İnsanların ulaşamayacağı, göğün çok yükseklerinde yalnızca perilerin hüküm sürdüğü gezegen Leyçin vardı. Burada yaşayan perilerin bir kısmı tıpkı insanlar gibi iyi ve kötü olarak ikiye ayrılıyordu. Hayal, iyi perilerin bulunduğu ve kral ile kraliçenin yaşadığı diyarın adıydı; Kara ise kötü perilerin yaşadığı diyara verilen ismin ta kendisiydi. Birbirlerinden o kadar farklıydılar ki, gördüğünüzde ayrı gezegende bulunduklarını sanırdınız. Tek ortak yanları insanlar için çalışmalarıydı, yine bir farkla; Hayal Diyarı insanların iyiliği için çalışırken, Kara Diyar’ı büyük bir intikam ateşiyle insanların kötülüğü için çalışıyordu.
Hayal Diyarı’nda tek bir taş bina göremezdiniz, saray bile çiçeklerden yapılmıştı. Kraliyet ailesinden olmayan periler ormanın içinde yaşarlar, kral ve kraliçeye büyük saygı ve sevgi beslerlerdi. Orman perileri, diğer periler tarafından büyük saygı görürlerdi, zira tüm bu ormanların güzelliği onların sayesindeydi. Periler, genellikle ağaçların tepelerinde yaşarlardı. Bir insan boyutunda olmalarına rağmen bu ağaçlar onları rahatlıkla taşıyabilirdi çünkü ağaçlar insanların hayal edemeyeceği kadar büyük ve güzeldi. Tüm periler burada huzurlu ve mutlu bir şekilde varlıklarını sürdürürlerdi. Huzurlarını bozan tek şey ise Kara Diyarı idi.
Çok çok uzun yıllar önce Leyçin, diyar diyar isim almaz, tek bir diyar olarak varlığını sürdürürdü. Kralın kardeşi Anagor Kraliçeye âşıktı. Kardeşinin Kraliçeyle evlenmesi onu büyük bir kine sürükledi. Bu kin her geçen gün benliğinde büyüyordu. Bir gün, kendi askerlerinden birkaçını Kral’ı öldürmesi için görevlendirdi. Askerler yakalandı ve bunu Anagor’un yaptırdığını işkencelere dayanamayıp Kral’a itiraf ettiler. Kral, Anagor ve askerlerini Leyçin’in çok uzak bir köşesine sürdü, Anagor burayı kendi bölgesi haline getirdi ve yalnızca intikam ateşiyle burada yaşamaya başladı.
Anagor içinde barınan kötülüğün rengi siyahla bezedi Kara Diyarı’nı. Uçurumun hemen kıyısına yaptırdığı şatosu o kadar büyüktü ki ilk defa ve yalnız içeri girmiş bir peri burada kaybolabilirdi. Bütün kötü planlarını bu şatoda kuruyordu. Hayal’e geceleri ve ansızın saldırmayı severdi. Kral ve Kraliçe’nin torunlarının doğduğu gece yaptığı gibi.
Kral ve Kraliçe evlendikten sonra dört çocukları oldu. Çocuklarının bebekleri o gece doğacaktı aynı anda. Bütün Hayal Diyarı bebekleri dört gözle bekliyordu. Bebeklerin yedisi de kızdı ve doğdukları andan itibaren etrafa mutlulukla gülümsüyorlardı. Hayal perileri bunu kutladıkları bir anda büyük bir gürültü koptu. Herkes hazırlıksız yakalanmanın telaşını yaşıyordu. Anagor’un saldırmak için özellikle bu geceyi seçmiş olmasının bebekleri istemesi olduğunu anladılar. Bebekleri dikkat çekmeden saklamaları gerekiyordu. Dikkat çekmemek için de küçük birine ihtiyaçları vardı. Kral ve Kraliçe sadık yardımcıları Lenga’nın küçük oğlunu bu iş için görevlendirdiler. Bebekleri büyükçe bir el arabasının içine yerleştirdiler. Küçük çocuk el arabasını ormana doğru sürmeye başladı. O sırada büyük bir savaş başlamıştı. Küçük çocuk karanlıkta ormanda ilerlerken arkasından siyahlar içerisinde bir perinin onu takip ettiğini anladı. Kara asker arkadan çocuğun omuzlarını tuttu. Tam o sırada el omuzlarından güçlükle çekildi. Çocuk arkasına bakmadan daha hızlı koşmaya başladı. Gezegen Dünya’ya giden yoldan bebekleri teker teker aşağıya bıraktı. Bebekler dünyada güvenli olacaklardı. Öyle de oldu. Savaşın etkisi yıllar içinde yavaş yavaş ortadan kalktı, yedi kız başka ailelerin yanlarında birbirlerinden ve Leyçin’den habersiz bir insan gibi büyüyüp on yedi yaşlarına bastılar. Kral ve Kraliçe torunlarını Dünya’dan geri getirmesi için Lenga’nın oğlunu görevlendirdiler. Lenga’nın oğlu Kellan da yanına güvendiği askerlerini de alarak Dünya’ya gitti. Lenga’nın oğlu büyümüş ve ölen babasının yerini almıştı. Kara askerden onu kurtaran babasıydı ve yine onu kurtarırken ölmüştü.
Kızların her birinin ayrı bir yeteneği vardı. Kimisi sevgi perisi, kimisi su perisi, kimisi bilgi perisi, ay perisi, moda perisi, sağlık perisi, hayvan perisi. Hepsi de çok güzeldiler ve peri olmalarının yanında Kraliyet Ailesi’ne mensup oldukları için birer prensestiler. Ay perisi ve su perisi prenses olmalarının yanında askerlerin eğitilmelerinden de sorumluydular. Bunu bir eziyet olarak görmüyor, severek yapıyorlardı. Kellan ve ay perisi Linayla birlikte çok iyi anlaşıyorlar ve zaman geçirmekten hoşlanıyorlardı. Arkadaşlıkları giderek aşka dönüştü ve evlendiler. Linayla’nın büyükannesi ve büyükbabası Kral ve Kraliçe öldükten sonra yerine yedi kızdan birinin anne ve babası geçmedi, Kellan ve Linayla’yı Kral ve Kraliçe ilan ettiler.
Melodi, gözlerini yavaşça açtı ve etrafına baktı. On yaşından beri bu ormanda uyanıyordu ve bundan hep memnun olmuştu. Burayı seviyordu; perileri, ormanları, tüm güzellikleriyle birlikte. Ama tek bir derdi vardı. Derdi burayla ilgili değil, kendisiyle ilgiliydi. Kız olmaktan memnun değildi, her zaman erkek olarak doğduğunu hayal ediyordu. Bir erkeğin gücüne sahip olsaydı şu lanet herifi öldürebilirdi hem de tek başına. Anagor’dan nefret ediyordu. Neden Kral ve Kraliçe gibi asil davranıp ölmüyordu? Kendisine yaptığı ölümsüzlük sihirleriyle sonsuza kadar yaşayacak gibi görünüyordu. Tamamen kızlara özgü bir sihir yeteneği vardı Melodi’nin. Anagor’u öldürürken müzik ona hiç de yardımcı olmazdı hani. Müzik perisiydi Melodi. Kral ve Kraliçe’nin kızı olduğu için gurur duyuyordu. Ama işte kendisiyle ilgili sorunları vardı. Oysa sihirli melodilerine herkes öylesine bayılıyordu ki. O gitarını, kemanını veya piyanosunu çalmaya başladığında herkes büyüleniyordu. Yine saraydaki odasında uyumaktansa geceyi en yakın arkadaşının ağacında geçirmişti. En yakın arkadaşı bir gökkuşağı perisiydi. Melodi’nin tam tersiydi, kız olmaktan gurur duyuyordu. Sürekli pembe giyiniyordu ve bu Melodi’yi deli ediyordu. Peacock da Melodi’nin muhtemelen hiç taramadığı ve aralarında yeşil röfleler bulunan saçlarını ve giydiği yırtık pantolonunu hiç sevmiyordu. Yine de birbirlerinden hiç ayrılmayan iki yakın arkadaştılar. Peacock ismiyle ilgili sorunlar yaşadığında Melodi onu her zaman teselli ediyor, onu rahatlatmak için piyano çalıyordu. Periler kötü niyetle olmasa da kızın ismiyle ilgili daima şaka yapıyorlardı.
Anagor kendisini artık yorgun hissediyordu. İçinde kin onu günden güne ve içten içe çürütürken içi kadar dışı da çürüyordu. Yaptığı ölümsüzlük sihirleriyle ayakta kalıyordu. Sevdiği kadın çoktan ölmüştü. Her perinin yapması gereken buydu, zamanı geldiğinde asilce bu evrene veda etmek. Anagor da ölmeyi düşünüyordu tabi Hayal’i ortadan kaldırdıktan sonra. Büyük rokoko tarzı masasının başına geçip kurdu tüm savaş planlarını. Seneler önce yaptığı gibi sessizce saldıracaktı. Geçen sefer işe yaramamış olması şimdi de işe yaramayacağı anlamına gelmiyordu.
Karaların içinde geceye karışmış ordular yeşil ormanların içine doğru ilerliyor, ayaklarının altındaki güzellikleri eziyorlardı. Büyülü ağaçlar ve içinde bulunan periler tatlı rüyalar görüyorlardı o sırada. Sarayda Kral ve Kraliçe de tatlı rüyalarına yolculuktaydılar şimdi. Kara ordusu geçtiği her yerin renklerini alıp götürüyor, her yeri siyaha boyuyordu. Bu sefer yenilgi olmayacaktı. Düşmanlarının kanları geceyi kırmızıya boyayacaktı. Gözcü peri bağırdı:
“Anagor ve ordusu geliyor! Uyanın!”
Ardından Kral’a haber verdi gözcü peri yolladığı sihirle. Kral tatlı rüyasından büyük bir kâbusu yaşamak için uyandı. O sırada ağaç tepelerinde yaşayan birçok peri ölmüştü bile. Peacock ve Melodi de gürültüyle uyananların arasındaydılar. Melodi yine Peacock ile birlikte ormanda kalmıştı o gece. Ne olduğunu anladıklarında ağaçtan aşağıya inip koşmaya başladılar. Periler hızla koşuşuyorlardı. Kara askerler kimseye acımıyor, önlerine gelen perileri yok ediyorlardı. Kraliçe kızını merak ediyordu, ormanda kalmasına bir daha izin vermeyeceğini düşündü tabi hâlâ yaşıyorsa. Tam o sırada Kara askerlerden biri Kraliçe’nin odasına daldı. Kraliçe karşı koymaya çalıştı fakat yapabileceği hiçbir şey yoktu. Kara asker Kraliçe’yi öldürdü. Kral o sırada çoktan askerlerinin arasına karışmıştı bile. Karısının öldüğünden habersiz savaşıyordu. Melodi ise koşarken kalbinin üstünde bir sızı hissetti. Sızı giderek arttı, Melodi arkadaşının elini bıraktı. Olduğu yerde durmaya başladı, Kara askerleri giderek yaklaşıyorlardı. Peacock bağırarak arkadaşına:
“Ne yapıyorsun sen, koşmalıyız! Hadi Melodi” , dedi.
“Annem öldü Peac”, diyerek arkadaşına karşılık verdi ve üzüntüyle yüzüne baktı.
“Ne, neyden bahsediyorsun sen? Hadi saraya gidiyoruz zaten. Daha hızlı koşmalıyız. Eminim annen hâlâ yaşıyordur”.
Birlikte el ele tutuşup tekrardan hızla koşmaya başladılar. Saraya ulaştıklarında Kara askerlerine görünmeden hızla merdivenleri çıkıp, Kral ve Kraliçe’nin odasına daldılar. Kraliçe yerde kanlar içinde yatıyordu. Melodi savaşlardan nefret ettiğini düşündü. Daha önce şimdiye kadar hiç savaş görmemesi iyiyiydi. Ölmüş olmasına rağmen çok güzel görünüyordu. Melodi annesinin yanına, yere oturdu ve onun ölü bedenini kollarına aldı. Şiddetle ağlamaya başladı. O sırada Peac de kapının önünde durmuş ağlıyordu. Aklına bir şey geldi. Melodi’nin yanına oturdu ve ona:
“Şarkı söylemelisin Melodi”, dedi.
“Neler saçmalıyorsun sen? Lanet olsun! Annem öldü ve benden şarkı söylememi mi istiyorsun?”
Peacock cevap vermedi çünkü Melodi, arkadaşının ne demek istediğini anlamıştı. Kafasını yavaşça kaldırdı ve en sevdiği şarkıyı söylemeye başladı. Şarkıya tüm umutsuzluklarını, sevgisini, üzüntüsünü kattı. Sihirli melodiler yollarını buldular ve Kara askerlerin üzerine çöktüler. Tüm Kara askerleri derin bir uykuya dalmaya başladılar. Bu ölümün uykusuydu.
Melodi artık kendisine güveniyor ve kadın olduğu için kendisiyle gurur duyuyordu tıpkı Peacock gibi. Kraliçe öldükten sonra Kral bir daha evlenmedi. Kral’ı öldükten sonra karısının yanına gömdüler. Melodi ülkenin başına geçti. Sihirli melodileriyle tüm evreni sevgiyle besledi. Kara Diyar’ı ve Anagor sonsuza ve sonsuza dek ortadan kalktı. Dünya çok daha iyi bir yer haline geldi. Evren sonsuza ve sonsuza dek iyilik ve müzikle birlikte yaşamaya devam etti.
Selamlar Bellatrix;
Seçkiye hoş geldiniz ve umarım katılımınız bol olur diyerek başlayayım yorumuma. Hikayenize gelecek olursak oldukça güzel fikirlerle ve sağlam temellerle başladığını söyleyebiliriz. Kral ve kardeşi arasındaki sürtüşme, ikiye bölünen peri ülkesi ve intikam almak isteyen insanların dileklerini yerine getiren Kara Periler fikri oldukça güzel. Ama ikinci kısımla ilk kısım arasında büyük bir kopukluk var. Ayrıca kişi ve mekan değişimleri de öyle ani oluyor ki insan bir anda ne olduğunu şaşırıveriyor. Mesela hikayenin ortalarında Melodi’nin düşüncelerinden bir anda Anagor’a, oradan da ordunun yürüyüşüne geçiyoruz. Aralara *** gibi bir işaret bu problemi çözebilir. Bir de pat diye bitmese çok daha güzel olabilirmiş 🙂
Sonraki seçkilerde görüşmek dileğiyle…
Öncelikle yorumunuz için çok teşekkür ederim. Hikayemi yazarken oluşan kopuklukların farkındaydım ve işaret koymayı ben de düşünmüştüm. Bu konuda uyarılacağımı biliyordum. Fakat yaptığım paragrafların bu kopuklukları önleyeceği fikrine kapıldım. Tabi dışarıdan birinin bunu söylemesi çok iyi oldu. Ayrıca hikayemi pat diye bitirdiğimi kabul ediyorum 🙂 Bu konuda da haklısınız.
Bir dahaki hikayelerimde bunlara dikkat edeceğim. Yorumunuz için tekrar teşekkürler.
İyimser bir sondu… Uzun zamandır masal tadında bir öykü okumamıştım. Ellerinize sağlık.
hikaye aşırı sıradan ve basitti.bu öykünün binlercesi arasından belli olmasını sağlayacak hiçbir etken yoktu.perileri ve ormanı kendinize uyarlayabilir ve bizi inanılmaz bir yere götürebilirdiniz.
Yorum yaptığınız için çok teşekkür ederim. Birdaha ki hikayelerimde yorumlarınızı dikkate alacağım.