Öykü

Şiddet Herkese Komik Gelir

Yer yer çatlamış hafif nemli toprağın üzerinde, kolları yana açılmış, doğum yapar vaziyette yatıyordu. Gerçekten doğum yapacakmışçasına çıplaktı, sırtında toprağın ıslak serinliğini hissediyordu. El ve ayak bilekleri, yanlarına çakılmış demir kazıklara bağlıydılar. Kara bulutlar, yeryüzüne aitmişçesine alçalmıştı ve bu alçaklık altında yaşayan her şeyin rengini soğuruyor, insanlardan gri terler dökerek boğuyordu. Tüm nesneler ışıksız koyu suda… Bacak arasındaki leş kargaları, avuca saplanan kazmayla ve kadının acıya karşı aynı anda kafa sesi çıkararak çığlık atmasıyla havalandı. Kadının bayıldığını anlamışlar gibi tekrar bacak arasına girdiler ve parçalanmış uçkuru didiklemeye devam ettiler. Bazıları vajin.., a.ın aşağısına inerek anü.., kalç.., g.tünden et parçaları kopartıyor, deşiyordu. Tesadüf değildir ki, tüm kargaların kafası kırmızıydı. Bazılarının gövdesi, kanatları da kırmızıydı ki bu durumda kanatlarını iki yana açıp çırparak etrafa kan sıçratıyorlardı. Tamamen koyu kırmızıya bulanmış bir tanesinde ise, karga karakteristiğini yansıtabilecek en iyi, belki de tek şey; kargalara has, tamamen siyah, parlak, keskin gözlerdi. Kadın, ayılabileceğini düşünerek gözlerini araladı. Kalmamış takatiyle bacaklarını oynattı ama biliyordu ki kargalar mahkumluğunun farkındalardı, çekilmediler. Ikınarak böğürdü ve karanlık atmosfere inat edermişçesine parlak, renkli kıyafetler giymiş adamı karşısında görd… Adam her şey olağanmış gibi altındakileri çıkardı, kargalar uçtu, kadın tekrar bayıl… Kargalar, avlanmış büyük kedilerin artıklarını gözeten sırtlanlar gibi adamın etrafındaydılar. Ortada bir av vardı, sadece farklı şekilde yararlanılıyordu. Adam konsantre olamamasını kargalara yorup taş attı ve avının tadını çıkarmaya devam etti haşin bir şekilde. İşini bitirirken erkeğe has yaşam sıvısını kadının göğsüne, göbeğine ve biraz da yüzüne aktardı. Adam ayrılıp eve yöneldiğinde kargalar insancıl bir tiksinçle kadına yaklaşmadılar. Kıpırdanır gibi olduğunu gördüklerinde ise etrafında gaklayarak uçuştula… Kadın gözlerini yeniden araladı, tepesindeki kızıla bulanmış siyah karga güruhuna baktı. Durumunda pek değişiklik yoktu. Avucunu delip toprağa girmiş kazmaya bakmaya çalıştı, yapamadı. Sızı şiddetini arttırmış, amfiden gelen güçlü bir geri besleme cızırtısı halinde beynini yakıyordu. Uçkurundan sarkan kanlı et parçaları kopmak için sadece birkaç karganın daha gaga darbesini bekliyordu. Kazma saplanmış avucuna tekrar bakmaya çalış… Baktı ve bileğine bağlanmış olan kazığı göremedi, dikkatini toplayıp tekra… Kazığın altından elini yukarı doğru kaldırdı, ortaya kadar getirdi. Yaşam istencinin sağladığı ya da sağlamadığı, kavramüstü bir kuvvetle elini kaldırdı, önce kazmanın ucunu topraktan, daha sonra topraktan çıkan kazmanın ucundan elini çıkardı. Bazı deri, damar, pıhtı parçalarının kazmada kalmasını umursamadan diğer elini çözmeye koyuldu. Bu sırada kargalar şiddetli çığırtılarına devam ediy… Diğer elini de çözdü, ayaklarını kurtarmaya başladı. Kargalar gaklamalarını kahkahaya çevirmiş gibiyd… Ayaklarını da kurtardıktan sonra kalkamadı, süründü. Kargaların kahkahaları giderek insansılaşıyord… Sürünürken dizlerini kırabilmeyi denedi, başardı ve emeklemeye başladı. En nihayetinde doğruldu, ölüme yakın bir yaşlı gibi yürümeye başladı. Bastonu kazma olmuş olacak ki onu da sapından tutarak yanında sürüklüyordu. Uçkurundan akan kanlar, tüm bacaklarına yayılmıştı. Bu durum, gerçek olamayacak kadar şiddetli reg.., adet olmuş ya da kazmayla masturbasy.., a.ını deşmiş mazoşist bir kadını anımsatıyordu. Kargaların kanat çırpma seslerinin arasından adamın boğuk kahkahasını duydu. Elindeki kazmadan destek alarak hızını arttırmaya çalıştı. Adamın yarım dakika sonra yanında bitecek olmasını umursamadan koşmaya çalışan topal bir çocuk kadar hızlandı. Adam kadına yetişti ve yanına geldi, kadının acizliğinin yanında kanlı kıçının komik şeklini gördü ve kahkahalarını arttırdı. Kargalarla birlikte kadının etrafında dolanıyor, arada arkasına şaplak atıyor-eli kanlanıyor-, bu sırada aşağılar gülüşüne devam ediyordu. Kadın ise aldırmazsa kurtulacakmış gibi yürümeye devam ediyor, bakışını, gözlerini bir an bile önünden ayırmıyordu. Karga bulutunun ve bağırtısının içinde süregelen bu olay, kadının hiç beklenmedik bir şekilde elindeki kazmayı savurmasıyla ve adamın hiç beklenmedik bir refleksle kazmadan kaçmasıyla devam etti. Kargalardan biri yere düştü, artık sadece kadının kanı yoktu üzerinde. Adam kazmanın deştiği kargayı ayaklarıyla ezdi, kadının elinden kazmayı aldı, çekiç atıcısı gibi fırlattı ve eve doğru gitti. Kadın artık bastonsuz ve sayılabilirse silahsızdı. Kambur ve beyinciği hasar görmüş delikanlı kadar hızlıy… Düştü, avuçlarını sıkarak kendini kaldırdı, devam etmeye çalıştı. Yürürken sık sık düşmeye devam ediyor, şanslıyla kalkabiliyor, kalkamadığı zamansa ayaklanana kadar emekliyor, sürünüyordu. Onu yeniden duydu. Karga bulutundan bağırtısını seçmeye ça…

“… ğğaya semppati beslemeey…”

Adamın bağırtısı bozuk ezgiler ve yersiz uzatmalarla kulak tırmalamıyordu ama rahatsız ettiği de yadsınamaz bir gerçekti. Kadın kafasını arkaya çevirdi ve karga duvarının boşluğundan adamı gördü. Elinde çifte kırma bir av tüfeği vardı ve bağırma…

“…plumbağaayaa… Sempaati beeslemeyen sarı kornişş… Kaplummbağaya sempatti…”

Adam musallat olmuş ecinni gibi kadının önüne kadar geldi tekrardan. Kadının yüzüne bakarak geri geri yürüyor, yüzündeki üstten bakan tebessümvari ifadeyle kadını yeriyordu. Leş kargası dostlarıysa adamın ne yaptığını anlar gibi fazla ses çıkarmadan bir kadının bir adamın yüzüne bakıyorlardı. Elindeki av tüfeğini kırarak iki hazneye de tek kurşunlu fişekleri yerleştirdi. Öteki ise aniden hıçkırarak şiddetle ağlamaya başladı, yere bakarak yürümeye ise devam ediyordu boğazı yırtılırcasına ağlarken. Adam dolu fişekli av tüfeğini omuzuna dayayarak üçüncü ve belki de son kez eve doğru yürüdü. Onu aniden ve şahsi rönesansa uğramış gibi üçüncü kez eve döndüren kadının aşağısından, a.ından yayılan kuru kan kokusunun mide bulandırıcılığı değildi, kadının ağlaması ve merhametine dokunması da değildi, sanılanın aksine kendisine sorabileceği “ne diye yapıyorum ki?” sorusu da değil… Kısa süre sonra cevap verme yükümlülüğünü eline geçirdiği ufak bir el kamerasıyla giderdi. Kadının karşısına geçti, kamerayı ona doğrulttu ve…

“Neler hissediyosun?”
Adam üstündekileri çıkarmaya koyuldu.

“…”
Kadın artık yürümeye çalışmıyor, öylece duruyor ve aldırmadan ağlamaya devam ediyord…

“Bişeyler söyle ama…”
Sarı fosforlu yeleğini ve altındaki rengarenk boyalarla bezenmiş pantolonu çıkardı.

“Tamam, ee… Seni öldürdükten sonra şey yapacam… Yani… Bilmeni istedim.”
Adam tamamen soyundu. Tüfeği kaldırdı ve kadının dizine ateş etti ve aynı anda kadın öğürerek döktü kelimeleri ağzın…

“Öldür öldür öldü…”
Dizi parçalandı, bacağı dizinin altından koptu.
“…ldür öldür öldür, öl…”
Bu sefer kadının başına doğrulttu ve ateşledi. Kadının kafası sulu, koyu kırmızı bir karpuz gibi parç… Kadının kafası su dolu balonmuş gibi -herkes bu suyun rengini biliyor- patlad… Kadının kafatası, beyni, gözleri, kafasında olan diğer tüm organlar dağıldı, sıçradı. Beynin parçaları şarapnel oldu, tazyikli kan ile kargaları vurdu. Kargalardan bazıları yere düştü, adamsa kızıl damlalardan seçilemeyen yüzünü ve elindeki kamerayı, yavaşça erekte olan peni.., s.kine yöneltti.

***

Kalabalığın nefesiyle buğulanmış kafede…

“Nerde kaldın?”
Soruyu soran Erdem, merak ve sitemden çok sormak için sormuştu.

“Film anca bitti dediğim gibi ama… Bu mütiş oldu söyliyim. Baya iyi bişi eder çünkü çok şey oldu ve bi de sona doğru elime de, bi kamera alıp onla çektim Dogma 95 manifestosu muydu? Ona uygun gibi oldu hani… Sen naptın bu arada? Dediğim gibi baya iyi bişi eder bu… Adam falan buldun mu hiç?”
Lafını bitirdikten sonra eliyle garsona işaret etti, filtresiz kahve söyledi. Yorgunluğunu alacağını düşünüyor gibiydi.

“Arıyorum tabi de… Kolay da değil öyle yani… Bu arada usb yanında mı?”
Adamın kafasıyla onayladığını gördü ve devam etti.
“İşte sonuçta biliyosun… Çizgi film falan satmaya çalışmıyoruz. Aracılar var, diğer herifler var. Bu arada yurtdışındakilerle falan da görüşmüşler. Yani… ne bileyim, iyi falan bulurlarsa devamlı müşteri bile oluyolarmış falan dediler bana. Şu p.ç niye bize bakıp duruyo?”

“Bilmiyorum, s.ktir et. Ee?”

“Öyle yani çok bi şey yok. İşte bi de biz yeniceyiz sonuçta. Neyse ne işte, bak… Ben benimkiyle birlikte Kenan’la bi de Melis’le buluştuk bunları ikna etmek için.”

“Seninki bilmiyor di mi olayı?”
Sorusunun cevabını bildiğinden olsa gerek, adam soruyu makinevari sormuştu.

“Yok o basit, normal fantezi sanıyor ki onu da yapmıyor değiliz, çılgın kız ya hani… Asıl olayı ne bilsin zaten. Kenan’la Melis pek hoş karşılamadı ama bilmiyorum, olursa sen, ben… İşte benimki, Kenan, Melis falan hepimiz oynarız, nasıl olur? Hatta dur senin kuzgunları unuttum onlar da var.”
Erdem son cümlesini kahkahayla bitirmişti.

Adam yarı neşeyle:
“Kuzgun değil onlar. Karga… Hatta ve hatta leş kargası…”

“Tama kuzgun demiyorum… Bir daha asla!”

“Dediğin olur ikna edersen de… Bu arada, esprini kaçırmadım. Biraz ağırdan alalım çünkü yani ayda iki film çekiyoruz, dediğin gibi yeniyiz de… Bi de şimdi üç kişi aynı anda falan diyosun. Zor olmaz mı?”

“Bilmem, zaten görünürde bi şey yok. Aysel’i kolay ikna etmiştik oysa… Çift olunca çekiniyolar heralde… Ya şu herife uyuz oldum bakıp duruyo, çıkalım mı yavaştan?”
Erdem’in kalkmak için davranması adamı da harekete geçirdi, kısa sürede çıktılar.

Hava, sabah aydınlık olan kendisi değilmiş gibi karanlıktı. Lambaların çoğu değil tümü çalışmıyordu. Erdem, adamla birlikte sanki ışık almayan, siyaha boyanmış duvarları olan bir odada koşu bandında yürür gibi hissetmiyordu. Sadece aklını kurcalayan sapkın düşüncelerle boğuşuyordu. İnsanı dışarda olduğuna inandıracak şey serin akşam rüzgarı ve tek tük geçen araçların farlarıydı. Uzun süren sessiz yürüyüşte adam aniden ve şahsi rönesansa uğramış gibi Erdem’e döndü ve sordu:

“Ona teklif etsek?”
Sana bakıyordu.

“Ki… Kime?”

“Ona işte… Yani… Olmaz mı? Sorun da yaratmaz bize o çünkü… Düşünsene…”

İkisi birden durdu. Sana döndüler. O sırada araba geçti ve Erdem’in gözlerinde önce arabanın farlarını, sonra kısa süreliğine kendini gördün.

“Kabul edeceğini sanmıyorum. Ama…”
Erdem konuşurken sana bakmaya devam ediyordu. Adamsa ayaklarını yere sürterek ses çıkartıyor, arada eğdiği kafasını kaldırıp sana bakıyordu.

“Bilmiyorum. Mantıklı gelmişti, sorun da çıkamazdı.”
Adam ayaklarını daha çok sürtmeye başladı. Ses, kulaklarına zımpara sürtülüyormuş gibiydi.

“O yüzden ama dedim ben de az önce, olmazsa diye… İşte… Kabul etmezsen kargaların olduğu yerden geçerken dikkatli ol. Ya da ne biliyim eğilmişken, boş bulunmuşken, savunmasızken falan gibi… Sa… Sana zorla kabul ettiririz. Hiç… Hiç beklemediğin anda pencereden bakarken, bağcıklarını bağlarken seni… Sonra da onun Aysel’e yaptıklarını ikimiz birlikte sana…”
Adam sözünü kest…

“Aşırı romantikleşme Erdem istersen. Sahiciliği yıpratıyorsun, hem sahicilik yıpranırsa… İşte pek tedirgin olmaz. Bu… Bu da filmimizi kötü yapar, para kazanamayız, eğlenemeyiz falan.”
Yeniden ikisi birden yüzünü sana döndü, yarım ağızla gülüyorlardı. Sıralı konuşmayı bozmamak içinmiş gibi Erdem…

“Ben şeye gelicektim az önce bu… Bizim niye onda ısrar etmemizi anlamadı. Yani diyorum ki, neden daha kolay olan başkasını ikna etme yolu varken onu zorla, hırpalayarak sevgili snuff filmimize sokalım? Onu cevaplandıracaktım.”
Bir araba daha geçti. Adam, farların ışığını sarı fosforlu yeleğine benzetmiş gibi imalı bir şekilde sana ve fara baktı.

“Bırak cevaplama işte. Niye özellikle kendisi olduğunu bilmesin, hatta niye umrumuzda ki bu? Bize ne? Tedirgin olması daha bile iyi… Bilmesin. Düşünsene bi, dışarda, içerde sürekli kamera arar, filmin içinde olup olmadığını bilemez. Sonra da bugün Aysel’e yaptığımın aynısını ya da bilmiyorum işte… Benzerini bi gün birlikte yaparız. İnternette okudum bi adam bi kadını her anlamda olağanüstü buluyor, bizden katbekat, tanımlanamaz iğrenç şeyler yapıyor, sonra diyolar niye yaptınız; bilmiyorum, sadece yaptım diyor yani… Eline bi şey olmuş adama yapmıştık. Sana da yapacağız? Belki bugünkünden katbekat…”

“Ben de bir anlık öyle bilmeli diye düşünmüştüm ama haklısın, doğru… Ayrıca, az önce sahiciliği yıprattığımı söyledin bi de, bizim… Bizim gerçek olduğumuzu biliyordur herhalde, biliyor musun? Bak… Neyse sıkıldım, gidelim artık istersen he?.”

“Tamam.”

Sırtlarını dönüp karanlığa doğru yürümeye koyuldular. Tam kaybolacaklarken sırtlarını döndüler, sana baktılar. Puslu siluetlerinde her nasılsa yüzlerini seçebiliyordun. İğrenir gibi sana sırıtıyorla… Karanlığa gömüldül…

***

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *