Sultan Murad devrinde adına Topal derler bir Recep Paşa vardı. Başı dara düşüp, yüreği sıkıştı mı, veyahut çıkarı menfaati tutuştu mu Padişahı zor durumda bırakmak için isyancıları destekler ve hatta yeniçerileri kanatlarının altına alır, öyle anlarda kendine mi güvenir yoksa sırtını yasladığı Tapınakçı mel’unlarına mı bilinmez “Padişahım, abdest aldın mı?” sualini soracak kadar ileri giderdi. Gün olur devran döner, Sultan Murad, “Hünkar olan ben değil miyim?” diyerek validesinin gölgesi altında kalmaya artık tahammül edemez, sadece yeniçerileri değil tüm cihanı kanatlarının altına alma gayesiyle kılıcını çekerek asilerin üstüne gider, onların isteklerini yerine getirmez, Topal’a da “Bre kafir abdest al” diye nida eder lakin abdest almasına fırsat vermeden en cevval cellatlarına kaş göz ederek paşayı oracıkta boğdurur. Yine de hıncını alamaz, isyancıları tepelemeden bana uykular haram diyerek iki adamın güç bela taşıdığı topuzunu sımsıkı tutar ve bozguncuların karşısına çıkarak uğursuz kellelerine vurmaya başlar ve hepsini karpuz gibi ikiye ayırıverir.
Lakin bu olayın evvelinde Topal Paşa sanki ölümünün yaklaştığını ve ecel şerbetini içeceğini hissetmiş gibi Tapınakçıları son ziyaret edişinde, başına bir fenalık gelirse diye onlardan tılsımat hazırlamalarını ister ve bu uğurda da birçok biçarenin kurban edilmesine neden olur. İnsanların katledildiği yer ise Kostantiniyye zamanında cadı olduğuna inanılan kadınların tanrılara kurban olarak sunulduğu, Aleister Bataklığıdır. Binlerce yıldır süren gelenek Hristiyanlık inancının kabul edilmesinden sonra tapınakçılar tarafından gizli saklı da olsa devam ettirilmiş, düşman olarak gördüklerine çeşitli tuzaklar kurmak için büyü ve tılsımat işinden vazgeçmemişler. Tapınağın üstadı katledilen insanları sakince izler, ritüel tamamlandıktan sonra bataklığa akan kanların yanına giderek elinde tuttuğu keseyi bataklığın kanlı çamurlarına daldırıp bir müddet tutar ve daha sonra onu çıkartarak Topal Paşa’ ya emanet eder. Türlü zalimlikler ve dahi fenalıklar ile hazırlanan üstünde uzun ve cılız kara kuru bir adamın suretinin bulunduğu tılsımatı oğluna vererek, ola ki Sultan canına kıyarsa intikamını almasını tembihler ve bunu yaparken de mutlaka bataklıkta olmasını ister. Babasını çok seven çocuk ise o öldürüldükten sonra gece gündüz ağlar, gözyaşları tükenince de babasının verdiği tılsımatı alır ve kana kan isterim deyip, bir gece vakti Aleister Bataklığına giderek, cesetlerin arasından geçerek kendisini güç bela bataklığın içine bırakır ve Sultan Murad’a acı çektirmek için ettiği yeminle tılsımatı boynuna geçirir.
Amma velakin o tılsımat öylesine zalim, öylesine fenalıklarla doludur ki öncelikle çocuğu ziyan eder; zavallının dilini lal, gözlerini kör eyler. Lakin dilini ve gözlerini alan tılsımat Topalzade’nin boyunu istediği gibi uzatıp kısaltabilmesine, kollarını ağaç dalları gibi salabilmesine, etrafında olan biteni hissetmesine ve dahi yaklaştığı kişilerin gözlerine kısa süreli perde indirmesine vesile olmaktadır.
Böylesine habis mahluka dönüşen çocuk, Sultan Murad’ın ilk göz ağrısı olan Şehzade Süleyman’a musallat olur. Onun dairesinden içeri bir not ile birlikte oyuncak bir kılıç bırakır ve o notta kendisinin bir melek (hatta en kurtarıcından) olduğunu iddia eder ve her gece sarayın belli başlı yerlerine notlar ile birlikte türlü oyuncaklar bırakacağını, lakin onları nereye bırakacağının ipuçlarını da vereceğinden bahsederek acayip ve garaip oyunlar oynardı. Melek olduğunu düşündüğü mahlûkun olan biteni kimseye anlatmamasını tembihlediği notların büyüsüne kapılan Şehzade ise geceleri uyuyamamaya, ciğerlerini ortaya dökecek kadar şiddetli öksürük nöbetlerine tutulmaya başlar. Sabah olduğunda ise yorgunluktan tek adım atamaz hâlde olur, ağzına bir lokma dahi koymaz, gün içinde geçmek bilmeyen baş dönmeleriyle validesini perişan ederdi. Böyle geçen yedi gece ve gündüzün sonunda, Şehzade’ye illet gibi yapışan mahluk son notu yarın bırakacağını söyler. Şehzade son notu da bulur, içinde yazanları heyecanla okur, sonunda o melek ile tanışacağını ve mükâfat olarak babasından sonra cihanın en güçlü, en cevval padişahı olacağının müjdesini alır. Habis mahluk sayesinde kilitli kapıların ardından geçen Şehzade dışarıda kendisini genç, temiz yüzlü, gülümseyen birinin beklediğini düşünürken beyzadeler gibi kıyafet kuşanmış, ağzı gözü olmayan, hareket etmeden kendisine bakan korkunç suratlı, kolları ve bacakları incecik bir mahluk görür. Gözlerinin git gide bulanık görmesinin etkisiyle canı ağzına gelen Şehzade, medet ya medet dahi diyemeden mahlukun kendisine doğru uzanan kolları tarafından kıskıvrak sarıp sarmalanır. Sonraki günler ne yapılırsa yapılsın, nerede aranılırsa aranılsın Şehzade’nin ne ölüsünden ne de dirisinden haber alınamaz.
Merhaba,
Cümlelerin hatırı sayılır bir kısmı çok uzun. Böyle cümleleri anlatım bozukluğu yapmadan yazmanızı takdir ediyorum, ama bazılarını bölerseniz okumak biraz daha kolaylaşır.
Yazı sırasıyla bir geçmiş, bir de geniş zamanda anlatılıyor. Tek bir zaman kipi kullanmalısınız.
Ben öykülerde, günümüzde kullanılmayan -özellikle Arapça kökenli- sözcüklerin kullanılmasına prensip olarak karşıyım, ama anlattığınız öyküye (ya da masal mı demeliydim?) yakışmış.
Paragraflar da çok uzun olmuş. Sayfa boyutunda uzun paragraflar okurun gözünü korkutur, bu yüzden bölmeniz daha iyi olur.
Merhaba,
Değerli görüşleriniz ve önerileriniz için çok teşekkür ederim, dikkate alacağım.
Gelecek ay görüşmek üzere.
Selamlar.