Öykü

Sanat Benim İçindir

İşte oldu. Kazak tam bedenine göre. Bu benim sanatım. Bu benim koleksiyonumun bir parçası. Sergimi insanlığa kazandırmama az kaldı. Son bir tane daha. Ondan sonra herkes beni konuşacak. Tüm gazeteler, televizyonlar…

Küçük odamı loş ışıkta hayranlıkla izledim. Burası benim hem atölyemdi hem de sergi odam. Kazaklar, atkılar, şapkalar ve daha niceleri vardı. Hepsi benim eserim. Hepsini özenle, heyecanla ben yarattım. Bir şeyler yaratmak insana kendini değerli hissettiriyor. Kendi elleriyle yaptığı şeyler paha biçilemez oluyor. Etrafımda son bir kez dönüp odaya göz gerdirdim ve kapıya yöneldim. Ayağıma bir yün yumağı takıldı. Usulca alıp bütün eserlerimi üzerinde icra ettiğim emektar sandalyeme koydum ve odadan çıktım.

Hazırlanıp evden çıktım. Sergimi tamamlayana kadar dinlenemezdim. Hele bitmesine bu kadar az kalmışken. Gecenin soğuk havasını ciğerlerime çektim. Arnavut taşı döşenmiş dar sokaklarda yürümeye başladım. Şehir, ölüm döşeğindeki hastanın başında bekleyen hüzünlü bir ailenin sükunetini bürünmüştü. Boş sokaklardan birinde tenha bir bara girdim. İçeride kesif bir koku vardı. Tıknaz, kel barmene bira söyledim. Paketimden bir sigara çıkarıp yaktım. Yanıma çıkık elmacık kemikleri ve dudakları kıpkırmızı, abartılı makyajı, daracık siyah elbisesiyle genç bir kadın oturdu. Onun için de bir bira seslendim. O yapmacık bedeninde belki de güzelliği bozulmamış tek şey olan masmavi gözlerini bana dikti. Birasını kaldırdı ve gülümsedi.

“Teşekkür ederim.” dedi.

“Rica ederim.”

“Adım Didar.” Elini uzattı.

“Memnun oldum.” Kendi adımı söyleme gereksinimi duymadım.

“Sizi daha önce hiç görmedim.” dedi soran bakışlarla.

“Bu sıralar pek dışarı çıkmıyorum. Çalışmam gerekiyor.”

“Yoğunsunuz anlaşılan. Ne iş yapıyorsunuz?”

“Sanatçıyım.” En azından ben kendimi öyle görüyordum. “Yünden çeşitli şeyler örüyorum. Yakında bir sergi açacağım.”

“Çok ilginç” dedi. Bunu öyle bir vurguyla söyledi ki başta alay ediyor sandım. Ancak yüzüne bakınca anladım ki oldukça şaşkındı. Ya bir erkeğin örgü örmesine anlam verememişti ya da bunu bir sanat olarak tanımlamama.

Kalan biramı fondipledim. Kafamla selam verip tekrar dar sokaklara çıktım. Sergimi düşündüm, tamamlamam gereken sergimi. Şehrin ışıklarını delip geçebilen bir kaç yıldızın ışığını hayranlıkla seyrederken mırıltıya benzer bir sesle irkildim. Karşı kaldırımdan ne olduğunu anlayamadığım bir şeyler sayıklayan sarhoş bir adam geçti. Aniden düşüncelerimden arınıp adamın gittiği yöne doğru seğirttim. Terkedilmiş bir fabrikanın sarmaşıklarla kaplı eski, uzun duvarına sürtünerek yürüyordu.

Yavaş adımlarımı hızlandırdım. Cebimdeki sicimi çıkardım, iki elime sarıp iyice gerdirdim. Sicim gibi vücudum da gerildi. Her zaman olduğu gibi bu sefer de ellerim terlemeye başladı. İçimde en ufak bir korku olmamasına rağmen her seferinde ayrı bir heyecena kapılıyordum. Biraz daha yaklaşıp ipi hızla boynuna geçirdim. İşin çabuk bitmesini bekliyordum. Ta ki beni başının üstünden kaldırıp yere vurana kadar. Şimdiye dek gördüğüm refleksleri en iyi sarhoş bu adamdı. Ayakta bile duramayan adam beni tek hamlede üstünden atmıştı. Ben yerde geri geri ilerlemeye çalışırken o olaya anlam vermeye çalışıyor, kafasını yan yatırmış bana bakıyordu. Kafasında bir şeyleri çözmüş olacak ki bana doğru gelmeye başladı. Ben daha yerden kalkamadan sağlam bir yumruk indirdi. Artık ben de en az onun kadar sarhoştum. Tekrar üstüme çullandı. Gırtlağıma yapışmasına fırsat vermeden hayalarına bir tekme indirdim. Adam kıvranırken yerden elime geçirdiğim taşı kafasına vurdum.

Tam üç saat sonra çalışma odamdaki eski sandalyede kendine gelmeye başladı.Uzun boyluydu bir adamdı. Yakışıklı da sayılırdı. Tıpkı barın önünde olduğu gibi yine bir şeyler sayıklıyordu. Daha anlaşılabilir olan bu sayıklamalardan duyduğum kadarıyla Serap diye birine sesleniyordu. O yavaşça kafasını kaldırıp etrafa bakındıktan sonra olan biteni anlamaya çalışırken ben karşısında oturmuş bir bir ilmeklerimi attım. Odayı etraflıca inceledi. Bütün mankenleri, bütün çalışmalarımı baştan aşağı süzdü. Sonunda yorgun bir sesle:

“Kimsin sen? Beni buraya neden getirdin? Bu insanlar kim?” dedi. Sesi yorgundu.

“Onlar benim mankenlerim. Yakında sen de onlardan biri olacaksın.” Olayları yavaş yavaş anlamaya başlamış olmalı ki gözlerini şaşkın bir biçimde bana dikti.

“Tüm bu insanlar… Neden buradalar?” Şaşırmış olsa bile sesinde en ufak bir korkma belirtisi yoktu.

“Eserlerimi sergilemek için. Dedim ya onlar benim mankenlerim. Yarın burada bir sergi olacak. Sen de bu sergide zorunlu katılımcılardan birisin. Ama itiraf etmeliyim aralarında beni en çok zorlayan sen oldun. Belki kendinle gurur duyarsın.”

“Seni hasta orospu çocuğu! Burada kadınlar, çocuklar, hatta bebekler var!”

“Tabiki var. Bebek patiklerini sana mı giydirecektim. Ben realist bir sanatçıyım.”

“Senin ben sanatına sıçayım!”

“Yeter artık! Ne küfür etmenin ne bağırmanın hiçbir anlamı yok. Hem boşver onları, sen kendi derdine yan.”

Son ilmeğimi attım. Yavaşça yerimden kalktım. Hiçbir şey demeden gözlerini bana dikti. Ne gözlerinde ne davranışlarında herhangi bir korku belirtisi yoktu. Ölmekten korkmuyordu anlaşılan. Belki de yaşamaktan çoktan vazgeçmişti. Yavaş adımlarla sandalyesinin arkasına geçtim. Usulca ellerimi boğazına götürdüm. Hiç itiraz etmedi. Bağırmadı bile. Kulağına eğildim ve “Bu benim sanatım.” dedim. Ufak parmaklarımla boğazını sıkmaya başladım. Bir süre sonra hayatta kalma içgüdüsüyle debelenmeye, sıkıca bağlı ellerini kollarını oynatmaya çalıştı. Aslında ben buna alışıktım. Çünkü bütün mankenlerim aynı yollardan geçmişti. Hiç birinde ne bir kurşun izi vardı ne de bıçak. Vücutlarında asla iz olmamalı, her şey mükemmel olmalıydı. Sonunda elimin altındaki hareket kesildi.

Son mankenimi de diğerleri gibi uzun süre dayanacak şekilde olmasa da özenle hazırladım. Gururla son kez odaya, eserlerime baktım. “YÜNDEN HAYATLAR SERGİSİ” yazılı tabelayı ahşap evin sokak kapısının yanına koydum ve kapıyı ardına kadar açık bıraktım. Şehrin üzerine sis çökmüştü. Sergimi bitirmenin gururu ile bir sigara yaktım. Acaba insanlar benden nasıl bahsedecekti? Eski ahşap evi geride bırakırken sigaramın dumanı sisli havaya, ben de kalabalık şehre karıştım.

Sanat Benim İçindir” için 12 Yorum Var

  1. Güzel hikaye tebrikler:) Ayrıca Dean r koontz gizli evi kitabını tavsiye ederim korku kitaplarından etkilenmem ama bu bambaşkaydı ve ölü bedenlerin sergisi onda da vardı. Muhtemelen bilmeyerek saglam bir yazarla benzer konu yakalamışsın. Yanlış anlamayın tüm samimiyetimle tebrik ediyorum. Yazmaya devam etmelisiniz. Tebrikler:)

    1. Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim 🙂 Söylediğiniz yazarı daha önce hiç okumadım ama mutlaka okuyacağım. Tavsiyeniz için de teşekkürler 🙂

  2. Merhabalar. Kayıp Rıhtım severek takip ettiğim bir site. Genelde öykü seçkisindeki bütün öyküleri okumaya pek fırsatım olmuyor. Fakat tekrarlanan aktivitelerden yoğun derslerden bunaldığım zamanlar okumaya gayret gösteriyorum. Yine beni ürperten aynı zamanda ruhuma iyi gelen farklı bir öyküyle karşılaştım. Örgü ören başrol erkek modeli. Aynı zamanda sanata önem veren bir katil! Kaleminize sağlık. Başarılar diliyorum. 🙂

  3. Öyküyü okudukça eleştirimi yazma gibisinden bir huyum olduğundan maddeler halinde ekleyeceğim buraya sözlerimi; umarım sorun yaratmazlar sana.

    Geçmişte, başka yazarlara yaptığım eleştirilerde, pek bilmediğim halde “dil bilgisi” konusuna ve okuyuşun melodisine fazlaca takıntılıydım ve kendi iç sesimdeki ritmi yazarda ve başkalarında beklemenin “pek de iyi” olmadığı sonucuna vardım. Bu yüzden, o alanda gördüklerimi belirtmeyeceğim.
    Sadece, şunu eklemeliyim ki iç sesle ilerleyen öyküleri çok severim. O tarz eserlerde düşü puslandırmamak ve gereksiz duygulara boğmamak çok zordur. Ve, “yaşananlar bana değil, dışarıdaki bir varlığa oluyor” hissiyatından kaçındırmak… Okuyucu empati kuramazsa ve öykünün içine dahil olamazsa, genelde, başarısız bir öykü oluşur. Sende bu yok 🙂

    Yukarıdaki arkadaşın yorumunu okuduktan sonra öyküne başlamamın etkisi midir bilemem ama başlangıçtaki “benim eserim” anlatımını, Frankenstein’in malum filmlerindeki “deli ve güçlü doktor”temasıyla ve “söylediğinden daha fazlası var orada. yazar henüz belirtmedi. Evet. Böyle olmalı, tüm gücü o gölgelerdeki gizlerden geliyor olmalı” iç sesiyle değerlendirip heyecanlandım 🙂 Çok hoş.

    Karakterin “dinlenmeye vaktim yok” dedikten sonra bir bara girişini “avlanma” olarak yorumladım nedense. O bağlamda mı eklendi bilmiyorum o kısım fakat… Bakalım 🙂 Umarım bir tutarsızlık yoktur ve bara girişinin işiyle ilgili bir amacı vardır karakterde.

    Aksiyon sahnelerinin “düzgünce” betimlendiğine pek şahit olmam. Yaşlı gibi görünen adamla ana karakterimizin yaşadığı o kısa dövüş çok hoş verilmişti. Yine de, bir referans olması için ekleme ihtiyacı hissettim: Gördüğüm en iyi dövüş betimlemeleri Zaman Çarkı Serisi’ne aittir. Orada, dövüşün içindeki birisinin zihnindeki akışkanlıkla ve şiirsellikle anlatılır her şey. Senden bambaşka bir tekniği kullanıyor olsa da çıktığınız yer aynı. Akışkan… Gereksiz yere “vuruş açısı” betimlemeleriyle kirlenmemiş mesela.

    İmla hatalarına değinmeyeceğimi söylemiştim ama şunu özellikle vurgulamak istedim:
    “başladı.Uzun boyluydu bir adamdı. ” İlk noktadan sonra boşluk eklenmemiş gibi görünüyor ve “boylu bir adamdı” şeklinde yazılması gerekiyormuş gibi geldi bana.

    “Kimsin sen? Beni buraya neden getirdin? Bu insanlar kim?” dedi. Sesi yorgundu.
    Elbette bu bir anlatım tercihidir, her yazar farklı bir şeyi tercih edebilir ama belirtmek istediğim bir şey var bu noktada.
    Bana öyle geliyor ki yorgun bir karakterin o pozisyondayken ardı ardına bu cümleleri kurması pek… Olası değil gibi. Arada yutkunması, ana karakterimizin “cevap vermedim” demesi gerekirmiş gibi…

    “Seni hasta orospu çocuğu! Burada kadınlar, çocuklar, hatta bebekler var!”
    Mesela, burada da benzer bir hisse kapıldım. O zor ve bitap durumda gerçekten bulunan birisinden ziyade, bir opera oyunundaki mizansende söylenebilecek bir şeymiş gibi… Olayın atmosferinin verilmesinden çok, cümlede bahsi geçen şeylerin vurgulanması önemliymiş gibi…

    “Hiç birinde ne bir kurşun izi vardı ne de bıçak. Vücutlarında asla iz olmamalı, her şey mükemmel olmalıydı.”
    Şey… Pek emin değilim ama sanırım karakter “boğma teli” benzeri bir şey kullanmıştı başlangıçta. O tarz şeylerin boğazda iz bırakacağını düşünüyorum :/

    Bir seri katil öyküsü okumayalı uzun zaman oldu. Karakteri çok estetik bir şekilde vermişsin, tebrik ederim. İç sesi, atmosferi, hisleri… Her şey yerli yerindeydi. Hatta,kadını hafifçe aşağılaması bile…
    Özellikle, kurbanının bir isim sayıklaması ve bu ismin karşılık geldiği varlığın seri katilimizin umurunda olmayacağı için öyküde bir addan öteye varlık taşımaması…

    Ama, belirtmek isterim ki, tüm bu iyiliklere rağmen diyalogları biraz… Yetersiz ve yapmacık buldum :/ Aynı sorun bende de var. Gerçekçi yazamıyorum ve ifadeler birazcık “klişe”ye kaçıyor. Nasıl aşılabileceğinden emin değilim.
    Ama, şunu biliyorum, aşılamasa bile öykünün gücüne katılabilir bu özellik. “deprem” temalı seçkiye yazdığım öyküde öyle bir tekniği denemiştim. Başarı oldum mu bilemiyorum elbette:) Hiç yorum almamıştı.

    Güzel öykü, güzel atmosfer. Tebrikler!

    1. Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim 🙂 Öncelikle öykümdeki bazı kısımları çok değerli eserlerden noktalara benzetmeniz çok hoş. Öyküyü kontrol ederken birkaç yazım yanlışını gözden kaçırmışım. “Sesi yorgundu.” kısmında dedikleriniz doğru. Karakterin biraz duraksaması çok daha güzel olurmuş. Sanırım biraz fazla gaza gelmişim 🙂 Diyalog konusunda sıkıntılar yaşıyorum. Ya duyguları tam veremiyorum ya da da çok klişe oluyor. Ama öykü yazmada daha çok yeniyim. Zamanla bazı sorunları aşacağım inşallah. Tekrar teşekkürler. Yeni öykülerde yeni diyarlarda görüşmek dileğiyle 🙂

  4. Merhabalar,

    Kendini soluksuz okutan oykulerden biri olmuş. Uzunluk ve ayrintilarin verilisi de ideal. Sadece “kafamla selam verip” yerine “başimla..” diyebilirdiniz gibi geldi. Elinize sağlik 🙂

    Sevgiler

  5. Gerçekten beklemediğim bir sondu. Hikayenin daha çok “erkekler de örgü örer ve en iyisini yapar” tarzı bir mesajla sonlanacağını düşünmüştüm. O yüzden şaşırtıcı ve etkileyici geldi bana. Gizem, gerilim tarzından hoşlanan biri olarak hoşuma gitti.

  6. Uzun zamandır öykü okumamıştım başlangıç için çok güzeldi. Kaleminize sağlık.

Tugay Çalışkan için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *