Öykü

Raskahaal

Uzun boylu geniş omuzlu yiğit Raskahaal, ite kaka bir kuyunun başına getirildi. “Kralımızın özel misafirhanesine hoş geldin” dedi adamlardan biri. Bir başkası mızrağının ucuyla hafif dürttü “atla” dedi. “Aşağıda çok eğleneceksin” dedi bir başkası. “Aptal dedi ilk konuşan O korkacak ama başkaları onun bağırışlarıyla çok eğlenecek” Neler olduğunu anlamaya çalışırken kendini ancak bir kulaç genişliğindeki kuyunun içinde buldu. Allahtan kuyu dik değil de hafif eğimli olarak açılmıştı ki bu durum düşüşünü yavaşlattı. Yine de metrelerce yuvarlandıktan sonra bir adam boyu yükseklikten boşluğa düştü. Karanlığın içerisinde doğrulup nasıl bir yerde olduğunu anlamaya çalışırken önünde uzanan derin bir tünelin ucunda aniden alevlerin parladığını gördü. Son adamın söyledikleri aklına geldi, ‘Birilerinin eğlencesi’ olacaktı. Tedirgin adımlarla alevlerin göründüğü tünelin ucuna doğru yürümeye başladı.

Bir kenarı diğer kenarından daha uzun ama geniş ve dairesel bir çukurda olduğunu anlaması zor olmadı. Duvar dibinde yanan ateşler meydanı rahatlıkla aydınlatıyordu. Muhtemelen çukurun çevresine kazılan kanallara yanıcı yağ doldurmuş olmalıydılar. Kafasını kaldırıp baktığında yukarıda kendisini izlemeye gelen kadınlar ve erkekler gördü. Büyük bir gösterinin parçasıydı ve saygıdeğer konukların eğlencesi olduğunu biliyordu. Böyle bir gösteriyi tek başına yapamayacağını da biliyordu. Asıl beklediği gelmemişti henüz. Dışarı çıktı, oyunu onların istediği gibi oynayacaktı. Korkmadığını göstermek için çukurun ortasına geldi. Gülümseyerek yukarıda kendisine bakan kralları, kraliçeleri selamladı.

“Sizler gibi seçkin kişilerin önünde olmak benim gibi sıradan bir asker için büyük bir şereftir” dedi. “Fare, kedisini görmeden konuşmamalı, rakibini gör öyle konuşma yap” dedi yukarıdan gelen bir ses. Sesin sahibini tanıyordu. “ Güzel bir tanrıçanın kötülüğü de elbet güzel olacaktır” dedi. O an duyduğu kükreme yukarıda olanların kanlarını dondurmaya yetti.

Av olan Raskahaal, dimdik ayakta duruyordu. Ses kendisinin korkması için yetmişti ama yukarıda izleyenlere “korktu” dedirtmemek için öylece duruyordu. Sesin nereden geldiğini anlamak için çukurun duvarlarını inceledi. Bir saniye sonrasında ortaya iri bir hayvan atladığında bir boy yukarıdaki deliğin varlığını fark etti. “Hiç adil değil” dedi bir başka ses yukarıdan. Ve ayaklarının dibine bir kılıç düştü. Kafasını kaldırıp baktığında uzun siyah saçların çevrelediği esmer bir yüz kendisine gülümsüyordu. Diğer konukların sert bakışlarına aldırmadan umursamazca omuzlarını silkti, “Görmüyor musunuz ne kadar da yakışıklı”

Raskahaal, askerler bekliyordu karşısına çıkacak ve onlarla mücadele etmek zor olmayacaktı. Şimdi omzunun yüksekliği neredeyse kendisi kadar olan bir boğa büyüklüğünde bir aslan görünce şaşırdı. Çukurun çevresinde açılan kanallarda, gücünü kaybetmeden yanmaya devam eden ateş, hayvanı yeteri kadar korkutmuştu. Bir insanın kafasının rahatlıkla sığabileceği ağzını açtı, korkunç bir kükremeyle çukuru sarstı. Adam, kılıcı bir sağ eline alıyordu bir sol eline. Hayvan rakibini tartmak için birkaç adım ileriye doğru attı. Sağ pençesi kaldırıp savurduğunda keskin kılıcın tadına bakmış oldu ve bir kere daha kükredi. Meydan okumayı kabul ettiği belli oluyordu. Yukarıda duranlar nefeslerini tutmuş izliyorlardı.

Uzun yelelerini savurdu, bir adım geri çekildi ve ön ayaklarını gerip atlayış havasına girdi. Raskahaal, gözünü kırpmadan hayvanı izliyordu. Arka bacaklarının üzerinde sıçrayınca kendisini yana attı, alevlerin yanına kadar yuvarlandı. Bir adım daha kaysa yanacaktı. Ama aslan kendisi kadar şanslı değildi ve pençeleri duvar dibinde yanan ateşe değdiğinde o ana kadar attığı en korkunç sesi çıkardı. Ortamda yanık kıl tüy kokusu vardı. Dev aslanın canı iyice yanmıştı. Geriye dönüp avına baktığında yüzündeki yanıklar iyice belli oluyordu. Bu haliyle çok daha korkutucuydu. Hiç beklemeden bir kere daha saldırdı. Bu defa adam daha temkinliydi. Sadece iyi bir zamanlamayla iki adım yana çekildi. Ve kılıcını hayvanın sağ göğsüne sapladı ve aynı hızla geri çekti. Bu kısa, küçük hareket uzun bir yara açmaya yetmişti. Yukarıdan bile belli olacak bir kan izi yerde kalmıştı. Hayvanın savurduğu pençe sol omzunda derin bir iz bırakmıştı. Canı yanarak öğrenen aslan alevlere bir adım kala durmayı başarmıştı.

İki rakip birbirlerine bakıyorlar derin derin soluk alıyorlardı. Aslanın karnından akan kanlar küçük bir gölcük oluşturmaya başlasa da canlılığından bir şey kaybettirmiyordu. Tam o anda Raskahaal saldırıya geçti. Kılıcı sağ elinde, ileri atıldı ve hayvanın ağzının içine damağına sapladı. Vuruşu öyle öfke doluydu ki kılıcın ucu ense kökünden çıkmıştı. Ama o ara can havliyle savrulan pençe göğsünü sıyırmış derin bir yara bırakmıştı. Aslan olduğu yerde çökmüş debelenmeye başlamıştı. Bağırışları oval çukuru aşıyor geceyi kaplıyordu. Raskahaal, birkaç adım geri çekildi hayvanın canını vermesini bekliyordu. Yine de kalan gücünü kullanarak bir iki adım atmaya çalışan iri beden çukurun ortasında kaldı. Adam yaralıydı, yorgundu ama bir o kadarda gururluydu. Bağışlanacağını umuyordu. “Tanrıçam, Rakibimi görüyor musunuz” dedi kazanmanın verdiği küstahlıkla. Aldığı cevap üç kelimeydi, “Okçular, oklayın haini.” Yapması gereken tek hareket vardı ve onu yaptı. Az önce çıktığı tünele girdi.

Cevdet Denizaltı

Ben Cevdet Denizaltı; tercih ettiğim şekilde olursa Aziz Hayri. İzmir’de Eşrefpaşa’da doğdum. Önce Çınarlı Endüstri Meslek Lisesini sonra Erkek Sanat Yüksek Öğretmen Okulunu bitirdim. Makine Teknolojisi bölümü öğretmeni olarak görev yapıyorum. Okumayı, araştırmayı, yazmayı seviyorum. Tür ayrımı yapmam, bilimkurgu, fantastik kurgu ve tarihi romanlar favorim. Poe ve Tolkien hayranıyım.