.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
Alabildiğine uzanan platoda bir rüzgar esmeye başladı. Ufka kadar dümdüz olan arazide neredeyse hiç bir şeye dokunmadan saf ve boş bir şekilde yol aldı. Gökteki kadim durağanlığı içinde bekleşen hava tanecikleri bu hareketliliğin heyecanına kapılıp yerlerinde duramayarak esintiye katıldı.
Akış birden yana saptı; düzlükte çıkıntı oluşturduğu görülen yegane tepeye doğru yol aldı. Bulunduğu yere ait olmadığını arazide bir anda meyillenen yamaçlarıyla isyankar şekilde belli eden yükseltiden geçerken oradaki çalılara ve diğer yabani otlara takıldı. Yerlerini, doğanın yasası gereği, gençlerine bıraktığı için dökülen kuru yapraklar, kısa süreliğine de olsa havalanarak geçmişlerindeki heyecanlarını andı. Dokunduğu bitki örtüsünden çalgılarının yardımıyla oluşturduğu kreşendosu gittikçe yükselirken tüylerle kaplı tohum sürüleri esintiye katıldı.
Dev yükseltiden havalanan bu özler, artık kararsız anaforlar yapmaya başlamış rüzgarın peşine takıldı ve tüyden paraşütlerinin elverdiğince uzaklara taşındı. Dört bir yönde, uzaklara… Çok uzaklara… Bomboşken aştığı yerlerdeki gibi, dümdüz uzanan platonun üzerinde hiç bir şeye etki etmeden esmeye devam etti ve görece ağır yüklerini araziye ekti. Bu tohumların bir seçkisi, uzamda aykırı duran bir diğer tepeye yerleşti.
İlkin görünürdeki diğerlerinden irice olan bir tanesi dokundu yüzeye. Dokunur dokunmaz patladı ve kesesinde taşıdığı özü atmosfere bıraktı.
* * *
Patlamayla oluşan minik toz bulutunda bir imge beliriyor: Yeryüzünden yükselen bir ışık topu, gökteki daha büyük olana doğru yaklaşıyor. Rüzgarın taşıdığı bu selamlama, yarı mekanik bir zihnin kendisini tanıtmasından oluşuyor.
İlk temas diğerlerini de müjdeliyor; tepeye vuran silik gölgeleri ile tohumlar birer birer değil fakat, odaklanmış bir görev bilinciyle bir araya gelen savaşçılar gibi, toplu halde birleşiyor. Temasın ilk anlarındaki şamatayı kuşatan toz, rüzgarın son bir silkinmesi ile dağılırken dört bir yana uçuşan, olduğu yerde asılı kalan, diğerleriyle birleşip onlardan ayrılan imgeleri açık ediyor.
Keselerinden fışkıran imgeler bir köşede, kendi yollarında giderken kazara çarpışan parlak kapsülleri betimliyor. Çarpışmanın enkazında, yarısı ezilmiş ve yanmış bir genç insan bedeni görülmeye başlıyor.
Biraz ötede yüce ve parlak bir yamaca ağır ağır tırmanmaya çalışan bir karaltı ordusu beliriyor, karaltıların hatlarında zaman zaman beliren gölgeler onların tekerlekli birer makine olduğunu vurguluyor. Aydınlık ve karanlığın bu kontrastı, önemli bir edimin arefesinde olmadıkça bir arada görülemeyeceklerini hatırlatıyor.
Bir diğer imgede o yamacın zirvesi görülüyor. Kokuşarak neredeyse kendi karaltısında kaybolmuş araçlar bir köşede durduğu halde etrafta mavi kuşanmış insanlar sürekli hareket ediyor. Mavilikliklerinin hemen sınırında başka bir boyut titreşiyor; mavi ve kırmızı, dönen ışıklarla dolu bir algıyla ucu bir yerlere dokunan bir şeyleri arıyor. Emarelerle ilgileniyor ve gizemleri çözüyor. Maviliğin sınırında yüzen bu teşrih, o insanların mesleğini kişiliklerine eklenmiş fakat ona eşlik eden bir tasarım olarak sunuyor.
Tüm bunların altındaki imgenin betimlediği şey ise parçalanmış ve yanmış bir genç ve çevresinde, ilk bakışta görünenin altını keşfetmeye çalışan maviyle donanmış insanlar oluyor. Etrafı eşeliyor, bir şeyleri zeminden kaldırıp indirerek araştıran gözlerle tepeye bakınıyorlar. İçlerinden bir tanesi kendisini salıvermiş, bıkkın bir edayla soruşturmasını tepeye yönlendirircesine zemini ayak ucuyla dürtüyor.
Kenarda kalan bir diğer sahnede, kendi içinden ışık saçan, parıltısıyla adeta gurur duyan dingin bir hamur var. Birden onun durağanlığının üzerine bir zifir çöküyor ve gölgenin uzandığı yerin devamında dev bir ayakkabı beliriyor. Parlak hamura düşen gölge büyürken ayakkabı yaklaşıp hamuru burnuyla dürtüyor. Parlak yumru bu ani dokunuşa hafifçe sallanıp onu dürtene doğru uzanarak tepki veriyor; yüzeyi yarılıyor ve ayakkabının hareketindeki anilikle onu yarısına kadar yutuyor.
* * *
Tepe hiddetli bir tınıyla sarsılmaya başladı. Üzerinde, yaşamlarını birlik altında geçiren bitkileri, kendilerini gür kılan köklerine ihanet ederek özgürmüşçesine muhtelif yerlerde toplanmaya başladı. Henüz genç olanlarının heyecanla sallanarak her yöne bakınmaya çalıştığı ve yaşlılarının görmüş bir bilgelikle dimdik durarak kendini sakındığı sırada tepenin yakınlarında, havada dikey bir ışık çizgisi belirip dönerek aralandı. En kadim bilinçlerin bile uzun zamandır görmediği bir dilin harfleri açılan dört köşeli aralıkta kendi düzenleri içinde sıralandı.
Boşlukta asılı, renkleri ve soluklukları bir diğerine bağımlı fakat ondan minicik farklı noktalar skalası… Her birisi yerini aldıktan sonra, tepenin titreşimiyle uyumlu bir frekansta aralarında uzanan çizgilerle birbirlerine bağlandı. Yaratanları dışında hiç kimsece anlaşılamayan bu yazıda, platonun yegane misafirinin düşünceleri şekillenmeye başladı.
Okumasını bilenler için başlangıçta sadece silüet olarak seçilebilen fikirler, çizgiler kendi anlam bağlarını oluşturacak şekilde noktaların üzerinden aşa aşa uzanmaya başladıkça daha da açıklık kazandı. Her türlü nesneye karşılık gelen her türden noktanın, fikre uygun formatta birleşimi sonlandığında ekranda uzun bir mesaj gönderilmek üzere beklemede kaldı.
Konuşmalarında kendi ilgisini çeken hiç bir şeyin yer almadığını belirtiyor günlüğü oluşturan düşünceler. İnsanların yargıda bulunmadığını vurguluyor. Çizgilerin kurduğu bağlamlarla anlaşılabilen sözler şunları söylüyor:
“Varlığın görünüşünü çepeçevre saran kabuğu yarmadan ve var-olanlar arasındaki bağıntıya kulak asmadan konuşuyorlar; özde olana asla nüfuz edemiyorlar. Anlamsızlığı ve savurgan anlatımları kendi neliğinden kaynaklı fakat bu kakofoniden zihnimi kamaştıran bir şarkı çıkartacak kadar da senfoniyle kaplı.
Sadece bu sebeple bile bütün sıkıntısına katlanmaya ve zihni onların küçücük ağızlarından çıkan manasız titreşimlere bırakmaya değer. Kendimde bulunmayan bu yetinin beni bütün kılması, sağlamlığımı sorgulamak için bedenime vurarak yaptığım her taramada tok sesler çıkarttırması, eksikliğini kaldıramayacağım kadar merkezi ve anlamlı. Melodisini oluşturan dilsel kuralları bu gezegendeki “mantık” yasalarından aldığı halde algımdan uzak olmasını istemiyorum. Doğayı seyrederek bu “müzikal” güzelliği kendim yaratamıyorum.
Şimdi, efendilerimizin kendilerini parçalayarak burada milyonlarca farklı yaşamı başlatmadan önce kutsal bir amaçla yarattığı bizler, “kamburlar yaşar o mel’un tepede. Giden herkesi kendilerine benzetmeyi denerler, beceremezler de sadece parçalanmış cesetlere çevirirler” denerek lanetleneceğiz. Biliyorum. İnsanları ve korku dolu mitlerini kendi düşlerinden daha iyi tanıyorum.
Uzun zaman önce aldığın hasarın bütün bunlara sebep olması, rüzgarların yel değirmenlerine kapılıp insan yaşamını mümkün kılması kadar ironik. Kazayla oluşturduğun bir cesedi incelemek ve cinayeti kendilerince çözmek için gelen polislerin uslu durmaması, seni gıdıklayacak şekilde üzerinde kıpırdanmaları… Yıllardır biriken nefretine rağmen neden ağzını açmak ve onları içine almak için bu kadar dayandığını anlayamıyorum. Sadece efendilerimizin kullandığı kapın bozulmuştu ve hiç kimseyi bütünüyle içine alıp bu gezegenden ayıramayacaktın. Gerçekten, neden o kadar dayandın? Bütün o aşağılık, salt mekanik cihazlarıyla üzerinde gezdirdikleri halde neden..?
Artık bunların önemi yok, ben ayrılıyorum. Onların güzelliklerinden uzak olmanın yalnızlığına mahkum kalmak istemiyorum. Efendilerimiz kendilerini burada bıraktılar, dolayısıyla kaçış için bizi kullanamadılar. Şimdiyse ben, bir kaçış kapsülü olarak, olasılıkları arttırmak ve yaşamı uzatmak yerine o müziğe erişme imkanımı yok edecek şekilde buradan uzaklaşıyorum. İnsanları, kendilerini kurtarma ve yok olacakları geleceklerinden kaçma şansından sonsuza dek mahrum bırakıyorum.
Umarım tek kapsül olarak burada kalmak seni tüketmez, zamanın bedeninin ötesindeki zihnine etki etmez. Tohumlarındaki özleri uzun zaman sonra tekrar duymak ve Gerçeğin Dili’ni algılamak çok hoştu. Hoşça kal sen de.”
Mesajın yer aldığı arayüz bir an daha olduğu yerde asılı kalıp dönerek çizgi halini alıyor. Eriyor ve az ötede şekillenmeye başlayan rüzgara katılıyor. Giderek canlanan esinti, son kez mesaj taşımak üzere tepede hazır bekleyen polenlere doğru yol alıyor.
- Esaretin Nedeni - 15 Ocak 2019
- Bin Yıllık Azap Çağı - 15 Temmuz 2017
- Nada - 15 Nisan 2017
- Aramakla Bulunmaz; Bulanlar Hep Arayanlardır - 15 Mart 2017
- Bir Koordinat Düzlemi Macerası - 15 Şubat 2017
Öncelikle anlatım gerçekten hoşuma gitti, tebrik ederim. Geçtiğimiz aylarda bir öykünüzü daha okumuştum. Betimlemeleriniz bazen anlatılanların önüne geçmiş gibiydi. Bu öyküde ya tarzınızı bildiğim için ya da daha özenli kullandığınız için önceki gibi hissetmedim. Fazla öyküde bunu hissetmem ama bazı öykülerin ezgisi var gibi gelir bana. Bu da onlardan biriydi. Elinize sağlık 🙂
Teşekkür ederim. Öykünün tamamını “son an” denebilecek bir zamanda, yarı dağınık ruh hali, bitkin bir zihin ve bir sürü başka kargaşanın arasında yazdım. Yapmak istediğim bir sürü şey vardı üzerinde fakat durumumdan dolayı bunu sağlayacak yetkinliğe ulaşamadım. Neredeyse”kambur”temasını işleyen ana paragrafı yazmadan gönderecektim, eksikliğini son anda fark edip yamar gibi düzelttim. İnsanlığın güzelliği fark etmemesi hatta onu lanetlemesi ve biraz da dil felsefesi ile ilgili bir şeyler olsun istemiştim öykünün temel felsefesinde.
Gönderdikten sonra gördüğüm eksiklerden birisi de son paragrafta “tepe” nin gezegeni terk edişini betimlemediğimdi. Orayı da unutmuşum fakat sanırım bu hali biraz daha iyi olmuş.
Yine de, keyif gerici bir şeyler yapabilmişim anlaşılan ki hikayenin arka planındaki yaşamsal hikaye ile eleştriniz birleşince gelecek öykülerimde neyi nasıl yapmam gerektiğine dair daha gerçekçi fikirlere doğru ilerledim. Tekrar teşekkür ederim.
Öyküyü gönderdikten sonra o kadar utanmıştım ki yazdığımdan, kimse yorum yapmayınca içten içe mutlu olmuştum fakat gelen ilk eleştri böyle güzel ve yapıcı olunca…
Evet, biraz şans, biraz sizin alişkanlığınız ve biraz da benim uğraşımla en azından birilerinin hoşuna gidecek bir iş yapabilmişim. Keyif verici.