“1 haftalık kaçamağın bu kadar iyi geleceÄŸini bilseydim çok daha önceden iÅŸlerimi bitirmiÅŸ gibi yapardım.”
Harika plajlar da yüzmek, antik kent gezileri, müzeler, yemekler ve şaraplar. Tatil öncesi bu ülke hakkında fazlasıyla az şey biliyordu ama ayrılırken çok üzülmüştü. Önceki gün tatilden döneli 2 hafta olmasına rağmen ilk günkü gibi zinde hissediyordu. Ne kadar akşamdan kalma olursa olsun sabahları çok rahat uyanıyor, işe hiç geç kalmıyor ki bu bütün iş arkadaşlarının aralarında onun büyü yaptırdığını iddia ettikleri dedikoduyu destekliyordu, yeni özellikleri ile herkesin hatta kendisinin bile sinirlerinin bozulmasına sebep oluyordu. Kız arkadaşı onsuz gittiği bu tatilden bu kadar memnun kalmasına içerlediğini belli eden birçok cümle kurmuştu ama yatak odalarında ki muazzam değişim bu durumun önüne geçmiş gibi görünüyordu.
-Doğru söylüyorsun değil mi?
-Hayır hepsi yalan, mistik seks kurslarına gittim, doğu felsefesini öğrendim.
-Yalan söylüyorsun
-Beni yakaladın
-Ben de oraya tatile gideceÄŸim
-Dikkat et senide yakalayıp mistik seks tarikatlarına almasınlar
-Kahve ister misin yalancı
-Ben iyiyim aşkım sen iç
-Bın ıyıyım ışkım sın ıç
Tatilde satın aldığı turkuaz renkli Efes harabeleri t-shirt ünü üstüne geçirdi ve apartmandan aÅŸağıya inmeye baÅŸladı. Artık iÅŸe metro ile gitmiyordu “3 durak için metroya ne gerek var hem hep demez miydim iÅŸe bisikletle gidebilsem ne güzel olur diye? ” Bugünkü ÅŸarkı listesi hazırdı baÅŸlangıç Stone Temle Pilots’dan Atlanta idi. Bisikletine bindi, metroda boÅŸlukta amaçsız kalmış gibi görünen insanlar yerine, sabah koÅŸusundaki insanlar arasında güne baÅŸlamanın faydaları hakkında düşünürken bunu düşünmemenin ve kendini sabah rüzgarına bırakmanın bisiklet yolculuÄŸunun beklenmedik yaralarından birisi olduÄŸunu idrak etti. Herkes ten hızlı koÅŸan ve kendisine doÄŸru yaklaÅŸan o adamı fark ettiÄŸinde iÅŸ yerine varmak üzereydi. KoÅŸarak beni geçebilir mi diye düşünürken adam yaklaÅŸtı yaklaÅŸtı ve…
–Hey bisikletin ne güzelmiÅŸ.
-“Beni kız sanmış olamaz dimi? KonuÅŸmaya böyle baÅŸlarsan ÅŸansın çok azalır dostum .”Kullanmak ister misin?
–KoÅŸmayı tercih ederim.
-Bisikletin hızına yetişebilmenden anlaşılıyor
Gerçekten de koşma şeklinde tanımlayamadığı bir farklılık vardı. Koşarken o kadar rahat gözüküyordu ki Jim bisikletin hızını azaltması gerektiğini hissetmemişti. Birazdan 105. caddeye dönecek ve 500 metre sonrada iş yerinde olacaktı. Konuşmanın daha kısa sürmesini umarak hızını azaltmamaya karar verdi.
–Uzun yıllardır en iyi yaptığım ÅŸey koÅŸmak, ama sohbet ederken oturmayı tercih ederim.
-Seni tanıyor muyum, ne yazık ki ben de tanıştığım insanları unutma konusunda çok iyiyimdir.
–Tatilde aldığın ÅŸarapları iç unutma sorunun azalır.
Küçük bir sessizlikten sonra aniden bisikleti durdurdu, arkasından korna sesi gelmesini beklemek eski bir alışkanlıktı. Tatilde o dağın tepesindeki ilginç ve şirin köydeki ara sokakta tamamen şans eseri bulduğu şarap dükkanını ve içerdeki satıcıyı hatırladı. Köyün ismi de şirin ile alakalı bir şeydi.
–Ä°ÅŸinize olan tutkunuz hayranlık verici ancak müşteri memnuniyeti testlerinizi daha zahmetsiz ÅŸekillerde de yapabilirsiniz.
–Biz ona gezmeyi ve bir ÅŸeyleri kovalamayı seviyoruz diyelim. Bu kovalamacayı bitirip biraz sohbet edebilir miyiz? Size anlatmak istediÄŸim bazı ÅŸeyler var.
–Peki, fakat ÅŸu an iÅŸe gitmem gerekiyor öğlen 1 de 50 metre geride kalan bar da buluÅŸalım.
-Barın ismi neydi?
-Atlas & Hercules Bar
-Şimdiden bu şehirdeki favori barım oldu.
* * *
Jim reklamcıydı ve çok inandırıcı bir şekilde saçmalayabilme özelliğine sahipti ama sabah karşılaştığı adamı kendisi uydurmuş olamazdı. Öğlene kadar üstüne kafa yorması gereken ürünlere kafa yoruyormuş gibi yapıp adamın kendisinden ne isteyebileceği hakkında umutsuz düşüncelere daldı. Bir ara gerçekten büyü yaptırdım da haberim mi yok diye düşünürken arkadaşlarının yemeğe çağırmasıyla öğle arasının geldiğini fark etti. Kimseye sabah yaşadığı anlamsız hikayeden bahsetmemişti. Barın kapısından girdiğinde sabahki adamı barın sahibi Steve ile konuşurken buldu. Steve i yıllardır tanırdı ve Steve sadece bar da oturacak yer bulunamadığı zamanlar bu kadar neşeli olurdu. Steve Jim’i gördü ve
–Hey Jimmy! Gel de arkadaşım Bolt la tanış. Yarışta Usain Bolt u geçebileceÄŸini iddia ediyor.
-Biz sabah sporunda tanıştık, yarışı kazanırsa çok da şaşıracağımı sanmıyorum.
-Aranızda Bolt’u tanıyan varsa antremanlara başlıyorum.
Steve içinde karşı tarafa küçük şiddet kırıntıları da içeren ünlü kahkahasını attı ve iki bira doldurup masaya bıraktı.
–Sen spor yapar mıydın Jimmy. Biranı light la deÄŸiÅŸtireyim mi ha? Sen de spor yapmaya baÅŸladıysan sıra bana mı geldi yani? O lanet olası gün sonunda geldi mi? Size patates getireyim, 2 sporcu arkadaşım yiyemeyecek kadar korkaksa ben yerim ha ne dersiniz…
Steve ardı ardına yağan yağmur damlaları gibi gelen sorularını sormaya başladığında, şemsiyenize sarılmanızın gerekliliğini barın bütün müdavimleri bilirdi. Steve çoğunlukla da sorularının cevabını beklemeden oradan ayrılırdı.
–Evet napıyoruz. Memnuniyet testimi yoksa karakter analizimi? Karadutlu ÅŸarap seviyorum yani doÄŸa insanıyım ve özgürlüğüme düşkünüm falan…
–Benimle sohbet etmek bu kadar mı sıkıcı? Bira da mı seni mutlu etmedi? Tamam bende ÅŸuan güzel bir ÅŸarabı tercih ederdim ama bazen zaman ve mekana uymakta keyifli oluyor.
-O zaman bu binlerce kilometrelik mekan değişiminin sebeplerini açıklayarak konuya girebilirsin.
* * *
-Hey hey bir dakika, konunun en başına dönelim. Bu mitolojik saçmalıklara inanmamı beklemiyorsun değil mi?
-Yüce Zeus! Büyük tanrı! Yıldırımların tanrısı! Bu zavallı ölümlüye gücünü göster!
Kime göre uzun kime göre kısa olduğu belli olmayan, Einstein’ın rölativitesinin bile açıklayamayacağı bir belirsizlikten sonra
– Duymadı galiba bir de sen kendi tanrınla dene bakalım, o gücünü gösterecek mi?
Jim hiçbir zaman dindar biri olmamıştı ancak insanların hayatlarında oluÅŸabilecek deÄŸiÅŸikliklere karşı koydukları direnç onu birden tanrısının varlığını savunan biri haline getirmiÅŸti. “Yoksa bu misyonerlerin yeni oyunlarından birisimi? Kabul etmeliyim ki yaratıcılar”.
-Bana toynaklarını gösterdiğin andan itibaren senin tanrın 1-0 öne geçmişti zaten.
-Tanrıların savaşını sizin tanrınız kazanalı çok uzun zaman oldu, bizimki ise bir oyuncağa dönüştü.
-Bahsettiğin içecek hiç te oyuncak gibi durmuyor.
-En başa dönüyorum o zaman. Sen gayet masumane bir şekilde mahzene girdin ve şarap almak istedin. Şaraplardan tattın ve seçimini yaptın. Bu karşında duran yarım akıllı satir ise şarapları karıştırıp sana yanlış şişeyi verdi. Verdiği şişede ise insanların bugüne kadar hiç bilmediği ve bizim ırkımız tarafından çok uzun yıllardır saklanan ambrosia vardı. Sen şarabını aldın ülkene döndün ve ambrosianın nimetlerinden yararlanmaya başladın.
-Bir dakika satir dediÄŸin kiÅŸi sen mi oluyorsun?
-Aynen öyle yarı insan yarı keçi… Hiç mi duymadın? Evet eski tasvirlerimizden biraz uzaklaştık artık kulaklarımız o kadar sivri değil, boynuzlarımız yok, 2 bacaklıyız ama belden altımız hala keçi. Hala kıllıyız ve hayattan aldığımız zevklerde bir değişiklik yok.
-Sizin varlığınızdan haberdar olan tek insan ben miyim yani ?
-Buna inanmayacak kadar akıllı bir insana benziyorsun.
Jim’in kafası konu aydınlandıkça daha çok karışıyordu. Son zamanlardaki fiziksel değişimlerinin kendisi de farkındaydı zaten ama şu an bunların sorumlusu olarak şüphelendiği şey ambrosia değil uyuşturucu olmaya başlamıştı. Bir şeylerin içine karıştırılıp kendisine uyuşturucu verilmiş olması ve tüm bunların halüsinasyon olması, şu an karşısında gördüğü ve gerçek mi yoksa hayal mi olduğuna karar veremediği toynaklı arkadaşının anlattığı ambrosia hikayesinden daha olası gözüküyordu.
–Bu ambrosia ne iÅŸe yarar ?
-Tanrıların içeceği. Çeşit çeşit nektarın birleşimi balımsı bir madde. İçene ölümsüzlük verir ama bir kere içmekle olacak bir şey deil bu.
-Ölümsüzlük ?
-Senin içtiğin ambrosia şarabın içine çok az miktarda karıştırılmış ve seyreltilmiş halde. Muhtemelen sendeki farklılıklar sağlık ve cinsellik le alakalı değil mi? Hadi hadi bir teşekkürü hak ettim ama. Kendi ırkım bana karşı bari insan ırkından güzel sözler duyayım.
-İnsanlar nadiren güzel şeyler söyler. Söylediklerinde de çoğunlukla karşılanması gereken beklentileri vardır.
-İnsan üstüne felsefe ha. Kusura bakma ama beni etkileyebileceğin en son konu felsefe.
Biralarından büyük bir yudum alıp muhabbete biraz ara verdiler. Jim hala şu an yaşadığı durumun gerçekliğini sorguluyordu. Sonunda Steve i yanlarına çağırmaya karar verdi ve satire bunu söyledi ancak satir onu durdurdu.
–Bunu lütfen baÅŸkalarına söyleme. Biz insanlardan saklı yaÅŸamak zorundayız. Ölümsüz olduÄŸumuz için devamlı aynı yerde kalamıyoruz. Asırlardır dünyada belirlediÄŸimiz belli yerlerimiz var ve o bölgelerde yer deÄŸiÅŸtirip duruyoruz.
-Madem saklı kalmak istiyorsunuz, başkalarına sizin hakkınızda konuşmamdan korkuyorsunuz neden gelip beni buldunuz. Benim bu bahsettiğin ambrosia dan haberimin olmasını beklemiyordunuz değil mi?
–Bunu riske atamazdık. Ambrosia dan ve bizden haberdar olan ve tahmin edersin ki ele geçirmek isteyen bir grup insan var.
Jim öldürülmesinin en kestirme yol olabileceğini o an fark etti ancak karşı tarafın böyle bir niyeti varmış gibi durmuyordu. Hatta kendini tanımladığı şekilde söylemek gerekirse karşısında oturan satire kanı bile ısınmıştı.
-Bir ismin vardır herhalde. Hepinizin ismi satir olamaz.
-Şimdilik ismimi sen koysan nasıl olur? Aklında bana uygun bir şeyler vardır.
-Benim yerime Steve bu işi çok iyi başarmış. Bence barmeni dinlemeliyiz.
-Hey Steve. Arkadaşım Jim ve ben Bolt a 2 bira! Enerji almadan koşmamı nasıl bekliyorsun!
* * *
Türkiye ye tekrar gelebilirim diye düşünmüştü ancak bu kadar kısa sürede olmasını beklemiyordu. Uçaktayken aklında tanıdığı herkese söylemek zorunda kaldığı çeşit çeşit yalan vardı. İş yerine hasta olduğunu söylemişti. İş arkadaşlarının bu yalanı yemeyeceğini biliyordu ama şu an en son dert ettiği yalan buydu. Kız arkadaşına ve diğer arkadaşlarına annesinin rahatsızlandığını söylemişti. Kimse annesini tanımıyordu ancak yine de riskli bir yalandı.
Yolculuklarının sonraki durağı her şeyin başladığı o köydü. Yürüyerek tepede kalan bir motele çıktılar. Köye geri gelme sebebi Bolt’un burada daha güvende olacaklarını ve bundan dolayı ne yapacaklarına karar vermeden önceki birkaç günü burada geçirmelerini teklif etmesiydi.
–Satirleri daha yakından tanımam için beni buralara kadar getirmen mi gerekiyordu? Ya da şöyle sorayım, satirleri yakından tanımam mı gerekiyor? Yoksa bu ambrosia beni de mi satir yapacak?
-Satir olmanın birçok iyi yanı var ancak toynaklarımızı saklamak için harcanan çaba bunlardan birisi değil. Bak seni kimle tanıştıracağım. Yıllardır toynaklarımızı insanlardan saklamak için bize özel ayakkabılar üreten başka bir satir. Tabi ki göze çarpmamak için insanlara da ayakkabı tamirciliği yapıyor.
Jim’in yaşadığı bu kadar gariplikten sonra isteyeceği ilk şey ayakkabı tasarımcısı bir satirle tanışmak değildi ama yaşayacağı bu olağan dışı hatıraların reklam işindeki yaratıcılığına büyük bir ivme kazandıracağına emindi. Tabi ülkesine dönebilirse ve tabi ruhsal sağlığı çalışmasına el verirse. Ayakkabıcı satir Jim’e bakmak için zar zor döndü.
-Ayakkabında bir problem var mı hemen elden geçireyim.
-Bana sağlam gözüküyor.
-Bana ise 4 tane gözüküyor. İnsanın sarhoşken her şeyi çift görmesi ne kadar kötü. Sarhoş olmanın amacı bir şeyleri unutmak görmezden gelmek değil mi? Zaten olanı iki ile çarpmak büyük haksızlık. Her neyse sen şu ambrosia kurbanı insan olmalısın. Gel seninle arka bahçeye geçelim orada harika bir sofra bizi bekliyor.
* * *
-Hayatının geri kalanını burada geçirmek ister miydin Jim. Bağcılık yapıp, üzüm toplayıp şarap yapabilir ya da yıllardır yapmak istediğin şeyi yapar müzikle uğraşırdın.
Sofra çok güzel gözüküyordu, manzara atmosfer insanı buraya bağlayabilirdi ama Jim bunun dostça bir konuşmamı yoksa reddetme şansının olmadığı bir teklif mi olduğu konusunda emin değildi. Ayrıca müzikle uğraştığımı nereden anladı ki?
-Yok yok ben büyücü değilim öyle tedirgin olma. Burada yiyip içip muhabbet etmek için varız. Sağ elin seni ele veriyor. Tırnakların.
-Mezelerin içinde de ambrosia var mı yoksa sadece şaraplara mı katıyorsunuz ?
-Aslında ben hiçbir şey katmadan içmeyi seviyorum ama öyle içebilmek için devamlı üretmek gerekiyor. Kolay değil hazırlaması.
Jim bir süre sessiz kalmayı tercih etti. Karşısında oturan ve ismini bilmediği ayakkabıcı adam ise bu süre boyunca onu izledi. Dükkanın içindeki adam ile sofrada karşısında oturan adam aynı kişi değildi ve bunu kapıdan geçip arka bahçeye adımını attığı andan itibaren Jim den saklamadı.
-Jim seninle net konuşmak istiyorum. Ben ayakkabıcı değilim. Ben Dionysos’um, ayakkabıcılık yapan Dionysos.
-Dionysos mu? Şu tanrı olan mı? Zeus’un oğlu olan.
-Ta kendisi. Koca Zeus’un sayısını bilemediğim oğullarından biri. Mitoloji ile ilgilendiğini bilmiyordum.
-Bolt ile tanışana kadar ilgilenmiyordum. Uçakta biraz okudum. Buna inanmamı beklemiyorsun değil mi? Mitolojik bir tanrıyla oturup içtiğime mi inanmalıyım?
Bolt kapıdan içeri girdi toynakları ve kıllı vücudunu ortaya çıkarmıştı. Bir sandalye çekti oturdu ve Jim’e döndü.
-Bir satir olarak sana şunu söyleyebilirim. Eğer bir içki masasındaysan ve yanına bir mitolojik tanrı istiyorsan o kişi kesinlikle Dionysos olmalı.
Dionysos şarabını yudumladı ve Jim’e dönerek konuşmaya başladı.
-Korkmanı gerektirecek bir şey yok. Ambrosia seni mutlu eder aynı şarap gibi, aynı müzik, tatil gibi ve bunun yanında da sağlık verir. Seni bundan mahrum bırakmayacak ve taze şaraplarımızla seni evine geri götüreceğiz fakat hepsinden önce bizi anlaman ve güvenmen lazım.
* * *
-Ben yıllardır satirlerle birlikte yaşıyorum, onlarla dünyayı geziyor ve bağcılık yaparak mutlu oluyorum. Ben şarabın ve eğlencenin tutkunun tanrısıyım. Tanrı dediğime bakma artık bu kelimenin hiçbir manası yok. Sokaklarda gördüğün şarapçılarda benim en şık restorantlardaki ellerinde kadehlerle dolaşan iş adamları da. Ben sarhoş olmuş, sinirleri uyuşmuş, dünyayı düşünmeye, dert etmeye ara vermiş herkesim. Sarhoşken insanlar birbirine yaklaşır, o gereksiz duvarlar kalkar. Satirlerin hayatı da böyledir. Zevk peşinde yaşarlar , dert etmezler. Ancak dert edeceğimiz tek bir şey var şu an o da ambrosia‘nın insanların eline geçmesi. İnsanlar ölümsüzlüğe hazır değiller, hiçbir zaman da olmayacaklar. Doğum ve ölüm kuralı dünyayı ayakta tutan denge. Seni hapsedecek veya zarar verecek değiliz ancak bu içeceği kimse bilmemeli. Bu denge bozulursa sonuçta daha çok insan yaşamayacak. Çok daha az ancak çok daha güçlü insan yaşayacak.
Geri dönmek için yola çıkmadan önce satir Bolt ve Dionysos Jim’i yolcu ediyorlardı. Jim Bolt ile vedalaştı ve tekrar Steve’in barında içmeye davet etti.
-Geleceğim. Steve’e de sözüm var zaten.
-Hey Dionysos tanısan Steve’i sende çok seversin.
-Ben Steve’i zaten çok seviyorum. HA HA HA HA HA HA.
Steve’in gülüşünün aynısıydı. Tıpatıp aynısı.
-Unuttun mu Jim. SarhoÅŸ olmuÅŸ herkes benim.