Uyandığında, kendini kocaman bir duvarın üzerinde buldu. Ne olduğunu anlamadan, öylece kocaman bir taş duvar üzerinde dineliyordu. Etrafına bakındı, buraya nasıl gelmişti, ne arıyordu, bu konularda hiçbir bilgisi yoktu. Gözünün görebildiği yerlere kadar çevresini taradı, kimsecikler yoktu. Gözlerini kısıp ilerilere bakınca onlarca duvar silueti gördü. Kimi paralel, kimi birbirini kesecek şekilde uzanıp gidiyorlardı, nereden başladı ve nerede biteceği belli olmadan. Üstelik diğer duvarlar kendi duvarından daha iyi değildi.
Yükseklikse, yeteri kadar yükseklik vardı. Aşağıya bakınca zemini göremiyordu, biraz eğilince başı döndü. Elini uzatsa bulutlara değecek kadar yukarıdaydı. Birden elindekileri fark etti. Sağ elinde kocaman bir çanta bidon vardı. Bidonun kokusunu duydu, gazyağı kokuyordu ve hafif çalkalayınca, ağzına kadar dolu olduğunu anladı. Duvarın üzerinde, ileride, küçük bir meşale yanıyordu. Diğer eline bakınca ağır demir kütleyi fark etti. O zaman elinde en büyüklerinden bir tabanca olduğunu anlamıştı. Hareket edince şakırtılar duydu ve o zaman ayağına bağlanmış kelepçe ve kelepçenin ucundaki döküm küreyi fark etti. Vahşi batıdaki mahkumlar gibi ayağından güle ile bağlanmıştı.
Şaşkınlığı geçince bir nara attı. “Heyt… Neler oluyor” dedi. Kimseden ses seda çıkmayınca önce gırtlağını temizledi bir kere daha bağırdı. “Heyt… Sesimi duyan var mı? Kulağının dibinde bir fısıltı duyunca korktu. “Bağır… Biraz daha yüksek sesle bağır” şaşırmıştı. Hatta korkmuştu. “Ananı… dedi korku dolu bir sesle. Çevresine ellerlindeki şeylere aldırmadan çevresine bakındı. Hiç kimseler yoktu. “Kim var orada” dedi. “Sesini çıkar bağır çağır hatta bildiğin tüm küfürleri et” dedi ses gene. Bu defa iyice korkmuştu yirmili yaşlardaki genç. “tövbe estağfurullah” dedi kendi kendine ardından da bir salavat getirdi. “iyi saatte olsunlara mı karıştık yoksa” sesindeki korku iyice belli olmaya başlamıştı.
“Sen, beni göremezsin ama ben senin kim olduğunu biliyorum” dedi fısıltı ve ardından devam etti. Seni, burada bağırman için var ettim.” Adam utanmıştı ‘yoksa ben erdim de, Tanrı ile mi konuşuyorum’ diye aklından geçirdi. Bir kere daha estağfurullah çekti. “Bak genç adam dedi ses. Ben, amatör bir yazarım, yıllardır buralarda dolaşıyorum ve senin gibi pek çok kişi var ettim. Kiminin köstekli saatine olağan üstü güçler verdim, kimini vampirlere benzetmeye çalıştım. Bazıları, olağanüstü yakışıklıydı bazıları da ucube olacak kadar berbattı. Bazen Neptün’ün yakınında var oldular, uydusunda üs kurmak için bazen de gezegenin derinliklerinde yol aldılar, ucuz ve kestirme bir yol bulmak için. Ortak olan tek noktaysa onca emeğe karşı kimseciklerin onların farkına varmamasıydı. Ve şimdi sıra sende…
“Ne demek şimdi bu?”
“Burada ölsek gitsek kimse farkımıza varmayacak… Ne senin ne de benim. Diğerlerinin, farkımıza varması Burada da birileri var bir şey oluyor diyebilmesi için senin başına bir şeyler gelmeli. O nedenle bağır bağırabildiğin kadar diyorum.”
“Kimsin sen Allahın cezası” nerdesin çık ortaya da kapışalım” “Delinin zoruna bak, birileri senin farkına varacak diye ben yanacağım veya kendimi vuracağım, öyle mi? Öfkeli sesi sonsuz çevrede kayboldu gitti.
“Evet, olacak gibi. Başaracaksın… Sağına bak” Duvarın üzerindeki adam sağına bakınca kocaman bir megafon gördü. “Manyak, ne istiyorsun benden” sesi bu defa oldukça gür çıkmıştı ve uzaklardaki duvarlarda yankılandı. “Oluyor dedi fısıltı, memnundu anlaşılan. Başka naralar dene, hani bilirsin eski zaman Türk filmlerinde olanlar gibi.” Adamın kılığı değişti birden. Gömleği düğmeleri göbeğine kadar çözülmüş mintana dönüştü, elinde kocaman bir tespih, kafasında da kırmızı bir fes vardı ve başladı bağırmaya
“Anamı kesen ben babamı kesen ben.. “İşte o zaman kulaklarının dibinde bir kıkırdama duydu “Olacak… Olacak” diyordu. Bir süre bu böyle devam etti ama uzun bir maniden sonra çevreden hala olumlu tepkiler gelmemişti. Uzaklar ve uzaklardaki diğerleri hala kendi işleri güçlerindeydi. Hala “Ya şurada da bir duvar var, bir bakalım hele orada kimler var, neler oluyor” diyen olmamıştı. Birden ayaklarının dibinde kocaman bir tokmak belirdi. Kafasını kaldırınca da birkaç metre sağında duran kendi boyunda bir davul gördü. Tokmağı aldı ve olabildiğince ritmik vurmaya başladı davula. Ses kulaklarını sağır edecek kadar çok çıkıyordu ama maalesef uzaklarda hala bir tepki dikkat çeken kendisinden yana bir bakış yakalayamamıştı. Kendisini bir anda ıssız adada duran kazazede gibi hissetti. Gemiler ufuk çizgisine yakın geçiyorlardı ama bu küçük adada duran birini fark etmiyorlardı bile.
“O zaman son seçeneği deneyeceğiz” dedi fısıltı, adamın kulağına. Sana ilk verdiklerimi kullanacaksın başka çare yok.” Bu sözleri duyunca duvarın üzerinde dolaşan adamın korkusu arttı. Geniş sayılabilecek duvarın üzerinde volta atmaya başladı. Ayağında bağlı duran gülle ağır gelmeye başladı. Gaz dolu bidon da biraz ilerisindeydi. Bidonun yanında minicik şişeyi işte o zamana görmüştü. Eline aldığında karikatürleri andıran kurukafa resmini gördü. “ne yapmak istediğini anladım ama sen kimsin bari onu söyle dedi.
“Diyelim ki ben senin tanrınım ve başka çare kalmayınca senin ölmeni istiyorum” O zaman adamdan korku dolu çığlık duyuldu. “Peki, neden ben, senin o geniş hafızandaki bir başkası olamaz mıydı? Mesela güzellikleri dillere destan mankenlerden biri olabilirdi. Onu buraya getirdin mi, bir de dans ettirerek soydun mu eminim o bahsettiğin tüm diğerlerinin haberi olurdu. Hatta gözlerini buradan alamazlardı.”
“Sen öyle zannet dedi ses. Diğerleri o söylediklerine çok daha rahat ulaşabilirler.
“ O zaman sesiyle herkesi büyüleyen bir şarkıcı getirtemez miydin? Düşünsene yüksek oktavlı, billur gibi bir ses, tüm değerlerinin kalplerini fethederdi? Seçenekler iyiydi ama ses ikna olmamış gibiydi. “Seni var ettiğimde aklımda olanı yapacağım. Başka çare yok”
“Allahım neden ben” dedi bu defa hıçkırtıyordu adam. Birkaç saniye sonra tekrar sordu. “Acı çekecek miyim?”
“A bu konuda söz verebilirim, acı olmayacak ve garantili bir şekilde olacak” Kendisini bekleyen sondan kaçamayacağını anlayan genç adam, boynundan çıkardığı ilmeği tekrar taktı, diğer ucunu da duvarda duran kancaya sağlamca bağladı. Düşüşünü hızlandıracak prangayı ayağına geçirdi. Hareketleri ağır ve tevekkül doluydu. Biraz ötesindeki, kurukafa resmi olan küçük şişeyi ağzına dikti ve bir nefeste içti. Biraz ötede duran ağır bidonu kaldırdı. Üzerine dökülen sıvıdan yayılan koku çevreyi sarmıştı. Hala yanmakta olan meşaleye yöneldi. Anlaşılan, ses işini iyice garantiye almıştı. Gelişmeler hoşuna gittiği için özellikle de bu son durumun, diğerlerinin illaki dikkatini çekeceği için memnundu ve kendince bir centilmenlik yaparak,
“Son bir dileğin var mı” dedi. Genç adam sağ elinde yanmakta olan alevlere baktı ve “İçlerinde en korkuncu hangisiyse, senin yazarında sana aynısını tattırsın” dedi. Sesi köpürmekte olan ağzında zorlukla çıkıyordu. Ses alevler içinde duvardan aşağı düşmekte olan genç adama baktı. Bu defa başaracak mıyım acaba diye düşünüyordu.
“Sence Kundaklama mı bu” dedi yanan evin enkazı arasında dolanan itfaiye şefi. Daha genç olan beyaz önlüklü kişi, yer yer iskelete dönmüş, yanık cesede yaklaştı. İntihara benziyor, hatta delilik bile diyebiliriz” dedi cesedin ayaklarındaki prangayı göstererek. Bir adım sonrasındaysa ayakkabıları küçük bir şişeye çarptı. Şişenin üzerindeki, kuvvetli zehir olduğunu belirten, etiketin bir kısmı yanmıştı. “Zaten komşuları bunalımlı biri olduğunu söylemişti” dedi. Zavallının genç oğlu birkaç ay önce kale duvarlarından düşerek ölmüş.” Masanın üzerinde eskilerden kalma olduğu yanık halinden bile belli olan bir bilgisayar vardı. Yanmış kararmış ekrana baktı bir süre doktor. “Acaba son yazdıkları neydi” dedi. İtfaiye şefi gülümsedi “Ne olacak bir sürü zırvadır” Birlikte dumanları hala tüten tek katlı evden dışarı çıktılar.
- Mürşit - 1 Eylül 2024
- Sarm’ın Sonu - 1 Temmuz 2024
- Maratondan Kopmamak - 23 Mayıs 2024
- Küpe Bağları - 1 Şubat 2024
- Garip Bir Rüya - 1 Kasım 2023