Biliyordu böyle olacağını. Sandıkları gibi sıradan bir canavar değildi o. “Yelkenleri indirin.” diye bağırdı.
Ragard’ın gemisinin yanından geçerken babasının tasvip etmez bakışlarına katlanmasına değmişti. Çemberde açılan boşluktan fırladı Büyük Yılan. Ona yılan diyenler akılsızdılar. Harika bir ejderhaydı o. Kocaman cüssesini bir yunus kadar hızlı taşıyordu. Düşerken Borr’un kardeşinin gemisine yılansı kuyruğunu çarptı ve parçaladı onu. Aynı anda birkaç gemiden top atışı geldiyse de çok yavaştılar. O karanlıkta çevik bir gölge ve bir çift kocaman yakuttu. Burr’un mürettebatı ve kendisi, sağlam kalan sandallarına doluştular. Gemi kısa süre sonra aldığı suyla batacaktı.
Edda çeyrek daire çizip babasının atışa hazır duran gemisinin yanına ilerliyordu. Ragard’ın eliyle yuvarlağın sağ ucundaki Lofar’a bir şeyler göstermesini izledi. Havada yarım daire yapıyor Edda’nın gemisinin eskiden olduğu boşluğu gösteriyordu. Lofar’ın yarısı yanık yüzü, adam ateşin yanından çekilip dümene gittiğinde görünmez oldu. Lofar boşluğa ilerlerken yuvarlağın solundan birkaç çatırtı ve gümleme daha gelmişti ancak Ragard Lofar’ı, Edda da babasını izlediğinden soldakilerin nasıl birbirine çarptığını bilmiyorlardı. Lofar gemisini diğeriyle neredeyse çarpacak kadar yakın tuttu. Edda anladıysa da umut etmekten başka çaresi yoktu. Şansı şuraya kadar fazlasıyla yaver gitmişti…
Hayır diye haykırmak istedi ama bir faydası olmayacaktı. Ejderha saldırmak için sudan çıktı ancak iki geminin arasında olması gereken boşluk yerine diğer geminin üzerine düştü. Devasa ejderha güverteye çarptığında yılankavi vücudu bir balık gibi debelendi. Lafar’ın elinde zıpkınla Koruyucu’ya koştuğunu gördüğünde babası da toplar için bağırıyordu.
Otuz top gök gürültüsü gibi aynı anda patladı ve Büyük Yılan’ın hayvansı çığlığı hepsini bastıracak kadar yüksekti. Topların ateşi pullu derisine nüfuz edememişti. Yine de Edda bunun tekrar olmasına izin veremezdi. Aslan figüründen güverteye sıçradı ve dümene koşarken “Yelkenler fora!” diye bağırdı. Adamlar hâlâ ganimeti onların toplayacağını sanıyordu ki sözünü dinlediler. Dümeni Ragard’ın gemisinin önüne çevirip kasaradan güverteye atladı. Devasa çapayı itmeye başladığında Raum da arkasından “Hain!” diyerek koşturuyordu. Raum ayağına yapışıp onu geri çekmeye çalışırken toplar tekrar ateşlenmişti. Gemisinin parçalanacağını düşünen Edda boş bulundu ve Raum onu suya gönderdi. Düşerken aklından tek geçen topların neden gemisine çarpmadığıydı, yoksa Koruyucu’ya mı isabet etmişti? Sertçe daldı ve soğuk su vücudunun her parçasını titretti. Karanlıkta hiçbir şey göremiyordu. Yüzeye çıkıp ciğerlerini gereğince doldurduktan sonra geri daldı. Sağındaki bir geminin omurgası mıydı? Hayır, o bir mavi balinaydı. Altından bir şey ona çarptı ve su yüzeyine çıkarken bir başka balinanın nefes verişini duydu. “Koruyucu’suna nankörlük edecek bir biz varız ne de olsa.” diye mırıldandı.
Suya tekrar düştüğünde yakından geçen katil balinaları da gördü. Sürüleriyle Lofar’ın gemisine doğru yüzüyorlardı. Balinalar gemilere çarparak ve dalgalar oluşturarak kurtardılar efendilerini. Edda sebatla bekledi orada, ejderhanın kuyruğuyla ve dişleriyle gemileri parçalamasını izlerken. Çok geçmeden Koruyucu onun için de gelmişti. Suda karşısına dikildiğinde Edda’ya yağmur yağıyor gibi su sıçrattı. Göğe yükselen siyah bir kolondu. Karanlıkta bir çift kırmızı yılan gözüydü. Hayır, yazar bir şeyi unutmuştu. Bıyıkları vardı onun. Kedi gibi bıyıklıydı Koruyucu. Kafasında, boynunda ve kuyruğunda yüzgeçleri vardı. Elbette muazzam gözleri dikkat dağıtıyordu. Hızlı, sarmal bir hareketle suya inip Edda’yı kafasının üzerine aldı. Edda düşmemek için yelken gibi yüzgece tutunup ayaklarını siyah pulların arasına yerleştirdi. Evine yolculuğunda ona sert rüzgârın yüzüne çarpışının keyfini çıkarmak kalmıştı.
Okuması biraz zor olsa da, kalem sivrildikçe düzelebilecek çok güzel bir hikaye. Elinize sağlık.
Bir şeyler anlatmak istersen okuyucunun bizim bildiklerimizden haberdar olmadığını aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Okuyucu boşlukları doldurmaya veya metni çözmeye çabalarken kendisinden daha hızlı akan satırlarla karşılaştığında okuma şevkini de yitirir ve metin asıl amacından yani okunmaktan uzaklaşır.
Bunun dışında bu ay çoğu kişinin düştüğü hataya siz de düşmüşsünüz. Eski sözcükler kullanmak bir metne değer katmaz. Hele ki yanlış kullanırsanız canım öyküyü mahveder.
Örneğin:
Yüzüne vakar bir gülümseme gelirken: “Vakar bir gülümseme” yanlış, “vakur bir gülümseme” doğru
Bütün şan bizim olacak. Şan gösteriş manasındadır, burada şöhret kullanılmalıydı.
Ciğerlerini gereğince doldurduktan sonra: Ciğerlerini yeterince doldurmak olmalıydı.
Elinizde, hayalgücü, kurgu ve yazabilme gibi yetenekler mevcut. bunların biraz daha bilenmesi gerekiyor. Sizin yazacağınız yeni hikayeleri merakla bekliyorum.
Yapıcı yorumunuz için teşekkür ederim. Hikayeyi yazdıktan sonra kendim de dilini, anlatış şeklini beğenmedim, itiraf etmeliyim. Boşluklar bırakmış olmam beni çok üzer. Bunu sizinle konuşmak isterim uygun bir zamanda. Hangi kısımda okuyucunun anlamak için çabaladığını veya anlamakta zorlandığını öğrenmek istiyorum. Eski sözcükleri kullanmak konusunda: Ben onları kullanmayı sevmiyorum, anlamadığım kelimelere bakmaya uğraşmak okurken beni çok sıkar o yüzden kendim de kullanmaktan kaçınıyorum. Buna rağmen onları kullanmam ise yerine ne kullanacağımı bilmemem. Yanlış yapmış olmam hevesten değil bilgisizlikten kaynaklanmış. Vakur kısmında haklısınız ancak şan kelimesi TDK’da ün anlamı da verilmiş. Ün bizim olacak anlamında düşününce çok saçma gelmiyor bana, haksız olabilirim. Kelimeleri daha düzgün kullanmakta fayda var.
Ciğerlerine gereğince doldurmasını kısmının ben de farkındayım o gözümden kaçarak yapılmış bir şey değil. Anın heyecanı ve merakını giderme arzusuyla kendisine yeteceğinden daha azını soluyup daldığını anlatmak için kullanmıştım. Tekrardan teşekkür ederim deneyimli birinin yorumu çok şey öğretiyor. Umarım yukarıda bahsettiğim kısmı konuşma fırsatı buluruz.
Forumda üyeliğim kendi adım ve soyadımla mevcut. Oradan özel mesaj atarsanız iletişim bilgilerimizi paylaşabiliriz. Edebiyat ve yazın konusunda sohbet etmek beni de çok mutlu eder.
Görüşmek dileğiyle
Aksiyonu, Düş’ü… Çeşit çeşit güzelliği bol olan bir öyküydü. Çok keyif alarak okudum, teşekkür ederim 🙂
Aksiyonun bol olduğu sahneleri anlatmak zor iştir (bence) ve (bence) bu işi çok güzel başarmışsın sen.
Öykünün çeşitli yerlerinde sorduğum soruları, diğer çeşitli yerlerinde ve doğru şekilde bulmak çok gülümsetti beni. İnce ince dokunmuş gibi… Sereserpe uzanan yepyeni bir diyar gibi.
Hatta, belki de, öyküden çok daha uzun bir şeyleri hak eder gibi.
İki noktada belirtmek istediğim ve bana yazım yanlışıymış gibi gelen şey vardı:
“İki gündür açık denizde konaklamalarının bir nedeni bu, bir diğeri de aklını kaçırdığına herkesin emin olduğu babasıydı.”
Emin değilim ama, sanırım böyle bağlı cümlelerde, ilk cümlenin yüklem çekimi kısa kesilmişse, ikincisindeki çekim onunkine de eklenir. Yani, cümle şu halde olur:
“”İki gündür açık denizde konaklamalarının bir nedeni buyDI, bir diğeri de aklını kaçırdığına herkesin emin olduğu babasıydı.”
Yani, bir sorun var gibi ama emin değilim.
““Altmış metre, ejder avlayan bir yılan var diyorsun bir de onu mu savunuyorsun? ”
Sanırım, “diyorsun”dan sonra bir noktalı virgül, buradaki anlatımı çok daha açık kılardı. Şu halde, buradaki iki ayrı cümle, tek bir cümleymiş gibi geliyor bana. Yine, genelgeçerliğinden emin değilim sözlerimin.
“Ah, hayır. Hayır. Hayır. Yanlış görmüş olmak için yalvarıyordu. Hayır. Raum da görmüştü… ”
Öykünün burası hariç hiç bir yerinde doğrudan iç sese inmemiş anlatım. Sadece burada. “Ah, hayır. Hayır. Hayır.” kısımları karakterin iç sesi gibi. Sonraki “Hayır”dan ve öykünün kalanından ayrılması lazım gibi. İtalik şekilde yazmayı deneyenebilirsin belki? Böylece, anlatıcı ile karakter arasındaki ayrım da korunmuş olur. Çoğu öyküde gerekmez böyle müdahaleler ama burada gerekli gibi geldi bana.
Yeniden tebrik ederim 🙂 Gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle…
Fikirlerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim. Uzun bir şey hak eder gibi görünmesi çok daha fazla şey anlatmak isteyip anlatamamış olmam. Kim bilir belki Edda Yalpağan unvanını alacaktı? Bunu bilemesem de kesin bildiğim bir şey var, Arhea ile evlenecekti onlar… İçimde kaldı yazamadıklarım ancak bu hikayeyi yarışmaya göndermek istiyorum ve kelime sınırım var. O yüzden burada yazılanlar benim için değerli.
Bahsettiğiniz iki cümlenin yükleminin ortak olması konusunda, bu yapıyı ilk kullandığım zamanlarda benim de aklımı kurcalayan bir meseleydi. Defalarca kez kullanınca üzerine düşünmeyi bırakmışım sanırım, hatalı olup olmadığını ben de bilmiyorum. Öğrenince umarım size de bildirebilirim :). (Dil bilgisi kurallarını biraz karıştırmamın vakti gelmiş.)
İkinci kısımda haklı olduğunuzu düşünüyorum noktalı virgül sorunu çözmeli, sanırım. Noktalı virgülü etkili bir biçimde kullanabilen biri değilim. İyi bir derse ihtiyacım var noktalı virgül hakkında.
Ve son olarak yine haklısınız, iç sesi yansıtmakta başarılı olamamışım. Öneriniz için teşekkür ederim italik kullanacağım. İç sesin olduğu yerdeki ve hikayedeki “Hayır.”ı işaretleyerek ayırmalıyım.
Tekrar önerileriniz ve yorumunuz için teşekkürler, başka hikayelerde görüşmek üzere.