Öykü

Saklı Cennet

3. Dünya Savaşı’nın sonu artık yakındı. Dönemin ABD başkanı Peter Reiden ve Rusya başkanı Sergey Mihayloviç, geçen asırdan beridir iki büyük güç arasında devam eden Büyük Savaşa, 2 hafta sonraki Barış Antlaşması ile birlikte son vereceklerdi.

Savaşın sadece 4 ay devam etmesine rağmen ister ekonomik isterse de popülasyon konusunda dünyanın daha önce görmediği kadar büyük kayıplar yaşanmış ve de kanlı olaylara şahit olunmuştu. Daha medeni bir toplum yaratmaya çalışan insanlık, bir anda kendini “yaşamak için öldürmek” sloganının baş kahramanı olarak bulmuştu. Yalnız devletlerarası değil insanların kendi aralarında, kendi ırkları, kendi vatandaşları arasındaki bu “Büyük Yaşam Savaşı” muhtemelen sonraki neslin, tarih kitaplarından okuyarak ve de kendi ecdatlarından nefret ederek büyümelerine neden olacaktı. Tabii eğer gerçekten de bir sonraki nesil diye bir şey olacaksa…

Her iki tarafın müttefikleri Büyük Antlaşma için hazır olduklarını duyurmuştu. Ama her şey, o büyük güne sadece 24 saat kalmış bir gecede, tamamen alt üst oldu.

Rusya’nın büyük müttefiklerinden olan Kuzey Kore yıllardır tecrübe ettiği nükleer başlıklı silahlarını kullanmayı seçmiş ve aynı anda tüm dünyaya tekrar meydan okumuştu. Savaş boyunca hiçbir zaman kullanılmayan nükleer silahlar barış antlaşmasının imzalanmasına 24 saat kala dünyayı Cehennem’e çevirmişti. Ve işte o gün, gerçek 3. Dünya Savaşı başlamıştı. Hayır, aslında o gün, Cehennem’in kapıları açılmış ve İblisler yer yüzüne çıkmıştı. Ve Tanrı, tüm insanlıktan umudunu, işte o gün yitirmişti.

* * *

Jaden bilincini geri kazandığında daha gözlerini açamadan etraftaki mide bulandırıcı koku, sinirlerinin tetiklenmesine neden olmuştu. Her nefes alışında bu koku daha da keskinleşiyordu. Hiç şüphesiz bu kan kokusuydu ve Jaden gözlerini açtığında büyük bir kan gölünün tam ortasında uzandığını, ve de üzerinde kime ait olduğunu bilmediği birkaç uzvun olduğunu gördü.

Olduğu yerden kımıldamadan gözlerini açtı ve en son ne zaman mavi olduğunu hatırlamadığı gri gök yüzüne bakmaya başladı. Aslında alışmıştı artık bu keskin kokuya, bu gri gökyüzüne, ve şu an muhtemelen burnundan soluduğu radyasyona…

Kalkıp maskesini takması gerekiyordu ama yorulmuştu. Savaşmaktan, yaşamaktan yorulmuştu. Tanrının bile yüz çevirdiği bu dünyada yaşamaya çalışmaktan yorulmuştu.

Neden şu an burada yattığını, buraya nasıl geldiğini hatırlayamıyordu, ama şu an eski günleri hatıralarında canlanmaya başlamıştı.

Peki eski günlerden geriye ne kalmıştı? Şu an neden yaşamaya devam ediyordu, kimin için yaşamaya devam ediyordu?

Annesini, babasını, erkek kardeşlerini çoktan kaybetmişti. Ve artık yanında kalmış son kişi olan küçük kız kardeşinin de sadece sağ kolu kalmıştı ellerinde. Kollarının arasına alıp sıkıca sarıldı kardeşinin koluna. Artık yaşamak için tek bir nedeni bile kalmamıştı. O şeylerden birinin akşam yemeğine dönüşmekten çekinmiyordu.

Tam bunları düşünürken garip, vıcık vıcık bir ses geldi kulağına. Hiç şüphesiz bu mutasyonlu birinin sesiydi.

Nükleer savaşın başlamasının üzerinden sadece 3 hafta geçmişti, o garip yaratıklar ortaya çıktığı zaman. Ağır radyasyona maruz kalan kimseler ya ölüyor ya da o yaratıklardan birine dönüşüyordu.

Ama onlar gariplerdi. Durduk yere sana saldırmazlardı. Dikkatlerini çekmediğin sürece senin varlığın onları rahatsız etmezdi. İstedikleri tek şey kandı ve de şu an için ondan litrelercesine sahiplerdi. Onların var olmaya devam ettiği bu zamanda yaşamak zor değildi, aslında. Yine de Jaden kız kardeşini o yaratıklar yüzünden kaybetmişti.

Ama Jaden’ın akşam yemeği olmaktan kastettiği yaratıklar onlar değildi. Yemek bulamayan insanlardı. Yaşamak için başka insanları yemekten çekinmeyen yaratıklardı onlar.

Yine de bu kan gölünün ortasında uzanmaya devam ediyorken bir mutasyonlunun da saldırısına uğrayabilirdi.

İster mutasyonlu yaratıklar isterse de yamyama dönüşen insanlar olsun, fark etmezdi Jaden için. Onlardan herhangi birinin akşam yemeği olmak sorun değildi artık onun için.

Yerinden kımıldadı ve oturduğu yerde doğruldu. Hâlâ küçük kız kardeşinin sağ kolunu kendi kollarının arasında tutuyordu. Yüzündeki yorgun ifade ile birlikte uzaktaki kan içen mutasyonlu yaratığa baktı.

Neden onlara Düzensizler dediklerini bir kez daha anladı.

Hâlâ insana benziyorlardı ama bazılarının ayakları, bazılarının kolları tamamen tersineydi, bazılarının kafası arkaya dönüktü, bazıları tümüyle sırtüstü yürüyordu, bazılarının göz yuvaları boştu ama görebiliyorlardı, bazılarının kulakları kafalarının içindeydi, bazıları örümceğe, bazıları yılana, bazıları ise köpeğe benziyordu. Sarı ya da çoğu zaman yeşil renklerde salyaya benzer sıvılar akıtıyorlardı, ağızlarından, burunlarından ve ya kulaklarından, göbek deliklerinden, hatta gözlerinden bile.

Şu an Jaden’ın karşısındaki bu Düzensiz, ayakları, kolları ve kafası ters dönmüş, sırtüstü yürüyordu ve hâlâ kan içmeye devam ediyordu. Gözleri yoktu ve göz yuvalarından yeşil sıvı akıyordu.

Jaden onun dikkatini çekmek için öksürmeye karar verdi. Aslında bu yaptığı bir intihar eylemiydi. O şeyin tıpkı kardeşine yaptığı gibi ona da saldırmasını istiyordu. Jaden’ı parçaladıktan sonra çekip gidecekti muhtemelen, acıkıp geri dönenene kadar.

Düzensiz, Jaden’ın sesini duymuş olacak ki, kan içmeği durdurdu ve ters dönmüş kafasını kaldırıp ona baktı. İlk başta sanki Jaden’ı gözlemliyormuş gibi hareketsizce bakmaya devam etti. Sadece bir kaç saniye sonra ise beklenmedik bir hızla Jaden’a doğru koşmaya başladı. Muhtemelen birkaç saniye içinde ona ulaşmış olacaktı. Jaden ise artık kaderine razı olmuş ve tekrar kan gölünün ortasına uzanmış, ona doğru hızlı adımlarla gelen misafirini bekliyordu.

Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı…

* * *

Duyduğu yankılı sesin beraberinde gözlerini açtı ve hızlı atakla yerinde doğruldu.

Düzensiz’i tam olarak karşısında uzanmış halde buldu ve yeşilimsi sıvının kan gölüne aktığını gördü. Duyduğu sesin bir silah sesi olduğuna emindi.

Ne yapacağını bilmiyordu. Silah sesini duymasına rağmen ortalıkta hiç kimse yoktu. Kim olduğunu bilmiyordu ama keskin bir nişancı olduğu belliydi. Tek bir atışla Düzensiz’i öldürmeyi başarmıştı.

Jaden artık ölümü kabullenmişti, bu yüzden o keskin nişancının bile avı olmak onun için sorun değildi. Düzensiz’in ölü bedenine bakarken olduğu yerde kımıldamadan durmuştu.

Az sonra ona doğru yaklaşan bir ses duydu. O sesin sahibi tam arkasında durduğunda Jaden gözlerini kapatıp kendini ölümün kollarına bıraktı. Muhtemelen o yamyamlardan biriydi arkasındaki, diye düşünüyordu.

“Senin evcil hayvanın mıydı?” Ses bir erkeğe aitti, “bakıyorum da üzgün bir şekilde oturmuş, yanından ayrılmıyorsun.”

Şakacı bir tavırla söylemişti bunları ve Jaden’ın yanından geçerek o da Düzensiz’in cesedine baktı. O an Jaden adamın yüzünü görebilmişti.

Adam uzun boylu, siyah saçlı, beyaz tenli, biriydi. Yüzünde maske olsa da maskenin ardındaki kişinin yakışıklı denecek türden biri olduğu belliydi. Elinde bir tüfek tutuyordu. Üzerinde siyah bir askeri üniforma vardı.

Ayağı ile Düzensiz’i yokladı. Öldüğünden emin olduktan sonra tekrar Jaden’a baktı.

“İyi misin?”

Adamın bunları gülümseyerek söylediği gözlerinin kısılmasından belli oluyordu.

“Neden beni öldürmesine izin vermediniz?”

Jaden’ın bu sorusu adamı şaşırtmış olacaktı ki, gözlerindeki o dostane bakışlar kaybolmuştu.

“Özür dilerim. Ölmeyi isteyeceğini düşünmemiştim.” Biraz duraksayıp sanki Jaden’ı inceliyormuş gibi baktı ve ardından devam etti, “Herkesin bir gün bile fazla yaşamak için savaştığı bu dünyada, birinin kendi isteği ile ölmek isteyeceğini düşünmemiştim.”

Adam o an, Jaden’ın hâlâ kolları arasında tuttuğu kolu fark etmişti. Ve Jaden’ın neden ölmek istediğini de anlamış gibiydi.

“Sanırım, senin de artık kendinden başka hiç kimsen yok” diyerek elini Jaden’a doğru uzattı. İlk başta tereddüt etse de daha sonra Jaden da adamın elinden tutarak ayağa kalktı. Ve az önceki davranışı için de adamdan özür diledi.

“Sorun değil. Seni anlayabiliyorum. Bu arada, adım Jeremy.”

Jaden da kendi ismini söyledikten sonra el sıkıştılar.

“Masken yok mu?”

Jaden etrafa baksa da maskesini bulamadı. Jeremy ona bir maske uzatınca teşekkür edip maskeyi aldı ve taktı.

“Radyasyon gittikçe daha fazla yayılıyor. Düzensiz’lerin bir süre sonra var olmadığı yer kalmayacak. Sanırım tüm dünyayı saracaklar.”

O an Jaden elindeki kola bakıp duruyordu. “Dünya değil burası artık. Bir Cehennem.” Jeremy’nin gözlerinin içine bakmadan ve de çaresizliğin duyulduğu bir ses tonuyla söylemişti bunları. Hâlâ Jeremy’ye bakmadan devam etti. “Tanrının bile yüz çevirdiği bu dünyada hâlâ birinin inançlı olduğunu görmek garip hissettirdi.”

Jaden’ın Jeremy’nin taktığı haça gönderme olarak bunları söylediğini Jeremy hemen anlamıştı. Jaden’ın bu kadar dikkatli olması Jeremy’nin hoşuna gitmiş gibi güldü.

“Korkuyorum çünkü” dedi hiç tereddüt etmeden, “içimdeki o küçücük umudu da kaybetmekten korkuyorum.” Elini kalbinin üzerine götürmüştü.

Jaden Jeremy’ye bakınca konuşmasına devam etti. “Jaden, şu an O’ndan bile daha fazla güvenmeliyim kendime. O’ndan bile daha çok inanmalıyım kendime. Bu haç, kendime olan inancım için burada. Bu Cehennem’de saklı olan Cennet’i bulmak için savaşıyorum. Ve eğer öyle bir yer yoksa, ben… ben onu yaratacağım.”

Jeremy’nin sözleri Jaden’ın kalbine dokunmuştu. Her ne kadar yüzünden anlaşılmasa da kaybettiği o umudu geri kazanmış gibiydi…

* * *

İkili birlikte şehrin öbür ucuna gitmeye karar vermişlerdi. Eğer hâlâ yaşayan başka birileri varsa diye onları aramaya koyuldular. Ama ondan önce Jaden’ın kardeşinden geriye kalan kolunu defnettiler.

Tekrar yola koyulduklarında hava kararmaya başlamıştı. Hava da gökyüzü gibi gri tondaydı. Kışın ortalarında olmalarına rağmen dünyaya sakinlik getiren tek bir kar tanesi bile düşmemişti.

Ama havalar gittikçe soğumaya başlamıştı. Sanki Güneş hiç var olmamıştı.

Bir kaç kilometre kadar yürüdükten sonra dinlenmek için harabelik gibi bir yerde durdular.

Az sonra harabelikten gelen sesle ikisi de irkilmişti. Jeremy Jaden’a sakin olmasını söyledikten sonra ses gelen yere bakmak için gitti. O an, Jaden Jeremy’nin gerçekten ne kadar da cesaretli biri olduğunu düşünmüştü.

Geri döndüğünde kucağında bir kedi yavrusu vardı. “Sanırım bizi korkudan delirtmek üzere olan yaratık buymuş.” Kediyi Jaden’a uzattı ve o da hiç tereddüt etmeden alarak, kedinin biraz ısınması için montunun içine koydu. Kedi de hiç terslik yapmadan, sanki Jaden onun sahibiymiş gibi uysal bir şekilde montun içinde uykuya daldı.

“Hayvanlar, seni seviyorlar sanırım. Babam bir keresinde böyle bir şey söylemişti. Eğer bir hayvan bir insanı seviyorsa, o insan asla kötü olamaz. Kötü insanlar bir hayvanın sevgisini asla kazanamazlar.”

Jaden gülümsedi ama hiçbir şey söylemedi. Tekrar kucağında uyuyan kediye baktı.

“Jaden…” en son Jeremy’nin sesi ile dikkatini kediden alabildi. Ama Jeremy bunu söyledikten sonra devam etmemiş ve sadece Jaden’a bakmakla yetinmişti.

“Bir şey mi söyleyecektin?”

“Neden buradasın Jaden? Neden şu an benimlesin?”

Jeremy’nin neden böyle sorular sorduğunu anlamamıştı.

Bir anda Jeremy gülmeye başlamıştı ama Jaden onun gülüşündeki o çaresizliği duyabiliyordu.

“Sanırım bu haçla” elleri ile kolyesindeki haçı sıktı “insanlığımı korumaya çalışıyorum. Artık insanlardan korkuyorum, Jaden. Ben… ben senin gibi olamıyorum, insanlara güvenemiyorum…”

* * *

İkili geceyi o harabelikte geçirdikten sonra sabah olur olmaz tekrar yola koyuldular. Jeremy’nin çantasında Jaden’ın nereden bulduğunu bilmediği atıştırmalıklar vardı. Gece uyumadan önce de sabah uyanıp yola koyulmadan önce de o atıştırmalıklardan yemişlerdi.

Yolculukları boyunca devam eden uzun sessizliği en sonunda bozan Jaden olmuştu.

“Saklı Cennet… ne kast ettin, bununla?”

Soru Jeremy’nin hoşuna gitmiş gibi güldü. Yüzünü Jaden’a dönüp geri geri yürümeye ve o anda da hayalindeki o yeri anlatmaya başladı.

“Kıyamet hikâyelerinde her zaman insanlığın kurtulması için mutlaka bir yerlerde sığınak bulunurdu. Tüm insanlar orada toplanır ve insan ırkının yüz yıllar boyunca yaşaması için çalışırlardı. Orada yeni bir hayat kurmaya başlarlardı. Kıyametin ortasındaki tek sığınak insanların tek kurtuluş umudunu simgelerdi. Tıpkı bir Cennet gibi. İşte benim de saklı Cennet dediğim bu. Şu an o sığınağın, insanların nerede olduğunu bilmiyorum ama mutlaka vardır. Ve daha önce de söylediğim gibi eğer öyle bir yer yoksa o yeri ben yaratacağım ve insanları kurtaracağım.”

Jeremy bunları büyük bir mutlulukla anlatıyordu ama Jaden’ın pek de bu hayale ortak olduğu söylenemezdi.

“Şehrin öbür ucuna gidiyoruz ama ya orada hiç kimse yoksa, ne yapacağız?”

Jeremy durdu ve ellerini Jaden’ın omuzlarına koydu. “Jaden, bu yola çıktığımda mutlaka karşıma birilerinin çıkacağına inanmıştım. Ve bak, karşıma sen çıktın. Hem de en son anda” gülerek Jaden’ın omuzlarını hafifçe sıktı. “Hâlâ insanlar var. Hâlâ herkes Düzensiz olmadı. Bizim gibi insanlar hâlâ var.”

Jaden hiç bir şey söylemeden kafasını salladı.

* * *

Yolculukları iki gün devam etmişti ve her gün diğer günlere göre daha da soğuk olmaya başlıyordu. Karşılarına fazla Düzensiz çıkmamıştı. Karşılaştıkları da zaten onlara yakınlaşmamıştı.

“Yiyeceğimiz bitmek üzere”, Jeremy çantasından su şişesi çıkardı ve Jaden’a gösterdi. “Suyumuz da aynı şekilde.”

Jaden sırtüstü uzandı ve hâlâ gri olan gökyüzünü izlemeye başladı. “Sence, Cehennem de böyle bir yer mi?”

“Sanırım yine kendini ölüme hazırlıyorsun, Jaden.” Jeremy de Jaden’ın hemen yanına uzandı. Ve Jaden’ın cevabını beklemeden devam etti konuşmasına. “Benim haçlı bir dindar olmadığımı bilmen gerek. Bu dünya, tam olarak bu dünya hem Cennet hem de Cehennem’dir. İnsanına göre tabii ki de.

Jaden, Cehennem’i de Cennet’i de var eden insanlardır. Çünkü, Cennet iyiliklerin yuvasıysa Cehennem de kötülüklerindir ve de kötülüğü de iyiliği de insanlar yaratır. Mesela ben, hiç bir zaman bir şeytan ya da bir melek görmedim. Gördüğüm tek şey insanlar. Bizim melek ve ya şeytan dediğimiz o varlıklar, hepsi insan görünümündeler. Yani hepsi insan. Ama insanlar güvenilmesi zor yaratıklardır.”

“Fazla umutsuzsun.” Jaden’ın bu sözleri Jeremy’yi şaşırtmıştı. Yerinde doğrulup kahkaha attı. “Bunu sen, umutsuzlar prensi mi diyor?”

Jaden da kahkaha atmıştı. “Artık umutluyum. Senin sayende”

Jeremy tekrar uzandı ve Jaden’a baktı. “O zaman, umarım o umudu tekrar kaybetmezsin. Bir kez umudunu kaybedersen dayanabilirsin, ama tekrar kazandığın o umudu kaybetmek… Ölüm bile daha az acıtır.”

Sohbetleri uzaktan gelen sesler yüzünden yarım kalmıştı. Hemen kalkıp buldukları ilk yerde saklandılar. Sesler gittikçe yaklaşıyordu ve bunların insan sesleri olduğu anlaşılıyordu. Seslerden birinin “Efendim, sanırım burada hiç insan yok” dediği bariz bir şekilde duyuluyordu.

Jaden bunu duyar duymaz maskesini çıkarıp Jeremy’ye bir şeyler söylemeye çalışsa da Jeremy elleri ile onun ağzını tutmuş ve susması için işaret yapmıştı. Çok kısık sesle Jaden’ın kulaklarına fısıldadı. “Bu insanlar yamyamlardan olabilir. Çoğu zaman böyle yapıyorlar. Saklanan insanların onları duyup ortaya çıkması için. Kendilerini yardım ekibi gibi gösteriyorlar.”

Elini yavaşça Jaden’ın ağzından çekti ve oldukça sessiz bir şekilde saklandıkları yerden o insanlara bakmaya çalıştı. Gerçekten de haklıydı. Bunlar 7 kişilik bir gruptu ve üzerlerinde askeri elbiseler vardı. Yardım ekibine çok benziyorlardı ama Jeremy haklı olabilirdi.

Jeremy her ne kadar çalışsa da adamların ne konuştuklarını duyamıyordu. Ama muhtemelen komutanları olan adamın diğerlerine bir şeyler söylediğini görebiliyordu.

“Jeremy…” Jaden da becerebildiği kadar sessiz olmaya çalışıyordu. “Ne yapmalıyız?”

“Bilemiyorum, Jaden.” Tekrar baktığında adamların hâlâ orada olduklarını gördü. “Sence de garip değil mi? Burada hiç kimsenin olmadığını söylediler ama hâlâ burada dikiliyorlar.”

Jaden da endişelenmeye başlamıştı. “Bizim burada olduğumuzu anlamışlar mı sence?”

Jeremy kafasını endişeli bir şekilde salladı. “Bilmiyorum. Ama bir planım var. Ben diğer tarafa sürünerek gidebilirim. Ve onların dikkatini çekerim. O arada sen de…”

“Hayır!” Jaden Jeremy’nin lafını bitirmesine bile izin vermemişti. “Kesinlikle olmaz. Seni ardımda bırakamam.”

“Jaden?!”

“Hayır dedim. Burada bekleyelim. Bulacaklarsa da bizi birlikte bulsunlar. Ya da onlar gidene kadar burada saklanabiliriz. Ama seni bırakmayacağım.” Son cümlesini sinirli bir şekilde söyleyince Jeremy de başka bir şey söylememişti.

“Tamam. Burada saklanalım.”

* * *

Jaden gözlerini açtığında çoktan gece olduğunu ve Jeremy’nin de uyuduğunu gördü. Yavaşça kalkıp etrafa bakındı ve artık orada hiç kimsenin olmadığını fark etti. Jeremy’nin omuzuna dokunarak onu hafifçe silkti ve onu uyandırdı.

“Sanırım gitmişler.”

Jeremy hâlâ yarı uykulu bir şekilde boş bakışlarla Jaden’a bakıyor ve onun neyden bahsettiğini anlayamıyordu. Birkaç saniyelik devam eden bu durum sonrası sonunda kendine gelebilmişti. Hızlıca kalkıp o da etrafa baktı.

Hiç kimsenin olmadığından emin olduktan sonra saklandıkları yerden çıktılar.

Kalan son yiyeceklerini yedikten ve sularını içtikten sonra tekrar yola koyuldular.

Gece yolculuk etmelerine rağmen etraf fazlasıyla sessizdi. Belli ki, hiçbir ırk avlanmaya çıkmamıştı.

Hava aydınlanana kadar yürümeğe devam ettiler. Yoldayken bazı terk edilmiş yerler buldular. Bu yerlerde, çok da uzun olmayan bir süre önce birilerinin olduğu görülüyordu. Bazı yerlerde köz izleri vardı. Bu, burada insanların olduğunun ispatıydı. Belki de çok uzakta değillerdi ve Jeremy ile Jaden onlara ulaşabilirlerdi.

En sonunda oldukça büyük bir mahalleye geldiler. Burası tamamen harabelikti. Biraz daha içeriye doğru yürüdüler. Yıkılmış binaların arasından geçerek yürümeye devam ettiler.

Tam o anda nereden geldiğini bilmedikleri bir tıkırtı duydular. Ama tıkırtıyı yapan her ne idiyse, sanki Jaden ve Jeremy’nin onu duyduklarını anlamış gibi bir daha o sesi tekrarlamamıştı.

Jaden sadece Jeremy’nin duyacağı bir ses tonuyla fısıldadı.

“Sanırım, birileri bizi izliyor.”

Jeremy de aynı şekilde karşılık verdi. “Bence de. Geri dönemeyiz artık. Sanki duymamışız gibi devam edelim. Eğer o şey bize saldıracaksa tedbirli olmalıyız. Onu fark etmemişiz gibi devam edelim.”

Jaden da Jeremy’nin söylediklerine katıldığını göstermek için kafasını salladı.

İkisi de endişeli bir şekilde yürümeye devam ediyorlardı. Jeremy’nin eli her hangi bir ani saldırıya karşılık verebilmesi için tetiğin üzerindeydi.

Bir kaç dakika daha devam eden yolculukları Jaden’ın gözlerine inanmakta zorluk çekmeye başladığı bir yerde bitmişti. Geldikleri yer diğerleri gibi kocaman bir yıkılmış binaydı ve her taraf harabelikti ama burada insanlar vardı. Hem de çok fazla insan vardı.

Jaden olduğu yerde durup insanlara baktı. Onlar ateş yakmış ve de ateşin etrafına toplanmışlardı. Jeremy ve Jaden’ı gördükleri an kalktılar ve onlara bakmaya başladılar.

Jaden garip bir şekilde mutluluk duyuyordu.

“Jeremy, insanlar!”

Jeremy ise hiçbir şey söylemeden sessizce karşılarındaki insanlara bakıyordu.

İnsanlardan biri onlara el salladı gülümseyerek. Jaden da aynı şekilde onlara el salladı. Jeremy’ye dönüp gülerek, onu omuzlarından tutup silkti. “Jeremy, insanlar burada!” Mutluluktan kahkaha atıyordu. “Saklı Cennet’i bulduk!”

Jeremy ise sanki hâlâ endişeliymiş gibi olduğu yerde durmuştu. Mutlu olduğu söylenemezdi. Jaden gibi kahkaha atmıyor ve de heyecanlanmıyordu.

Jaden Jeremy’ye sarıldı. Daha sonra insanlara doğru bir kaç adım attı. Maskesini çıkardı ve insanlara el salladı.

* * *

Tam o anda sırtından öne doğru uzanan ani bir acı hissetti. Yüzündeki gülümseme kaybolmuştu ve bu aniden gelen acının nedenini anlamamıştı. Eli hâlâ havada kalmışken ensesinde sıcak bir nefes duydu. Sırtından göğsüne doğru gelen acı aynı şekilde göğsünden sırtına doğru hareket etti. Uzaktaki insanların hâlâ gülümseyerek ona baktıklarını görebiliyordu.

Az sonra ise omuzundan aşırılmış ve muhtemelen üzerinde kendi kanının olduğu bıçağı tutmuş eli gördü.

“Eğer Cennet saklanmışsa, artık Cehennem’in devri başlamış demektir.”

Ses gelen tarafa dönünce Jeremy’nin hemen yanında durmuş, yüzü ve bakışları uzaktaki insanlara dönük bir şekilde, kulağına fısıldar gibi konuştuğunu ve de o elin Jeremy’ye ait olduğunu gördü.

“Sana söylemiştim Jaden. Melek de şeytan da insandır ve bu dünyada iyiliği de kötülüğü de insan yaratır. Ve Jaden, sana bunu da söylemiştim.” Biraz duraksadıktan sonra devam etti. “İnsanlar güvenebileceğin türde yaratıklar değildir.”

Lafını bitirdiği an, ani bir hareketle Jaden’ın boğazını kesti. Kolunu geriye çektiği an ise Jaden yere düştü.

Fiziksel acı yüzünden mi yoksa manevi acı yüzünden mi, kendisinin bile anlamadığı bir şekilde gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı, hareketsiz bedeni yerde yatarken. Hâlâ bilinci yerindeyken Jeremy’nin ona son bir kez bile bakmadan yavaş yavaş oradan uzaklaşmasını ve de uzaktaki insanların neşeli seslerle ona doğru yaklaşmalarını izledi.

Bilincini tamamen kaybetmeden önce duyduğu son şey ise, “Anne, sanırım bu gün iyi bir ziyafet çekeceğiz.” olmuştu.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Çok güzel bir hikayeydi, bir bardak acı kahve gibi… Karamsarlık ve umut arasında gidip gelen ve sonunda gerçeklerin galip geldiği bir hikaye.

  2. Çok kıymetli yorumunuz için teşekkür ederim, efendim.
    Hikayenin yazarı olarak ben bile bu açıdan yorumlayamazdım, muhtemelen.
    “Bir bardak acı kahve gibi…”
    Teşekkür ederim.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for ImHanSan Avatar for Tugrul_Sultanzade

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *