“Evet hata yaptık, hem de yüzlerce, belki binlerce kez. Ama her yaptığımız hatanın sonunda hep, bir daha yapmayacağımıza dair bir ümidimiz oldu. Anlatmak çok zor biliyorum, onlarca kelimeyi yan yana getirsem yine de bu acıyı hafifletmeye yararı olmayacak.”
Profesör Martin Duvall, beyaz bir cam zemine yansıtılmış otuz iki tane astronotun görüntüsünün önünde ellerini birleştirmiş ayakta duruyordu. Sanki yüzündeki tüm renk bir şırıngayla çekilmiş gibi bembeyazdı. Gözlerinde çaresizlik, titreyen sesinde mahcubiyet vardı.
“Önlerinde saygıyla eğildiğim bu otuz iki insan, hayatlarını bizlerin, sizlerin, çocuklarımızın geleceği için hiçe sayarak geri dönüşü olmayan bir uzay yolculuğuna atıldılar. Ve maalesef artık aramızda değiller. Evet karamsarlığa kapılmak için oldukça sebep var, fakat bilim, hiçbir karamsarlığa kapılmadan, yeni adımlar atmamıza ve hatalarımızdan ders almamıza yardım etmiştir. Bundan sonra da edecektir. İçtenlikle söyleyebilirim ki, ümidimizi kaybetmedik, vazgeçmeyeceğiz ve yeniden deneyeceğiz!”
Profesör kafasını kaldırıp salondaki insanlara baktı. Amfi tiyatroya benzeyen salonda yüzlerce insan toplanmış ve hayatını kaybeden astronotlar için yas tutuyordu. Kimi gözyaşlarına hakim olamıyor, kimi ise birbirine destek olabilmek için el ele tutuşup Profesörün konuşmasını dinliyordu.
Salonun en ön sırasında oturan Stefan Yerka ayağa kalkıp sessizliği yırtan bir gürlemeyle bağırmaya başladı.
“Hainler! Hepiniz hainsiniz! Tıpkı bu otuz iki astronot gibi hepiniz, Dünya’ya ve tüm insanlığa ihanet ettiniz. Şimdi kendinizi kurtarmak için, belki de yeni gezegenlerin ırzına geçmek için kaçmaya çalışıyorsunuz. Bizim kaderimiz Dünya’da yazıldı, burada doğduk ve burada öleceğiz. Ne kadar uğraşsanız da bunu değiştiremeyeceksiniz!”
Salondaki insanların uğuldayan sesi birden kesilmiş, gözleri, Profesörün tam karşısında duran bu garip kişiye çevrilmişti. Üzerine odaklanan yüzlerce insan yüzünden bir an duraksayan Stefan Yerka ceketinin cebinden kaleme benzeyen bir cihaz çıkarıp Profesöre doğru uzattı. Cihazın üzerindeki baş parmağı büyüklüğündeki bir düğmeye bastığında ucundan toplu iğne boyutunda bir metal parçası tıslayarak fırlamış ve Profesörün boğazına saplanmıştı. Zavallı adam elini boynuna götürdüğü sırada boğazına saplanan metal parçası vücuduna iki bin volt elektrik boşaltmaya başladı. Bir anda yere yığılan Profesörün önce boğazı, sonra yüzünün sol tarafı ve en sonunda tüm vücudu renk değiştirmeye başladı. Kaslarının istemsizce hareketi yüzünden çırpınmaya başlayan Profesör on beş saniye sonunda son nefesini verdi. Etrafı Profesörün kömürleşmiş vücudundan yayılan kesif bir yanık kokusu sarmıştı.
Salondaki insanların tepkisi gecikmemiş, çığlıklarla başlayan koşuşturma, çıkış kapılarına doğru kaçışmaya dönüşmüştü. Yerka, sanki hiçbir şey olmamış gibi elindeki garip silahı bırakmadan yavaşça yerine oturdu. Gözlerini beyaz cam ekrandaki otuz iki astronottan ayırmadan beklemeye başladı.
* * *
Zifiri karanlık. Gözlerinin açık olması ile kapalı olması arasında hiç fark yoktu. Hücresinin zeminine uzanmış hiçbir şey göremediği, hiçbir şey görmeyi beklemediği tavana doğru bakıyordu.
Boğazı kurumuştu, kalkıp el yordamıyla hücrenin içinde dolaşmaya çalıştı. Bir cam kadar düz duvarda elini kaydırarak bir köşeden diğerine doğru yavaşça ilerledi. İki duvarın birleştiği noktadaki çeşmeyi bulunca ağzını dayayıp içmeye başladı. Suyun tadı o kadar kötüydü ki birkaç yudumdan fazla içemedi. Yeniden yere uzanıp kollarını iki yana açtı. Aklına yıllar önce babasıyla beraber çıktığı yürüyüşler gelmişti. Karpatlar’da soğuğa aldırmadan kilometrelerce yürür, dağların arasından kıvrıla kıvrıla akan derelerden kana kana su içerlerdi.
Sonra o melun savaş geldi aklına, tüm insanların kaderini değiştiren Acımasız Savaş gözlerini acıyla kapatmasına neden oldu. Patlayan bombaların sesi kulaklarında çınladıkça göz kapaklarını biraz daha sıkıyordu. Gözlerinden şakaklarına doğru bir sızı saplandığında kendini bıraktı. Hıçkırarak ağlıyordu. Soğuk zeminde bacaklarını gövdesine doğru çekip bir cenin gibi kıvrıldı ve giderek yavaşlayan hıçkırıklarıyla uykuya daldı.
* * *
Tam on dokuz yıl önce, 2 Nisan 2048 günü Stefan Yerka ve ailesi Polonya’daki evlerinin mutfağında kahvaltı ediyorlardı. Mutfak masasının ortasında duran bir kürenin içinde akıp giden görüntüleri izliyorlardı. Mars’a gidecek olan ilk astronot ile bir röportaj yapılıyordu. Görüntüler daha sonra uzaya doğru yol alan bir uzay mekiğinin gökyüzünde, maviliklerin arasından geçip gözden kayboluşuna kadar devam edip sona ermişti. Saat tam 8:16’da, Stefan masadan kalkmak üzereyken bomba seslerini duymaya başladı.
Tam otuz iki gün boyunca süren, neden başladığı kadar neden bittiği de bilinemeyen Acımasız Savaş sona erdiğinde, Stefan Yerka ile birlikte Dünya üzerinde bir milyondan daha az insan hayatta kalmıştı. Tüm iletişim hatları, tüm ulaşım hatları, tüm enerji hatları birbirinden kopmuştu. Yüzyıllar boyunca domino taşları gibi dizilmiş medeniyetler bu otuz iki günde yerle bir olmuştu.
Birbiri ardına patlayan nükleer bombalar insanları yeryüzünden silmenin de ötesinde tüm doğal dengenin altüst olmasına neden oldu. Savaşın kalıntılarından yaşam aramaya çalışan Stefan gibi binlerce insan, giderek ısınan Dünya’da, ışığa doğru akın eden sinekler gibi, yaşayabilecekleri tek yer olarak kalan Sibirya bölgesine doğru akın etmeye başladılar. Ülke, sınır, devlet gibi kavramlar ortadan kalkmış, savaşın ve yıkımın ezici acımasızlığını gören insanlar için hayatta kalabilmek tek gaye olmuştu.
Savaştan sonra yeni bir hayat başlamıştı, ama insanoğluna artık ne Güneş, ne hava, ne su yeter olmuştu. İşte tam o sırada Profesör Martin Duvall, hayatta kalabilen bilim insanlarından oluşan bir ekip kurup insanlık için bir ümit oldu. Tek amacı insanoğluna yeni bir şans daha kazandırmak olan bilim insanları Mars’ta koloniler kurabilmek için seferber olmuşlardı. Fakat zaman sanki insanların aleyhine işliyordu. Mars’a o zamana kadar yüzlerce astronot göndermeyi denemişler ama ya yolculuk sırasında ya da Mars’a ulaştıklarında felaketler peşlerini bırakmamıştı. Mars’a gönderilen son ekipteki otuz iki astronot bir ilki başarmış ve ufak bir merkez inşa edebilecek kadar süre kızıl gezegende kalabilmişlerdi. Ancak, Dünya’ya dönüş yolculuğuna geçtiklerinde bir meteor yağmurunun arasında kalıp uzayın derinliklerine savruldular.
Profesör ve ekibinin yetiştirdiği astronotlar, yerleri doldurulamadan yitip gidiyordu. Artık yeni astronotlar yetiştirmeleri, yeniden Mars’a gidecek bir ekip oluşturmaları gerekiyordu. Ve artık tüm Mars projesinin mimarı Profesör Duvall de yitip gitmişti.
* * *
Karanlık, gözlerini yakan bir ışık demeti ile delindi. Hücresinin duvarlarını boydan boya kaplayan kuvvetli ışıklar sanki derisini yakacak kadar şiddetli şekilde tüm odayı aydınlatıyordu. Stefan Yerka, gözlerini kısarak etrafına bakındı. Bir küp şeklindeki odada köşedeki çeşme ve klozetten başka hiçbir şey yoktu. Profesör Duvall’i öldürdükten sonra onu buraya getirmişlerdi. Nasıl getirildiğini hatırlamıyordu bile. Ayağa kalkıp hücrenin duvarlarını inceledi, ne bir kapı, ne de bir pencere görebildi. Çaresizlik içinde yeniden yere oturacağı sırada duvarlardan birinin üzerindeki sarı bir ışığın yanıp sönmeye başladığını farketti. Hemen ardından da duvar yavaşça hareket etmeye ve göz kapakları gibi aşağıdan yukarıya doğru açılmaya başladı. Duvar tamamen açıldığında Stefan Yerka’nın karşısında üniformalı iki görevlinin onu almaya geldiklerini gördü.
İtiraz etmeye ya da zorluk çıkarmaya niyeti yoktu. Başına geleceklerin farkındaydı. Ölümden korkmuyordu, yaptığı eylemin cezasının ölüm olduğunun bilincindeydi. Hiçbir pişmanlık hissetmiyordu. Milyonlarca insanın ölümüne neden olan Acımasız Savaş’ın da bilim adı altında başlayan araştırmaların bir sonucu olduğunu düşünüyordu. Geliştirdikleri teknolojilerle robotların insanlara, insanların da robotlara evrilmesine neden olan bu insanlar yüzünden hiçbir robota öğretilemeyecek sağduyu yok olup gitmişti. Sonrası ise hangi gücün kontrol ettiği bilinemeyen bir yıkıma dönüşmüştü. Buna bir daha izin vermemek için öldürmüştü Profesör Duvall’i. Artık akıllarını başlarına toplayıp bütün enerjilerini Dünya’yı iyileştirmeye harcamalıydılar. Bu mesajı onlara verdiğini düşünüp gururla içini çekti.
İki görevli gelip Yerka’nın bileklerine birer halka geçirdiler ve onu aralarına alıp açılan duvarın ardında görünen uzun koridorda yürümeye başladılar. Koridor boylu boyunca beyaz ışıklarla aydınlatılmıştı. Yürümeye devam ettikçe yürüdükleri koridorun başka koridorlara bağlandığını farketti. Labirente benzeyen mekanda birkaç manevra yaptıktan sonra metal bir kapının önüne geldiler. İki görevli kapıyı açıp Stefan Yerka’yı içeri soktular. Onu yuvarlak bir masanın bir köşesindeki sandalyeye oturtup bileklerindeki halkaları masanın üzerindeki manyetik bir alanın üzerine yerleştirdiler. Halkalar masaya sanki çakılmış gibi sabitlenmişti. Görevlilerin hemen ardından, baştan aşağı beyaz giyinmiş bir başka adam odaya girip masanın diğer tarafındaki sandalyeye oturdu. Görevlilerin biri Yerka’nın sağına, diğeri de soluna yerleşip beklemeye başladılar. Beyazlı adamın hemen arkasındaki ekranda saat gözüküyordu. 23:51.
Beyaz kıyafetli adam arkasındaki saati kontrol ettikten sonra konuşmaya başladı.
“Otuz yedi saat kırk üç dakika önce Uzay Araştırmaları Başkanı Profesör Martin Duvall’i öldürdünüz. Söylemek istediğiniz birşey var mı?”
Yerka, kafasını iki yana salladı. 23:53.
Beyazlı adam tekrar saate bakıp devam etti.
“Gerçekleştirmiş olduğunuz bu eylem sonucunda insanların en değerli hakkı olan yaşama hakkına kastetmiş olduğunuzdan Yeni Uygarlık Mahkemesi olarak idam cezasına çarptırılmanıza karar verilmiştir. Söylemek istediğiniz birşey var mı?”
Yerka boğazını temizlemek için yutkunduktan sonra konuşmaya başladı.
“Ölümden korkmuyorum.” dedi. Bunu söylerken kalbinin hızla çarptığını hissedebiliyordu.
“Bilim adı altında dünyaya ve insanlara ettiğiniz eziyetlere artık bir son verin ve Mars projesini derhal durdurun. Mars saçmalığından vazgeçmeniz için Dünya’da ölmeyi kabul ediyorum, umarım yaptığım fedakarlığın önemini kavrar ve Dünya’ya ihanet etmekten vaz geçersiniz.” dedi. Sesinde mağrur bir ifade vardı. 23.55.
Beyazlı adam önce Stefan Yerka’nın yüzüne sonra arkasındaki saate bakıp önüne döndü. Saniyeler birbiri ardına ilerliyor fakat adam tek bir kelime bile etmiyordu. Yerka ise gözlerini adama dikmiş birşey söylemesini bekliyordu. Ne zaman idam edilecekti, nasıl idam edilecekti, bilmek istiyordu. 23.59.
Saat tam 00:00’ı gösterdiğinde beyazlı adam yeniden saati kontrol edip tekrar konuşmaya başladı. Bu sefer sesi en az Yerka’nınki kadar mağrur çıkıyordu.
“Yeni Uygarlık Mahkemesi ve Uzay Araştırmaları Merkezinin müzakereleri sonucunda insan ırkının geleceği açısından büyük önem arzeden uzay araştırmalarının sürekliliği adına 15 Ocak 2067, 00:00 itibariyle idam cezasına çarptırılan suçluların cezalarının değiştirilmesine ve cezaların Uzay Araştırmaları Merkezi tarafından yürütülen Mars projesinde ömür boyu çalıştırılmak üzere yeniden düzenlenmesine karar verilmiştir. Tebliğ edilen cezanın infazı derhal başlayacak olup, 15 Ocak 2067 saat 08:00 itibariyle diğer mahkumlarla birlikte Mars gezegenine gönderileceğinizi bildiririm. Söylemek istediğiniz bir şey var mı?” 00:02 15 Ocak 2067.
Merhaba,
Anlatım gücünüz sağlam. Cümleleri etkili kurabiliyor olmanızın payı büyük bunda. Okurken takılmıyor insan. Hayal gücünüzü öyküde kuvvetli bir şekilde kullanmışsınız. Hikaye özellikle konusu itibari ile çok hoşuma gitti. Belki dünyayı yok olma eşiğine getiren savaşın sebebini Yerka’nın düşünceleri üzerinden bize ulaştırdınız ancak ben bu bölümde biraz daha detayı hoş bulabilirdim. İnsanoğlu ne yaptı da kimi nasıl kızdırdı noktasında küçük bir paragraf dahi olsa beni memnun ederdi. Ancak bu sizin tercihinize bağlıydı tabii, ben sadece kendi beklentimden bahsettim. Tebrik ediyorum sizi, elinize sağlık. Güzel bir öyküydü.
Tekrar görüşmek üzere.
Merhaba, aslında o ayrıntıya girersem işin içinden çıkamayacağımı düşündüm. Daha çok öykünün sonuna odaklanmaya çalışıp hikayeyi oraya nasıl sürüklerim diye uğraştım.
Ama bunun yanında bu felaketin nasıl gerçekleşmiş olabileceğine dair birkaç ufak tefek ipucu bırakmaya çalıştım, özellikle hikayenin başlarında verilen sayılarla. Biraz sizin hayal gücünüze kaldı aslında.
Öneriniz için ve güzel sözleriniz için teşekkür ederim, öyküyü beğenmenize sevindim.
Görüşmek üzere.
Öyküyü çok beğendim. Her ne kadar bilim kurgu üzerine kurulu olsa da nostaljik bir tat aldım. Karakterin isim seçimi de güzeldi. Mahkeme kararı şaşırtıcıydı ve bir o kadar da hoşuma gitti. Yeni seçkilerde görüşmek üzere.
Beğendiğinize sevindim. Yorumunuz için çok teşekkür ederim. Görüşmek üzere.
Merhabalar,
Öykünüzü beğenmekle birlikte oldukça aceleci bulduğumu belirtmek istedim. En az yargılama sahnesi kadar hızlıydı ve yargılama kısmını beğendim ama ben karakterlerin tepkilerinin ve ruh hallerinin biraz daha derinlemesine verilmesini kendi adıma tercih ederdim. Size önereceğim tek nokta bu olabilir.