-Hey, nereye?
-Toplantım var! Senin aksine bazılarımız para kazanmak için çalışmalı!
-Ah, harika! Havasını attığın baklava kasların yerine hamile kalıp doğursaydın o zaman!
-Senin seçimin!
-Kadın olmak mı?
-Yeter artık! Her sabah, her sabah, uğraşamayacağım bu saçmalıkla, toplantıya yetişmem lazım.
-Çıkarken krateri de bir temizle, kayaçlar erimiştir bağrışmalarımıza!
-Neyi temizleyeyim? Ne erimiştir? Ne diyorsun Serap ya?
-Krateri diyorum! Hani bahçedeki yanardağın krateri, önünden geçeceksin arabaya giderken, temizleyiver de bir deprem daha yaşamayalım!
-Üç çocuktan sonra bu normal olsa gerek, bir yardımcı mı tutsak?
-Anlamadım?
-Halüsinasyonlar görmeye başladın sanırım!
-Sende de demans var! Ortancanın doktor randevusu yarım saat sonra, götürürüm demiştin diye annemi çağırmadım! Hasta olan ben miyim sen misin, söyle hadi şimdi?
-Kız hasta mı?
-Oha Tolga! Oha! Kız zatürreden ölse ruhun duymayacak! Anaokulunda kapmış, salgınmış, bir haftadır geçmedi, bugün de doktora götüreceğiz çocuğu!
Anneyi çağır, bir yığın laf işit, doktoru ara, randevuyu bir saat ertele, büyüğü okula bırak, ortancayla doktora, evde tuvalet kağıdı azalmış, bir de mutfak alışverişi yapmalı, market, dükkânlara gir çık, nasıl defter alın demişti öğretmen, matematik için kareli olsa gerek, arabaya da benzin, eczaneye uğramalı eve dönmeden, ah uyudu bile kız arka koltukta, eve girince hemen yatağına koymalı, sonra küçükle emekleme alıştırması, hadi dört ayak beraberce yerdeyiz, akşama da yemek yapmalı, ne istemişti büyük olanı?
Sabahki atışmadan beş saat sonra ilgilenebildi bahçeyle Serap. Haklıydı, kayaçlar erimeye başlamıştı, hemen soğutmalı! Aldırmamıştı bile Tolga! Görmüyor muydu gerçekten aktifleşmeye başlayan bu koca kubbeyi? Farkında değil miydi yaklaşan tehlikenin? Koşar adım bahçeden geçip gitmişti her zamanki gibi. Ne kadar zaman olmuştu dönüp arkasına el sallamayalı?
-Akşam şirket yemeği var, beni beklemeyin! Iğğy, bu da ne? Şeker koymamışsın çayıma!
-Sana da günaydın hayatım! O iki yanından sarkan uzuvlara kol deniyor, öne doğru uzattığında masanın ortasında duran şekerliğe ulaşabilir, kolun bittiği kısımda bulunan beş parmağından ikisini kullanarak kaseyi tutabilir, içinden şeker alıp fincanına atabilirsin, bir dene istersen.
-Ne kadar da esprilisin bugün!
-Evlenmeden önce, seninle bir ömür gülebilirim derdin! Her zaman espriliydim.
-Bundan sonra aklımda tutmaya çalışırım. A, ama yok, tutamam değil mi? Demans var bende!
-İlaçlar iyi geldi bu arada, ateşi düştü kızın çok şükür!
-A, evet, doktora gitmiştiniz dün değil mi?
O da neydi? Valla sallandı mutfak lambası, sandalye de titriyor işte! Adama bak ama! Hiç oralı değil… Hissetmiyor mu gerçekten? Hışımla çıktı bahçeye, yanılmamıştı, hafif bir duman süzülüyordu volkandan. Eğildi, ellerini gezdirdi sıcak toprağın üzerinde, içinde kalan şefkatin son kırıntılarını bıraktı kraterin ağzından aşağıya doğru. Sakinleşti yüzey, durdu duman, hafif bir titreme aldı Serap’ın içini. Bu ay üçüncü defa oluyordu şirket yemeği, daha önce iki ayda bir anca olurdu, geçen seneye kadarsa yılda bir defa…
-Süt kokuyorsun!
-İster misin?
-İğrençsin!
-On yıl önce böyle demiyordun ama!
-O kadar oldu mu yüzükleri takalı?
Bir yumruk indi karnına, karardı gözleri, küller uçuştu mutfakta, bahçede bir kızıllık, hayır, patlamamalı, yatıştırmalı kendini Serap, evlilik yıl dönümlerini de unutacak değil ya? Akşama yapar bir sürpriz kesin, beklemeli… Oturdu, çayından bir yumdum aldı, ufaklık kucağında, ortanca anaokulunda öğrendiği şarkıyı söylüyor ağzı dolu olsa da, oğlansa hazırlanıyor odasında, saçlarıyla uğraşır oldu kaç sabahtır, hoşlandığı bir kız var herhalde… Gülümsedi huzurla, iyi ki vardı çocukları! ‘Ne güzeliz’ diyecek oldu, Tolga elinden bırakmadığı cep telefonundan okuduğu bir habere sinirlenip kalktı hızlıca, piyasalar fena mı etkilenecekmiş neymiş, gidiverdi ardınca… Dudaklarından çıkma zahmeti göstermedi sorular, ne de olsa ‘anlamazsın, boşver’ diyecekti, üniversiteyi bitirmeyişini vururdu hep yüzüne… Oğlana hamile kalmıştı, nasıl girerdi derslere? Hadi Serap, geçmişe dalmanın sırası mı şimdi, yine servisi kaçırmasın çocuk, ilgilenmeli…
Ustalar çamaşır makinesini onaradursun, Serap ütüleri bitirdi, gözü emekleyen miniğin üzerinde, akşama yemeğe çıkarlar mı yoksa yemek hazırlasa mı, mumlar da koysa mesela, bir de güller ortaya, yok daha neler, gülü de o alıp getirsin, azıcık romantik olsun! Ah, hayır ne oldu şimdi tatlım niye ağlıyorsun, gel altını bir kontrol edelim, temizliğe yarın mı gelecekti kadın, ona da bir telefon etmeli, bu hafta sonu ailecek bir yerlere giderler belki, Pazartesi gelsin söyleyeyim de… Ah, olamaz, nasıl da unuttu, görümcesinin doğum günü yarın, bir ara çıkıp hediye de almalı…
-Alo! Efendim canım?
Yıllarca süren püskürmeler gittikçe derinleştirmişti krateri, eriyik çıkmaya hazırdı yeryüzüne ve hâlâ Serap ‘canım’ diyebiliyordu, ne de olsa liseden beri sevdiği adamdı…
-Piyasalar berbat Serap! Durum hiç iyi değil, başkente gidiyorum, kalmam gerekecek.
-Ne kadar da çalışkan bir millet olmuşuz… Demek hafta sonları da işinin gücünün başında herkes!
-İğnelemenin hiç sırası değil, üç çocuk büyütüyoruz, bu işi halletmem lazım, kovulsam sen mi çalışacaksın sanki?
-Yüzlerini görsen tanır mısın acaba…
-Efendim?
-Yok, öyle kendi kendime mırıldandım, yok bir şey, bakma sen bana… Başka biri gidemez mi senin yerine?
-Gidebilse seni aramazdım herhalde, mantıklı ol biraz! Kapatmalıyım, çocukları öp benim için, varınca ararım.
Ah, bu gürültü de ne böyle? Bu sefer patladı galiba! Ufaklığı bıraktı salonun orta yerindeki oyun parkına, yetişmeli lavlar çimlere ulaşmadan, ah hele çiçekleri, onlara bir şey olmamalı, bir koşu kaptı küreği, toprak attı dağın ağzından, iyice açılmış gürlüyor, turuncuyla kırmızı ha aktı ha akacak, doldurdu küreği, yeniden toprak attı, sonra yeniden, yok durduramıyor kızgınlığı, yardıma gelen de olmaz ki, komşular aldırmaz, annesini mi arasa, nereye koymuştu telefonunu? Ah, tamam, salonda olmalı… O da ne, hiç mesaj atmaz Tolga oysa, hayret! Yıl dönümümüz olduğunu hatırladı, üzüldü belki de, yanında insanlar vardır, zor bir günmüş de, koşuşturma içinde arayamadı tekrar herhalde…
“Uçak saat yirmi birde! Saat yedide alırım sevgilim seni evden!”
Bir de kalp yapmış ve de gülen surat, aman Allah’ım, demek ki sürpriz yapmış işte, sabahtan beri numaradan kandırmalar, kızdırmalar falan, tamam, sabah on yıl öncesinden bahsedince, sürprizleri sevdiğimi hatırladı, ah evet ya, canım sevgilim benim, evlilik yıl dönümümüz için küçük bir kaçamak ayarlamış, ya bak günahını aldım ben de, salak Serap işte! O kadar da değil tabi, evlendiğimiz gün unutulabilir mi, of ya ne kadar da eğlenceli bir düğündü, unutulmaz tabi!
Geri çekildi lavlar, vazgeçti yanmaktan, sakinleşti dağ, açtı çiçekler, güneş de parlıyor şimdi, hemen hazırlık yapmalı. En seksi iç çamaşırları, iki gece için en sevdiği elbiseler, yürüyüşe de çıkarlar hazır çocuklar ilk defa yanlarında yokken, spor ayakkabıları da koymalı bavula, nereye gidiyorlar acaba, aman canım soracak değil ya… Tolga için de pantolon, gömlek, bir de eşofman… Sonra derhal duşa, ufaklığı anneye, çocukların okullarına telefon etmeli, dedeleri alacak okul çıkışında, hadi şimdi kuaföre, saçlar da tamam, ojeyi kendi halledecek, Tolga sever kırmızıyı, ah ne tatlı bak gördün mü, düşünmüş de sürpriz hazırlamış işte, hafif bir makyaj da iyi olur, kombiyi kapatmayı da unutmamalı, geçen ayki faturanın maşallahı vardı yani… Son defa kontrol etti ışıkları, ocağı, ütünün fişini… Kilitledi kapıyı.
İşi uzadı herhalde, uçağı kaçırmasalar bari, on dakikadan bir şey olmaz gerçi… Hava serinlemeye başladı, keşke üzerine daha kalın bir şey alsaydı, havaalanında sıcak basar diye düşünmüştü…
Bahçe ışıkları kapalı ya, göremedi beni de annemlerde mi bekliyorum sandı acaba, bu kadar da geç kalamaz herhalde! Neyse, bir beş dakika daha bekleyeyim, ararım olmazsa…
On yıldır sabırla bekleyen sigarayı çıkarttı çantasından, yaktı, oh ne iyi geldi! Tatlım derdi, canım derdi beraberlerken, evlendikten sonra hayatım… Çekti içine dumanı, hiç ‘sevgilim’ demezdi, dememişti…
Ellinci dakikada gördü karanlığın içinden süzülün ateşi, önce ince bir çizgi gibi, sonra kalın şeritler akmaya başladı dağın ağzından toprağa doğru… Kapalıydı telefonu, büyük bir patlama, üşümüyor artık, uçak moduna aldı herhalde… Müthiş bir sarsıntıyla kaldırım ikiye yarıldı, şirket yemekleri otel odasındaymış demek, bak sen şu koca çokbilmiş kaçak oynayana, sevgili yapmış kendine… Tüm ihtişamıyla büyüyordu dağ, uzuyor, genişliyordu, yıllarca yer altında basınçla başa çıkmaya çalışan yanardağı durdurmak imkansızdı artık! Öfkeyle püskürttü içinde ne varsa, kızıl kıyamet akan lavlar bahçeyi kuşattı… Ben burada ev işi yapayım, çocuklara bakayım sen küçük kuşunu orda burada öttür öyle mi, bak sen hele! Ateş seli eve ulaştı, göz gözü görmüyor… Bir de o kibirli hali yok muydu, ah ben seni var ya… Yer alev gök gürlüyor, ateş topları uçuşuyor havada, katil olmama değmezsin, küfür de çok sana! Lavlara teslim kapıya doğru fırlattı elindeki bavulu, ne olur ne olmaz diye almıştı arabanın anahtarını. Yalaz aydınlığında büyüyüp küçülüyordu dünya, is tadı damağında, çıtırdıyor anılar, etraf yangın yeri, ardına bakmadı… Eve dönünce görürsün bakalım, halüsinasyon muymuş yoksa gerçek mi!
Hikaye söyleşi tarzında kaleme alınmış sayılır. Kadının zihninde çok fazla ünlemvari düşünce var. Bu öfori, kaotik bir ilerlemeye neden olduğu gibi öykünün fazla gündelik olmasına sebep olmuş.