Bugün daha önce hiç yaşamadığım kadar büyük heyecanım ve sanıyorum hayatımın geri kalanında bundan daha büyük heyecanlar yaşayacağım. Bundan sonrası çoluk çocuk, mutluluk ve bu tarz şeyler… Diğer bir deyişle bugün hayatımın asıl kısmının ilk günü. Sevdiğim kadına evlenme teklifi edeceğim. Yüzüğünü tam bir hafta önce sipariş verdim ve dün teslim aldım. Romantik adamım doğrusu, çok önceleri –gençlik yıllarımızda- ilerde evlenirsek nasıl bir yüzüğümüz olsun diye gezdiğimiz kuyumcularda O’nun beğendiği modelleri yazmıştım aklımın bir köşesine.
“Taşı çok büyük olmasın ama küçücük de olmasın tabii ki. Sana da kıyamam, çok pahalı bir şeye gerek yok ama bana da yakışsın. Anladın sen.”
Bu sözleri söylerken her kuyumcunun vitrininde aynı model yüzüğü gösteriyordu bana. Ee bende eşek değilim ya, öğrenmiştim hangi yüzüğü istediğini. Tam da istediği model yüzüğü sipariş etmiştim.
Dünden beri içim içime sığmıyordu. Yüzüğü açık bir şekilde başucumdaki komodinin üzerine koymuştum yatmadan evvel. Üzerine vuran loş gece lambasının ışığının altında, yüzüğün pırlantasının parıltıları arasında bugünümün nasıl geçeceğini planlamaya çalışmıştım bütün gece. Iıı daha doğrusu planlamaya çalışmıştık. İç seslerim ve ben… Evet iç seslerim…
“Bence önce romantik bir yemeğe götür, pahalı bir yere. Balığı çok seviyor mesela. Boğazda balık yemeye gidebilirsiniz.”
“Olum çok pahalı olma…”
“Bi sus sen ya salak cimri. …Sonra şampanyasını yudumlarken kadehin içindeki yüzüğün parıltısıyla boynuna atlasın.”
“Yav he he! Oldu olacak pasta yerken içinden çıksın. Salak salak konuşup adamın aklını bulandırmayın la! Bak hacı! Adam gibi al karşına, böyleyken böyle de. Seni seviyorum kızım de, gel anama birlikte ana diyelim de.”
İç seslerim aralarında tartışırken plan yapmak benim için oldukça zor oluyordu. Biri ayı, diğeri cimri, diğeri gösteriş budalası… Bitti mi? Tabi ki hayır.
“Öküzsün yaa! Bence en sevdiği şarkıyı kemanda çalmayı öğren ve serenat yap! Sonra diz çöküp yüzüğü aç. Ayy ne kadar hooş!”
İşte bir diğeri, bu da romantik iç sesim. Off, gerçekten çok zor planlamak bu karmaşanın içinde. Ben ne yapacağımı düşünürken iç seslerim tartışmaya devam ediyordu.
“Oğlum mal mısınız la? Ne o öyle diz çök, yüzüğü aç falan! Aduket çeker gibi… Delikanlı gibi seviyorum kızım seni dersin, en temizi!”
“Ya olur mu öyle ayı gibi! Sen karışma ya!”
Eee sonuç? Nasıl bir evlenme teklifi edeceğimi planlayamadan sabahın ilk ışıkları yüzüme vurmuştu. Gözlerim hafif şişmişti uykusuzluktan ama hiç uykum yoktu hala. Sanırım uykusuzluğa bedenimin verdiği fiziksel tek tepki bu göz şişkinlikleri…
Dün görüştüğümüzde yarın için, yani bugün için, hiçbir plan yapmamasını ve benim aramamı beklemesini söylemiştim İdil’e. O’nun adı İdil! İdil aşk’a en çok yakışan isimlerden biri değil mi sizce de? Anlamı da öyleymiş, aşk ile alakalı şiir demekmiş. Hayatımın geri kalanını paylaşmak için O’ndan daha iyi birini bulamazdım. Artık hazırlanıp İdil’imi aramalıydım vakit kaybetmeden.
Akşam yatmadan, giyebileceğim kıyafetlerimi hazır etmiştim. Bana en çok yakıştığını söylediği tişört, üzerine bir ceket ve altına kot pantolon birinci seçeneğimdi. Hemen yanında İtalyan kesim açık lacivert takım elbisem ve O’nun aldığı açık mavi gömleğim diğer taraftan göz kırpıyordu. Ama daha nasıl bir yere gideceğimize, nasıl bir evlenme teklifi edeceğime bile karar vermemiştim.
“Al işte! Hep sizin yüzünüzden! Adam kararsız kaldı. Bak bence sen bu salakları boş ver. Gel boğazda balığa götür işte. Çok havalı! Hiçbir kız hayır diyemez.”
“Kendin evde yemek hazırla, ondan daha romantik bence, mumlarla İdil yazarsın. Ayy ne kadar güzel! Keşke bana da böyle evlenme teklifi edilse!”
“KESİN ARTIK! Bir insanın birbirinden alakasız bu kadar iç sesi olur mu ya? Biri öküz, biri fabrikatör kızı sanki, diğeri âşık! Hayır aşk senin neyine ya, sen iç sessin ulan, kime ne ara âşık oldun?”
“Yaa, deme öyle, İdil’in arkadaşı Berin var ya onun iç sesine âşık oldum, bi kere bana çok tatlı bir sesin var demişti!”
“BAK BAAK! Var mı sizde öyle şeyler? İç sesler bizden habersiz konuşuyor mu?”
“Ne sandın goçero! Bizim de ayrı bir dünyamız var, icabında duygularımız da var, mesela ben çok güzel sinirlenirim. Bi susun artık belanızla ilgili değişik işlere kalkışacam ha!”
İyice deliriyordum sanırım. İç seslerimle kavga ediyordum. Her şey bir yana iç sesinden küfür yiyen ilk insan olabilirdim. Yatağımın hemen karşısında bulunan koltuğa serdiğim kıyafetler gözüme ilişti birden. Tekrardan hangisini giysem diye düşünmeye başladım. En iyisi takım elbiseyi seçmek sanırım, hep filmlerde öyle oluyordu. Hem İdil’imin filmlerdeki o başrollerden ne eksiği var! Fazlası bile var. Dünya güzeli benim İdil’im. Metehan’ın yaptığı ıslıklı oktan bile daha ok gibi olan kirpiklerinin arasında okyanuslardan daha okyanus mavilikleriyle beni benden alan gözleri… Saçlarının dalgası gözlerinin mavisine yakışır hırçınlıkta ve dudakları… Dudakları bir kelimenin olmayı isteyeceği en güzel yer… İdil’im benim her şeyim… O’na evlilik tekliflerinin de en güzeli yakışır.
İç seslerimin sessizliğinden faydalanarak hemen ne yapacağımı düşündüm. Filmlerdeki gibi bir evlilik teklifi yapmaya karar verdim. Önce dolu dolu bir gün geçirelim. Günün sonunda romantik bir akşam yemeği ve evlilik teklifi… Dolu dolu gün nasıl olacak peki? Bana hep boğazı havadan izlemek istediğini söylerdi… Ee yapmam gereken belli, helikopter gezisi yapan bir şirket bulmalıyım! Hemen internete sarılıp telefon numarası buldum.
“Oğlum çok pahalı olur yapma etme gözünü seveyim, bak daha nişanı, kınası, düğünü bir sürü masraf…”
“Ya sen ne anlarsın salak! Bence çok havalı olur! Muhteşem tercih!”
“Yani daha güzeller de olabilirdi ama madem boğazı havadan görmeyi istediğini hatırladın, bence romantik olur!”
“La iki dakika delikanlı olun be! Ben ilk söylediğimde ısrarcıyım hacı!”
Yine başladılar… En iyisi hemen planımı işleme koyayım, böylece onların konuşmalarına fırsat vermemiş olurum.
Bulduğum ilk telefon numarasından yarım saatlik helikopter gezisi için maaşımın yarısı kadar bir fiyat almama rağmen telefondaki adama rezil olmamak için kabul ettim. Saat üç için rezervasyon yaptırdım. Sırada akşam yemeği vardı. Onu ayarlamak çok daha kolaydı. Çocukluk arkadaşım, dostum Hakan’ın boğazdaki restoranının en güzel masasını benim için ayarlayacağından şüphem yoktu. Hakan’ı aradım ve İdil’e evlenme teklif edeceğimi, durumun romantizmine uygun bir masa ayarlamasını söyledim. Hakan restoranın en güzel masasını, menünün en lezzetli yemeklerini ve tam evlilik teklifi anı için birkaç kemancı ayarlayacağını, aynı zamanda bizim göremeyeceğimiz yerlere bu güzel anı kaydetmek için kameralar yerleştireceğini söyleyip telefonu kapattı. Dost dediğin böyle zamanlarda belli oluyor vesselam.
Saat on ikiye geliyordu. Yarım saate hazırlansam, yarım saate İdil’in evine gitsem, bir gibi İdilde olurum. Oradan helikopter pistine üçe ancak yetişiriz.
Sıra İdil’i aramaya gelmişti. Telefonumu hiç bırakmadan listeden İdil’in numarasına basmaya çalışıyordum fakat ellerim heyecandan titriyordu. Yine de kas sistemimin verdiği ezici kuvvetle heyecanımı yenip İdil’i aradım.
“Hayatım! Şık bir elbise giyin. Bir saate hazır ol, bugün özel bir gün olacak. Ama sorma, sürpriz! Seni almaya geliyorum.”
İdil evlilik teklifi edeceğimi tahmin etmiş midir bilmiyorum ama bugünümüzün sonunda O’nunla mutlu hayatımızın en büyük adımını atmış olacaktık.
Takım elbisemi giyindim, saçlarımı taradım, spreyle güzelce şekil verdim ve yüzüğü ceketimin iç cebine koyup evden çıktım. Heyecanla, kesin bir şeyler unuttum, diye kendi kendime söylenerek arabaya indim. Arabanın kapısına elimi uzattım.
“Haydaa! Anahtarlar evde kaldı!”
Hemen eve dönüp arabanın anahtarlarını aldım ve yola koyuldum. Yoldaki insanların hepsinin ellerinde birer sepet, sepetlerin içlerinde çiçek bahçelerinden özenle seçilmiş onlarca çiçek, arabanın üzerine atıyorlardı sanki… Bütün dünya birleşmiş İdil ile evlenmemizi kutluyor gibiydi. Evlilik teklifi eden herkesin gördüğü bir yanılsama mıydı bu? Ben ki iç sesleriyle kavga eden biriyim, bu gördüklerim mi beni şaşırtacak? Hey yavrum be, alkışla anam alkışla, sen de çiçekleri at! Hah, tam istediğim gibi bir yol.
İdil’in evine yaklaştığımda camdan beni gözetlediğini fark ettim. Arabadan inip bir gülücük fırlattım dünyanın en güzel kadınına, İdil’ime! Elimle “Gel hadi” dedim. Kafasıyla “Tamam” diyerek gülümsedi güzel güzel… Başka türlü gülemezdi ki zaten, çok güzeldi çünkü.
Arabaya bindik ve onun için bilinmez, benim içinse heyecan dolu helikopter pistine giden yola çıktık.
“Ne şimdi bu? Niye böyle giyindik?” dedi heyecanla.
“Sürpriz!” dedim gülümseyerek. Anlamış mıydı evlilik teklifi edeceğimi? Bence anlamamıştır.
Yol boyu birbirimizin gözlerine baktık, radyoda ne çalıyordu bilmiyorum ama benim kulağımda hep aynı şarkı; İdil’imin en sevdiği o şarkı: “Ölünce sevemezsem seni…”
Helikopter turunu düzenleyecek olan şirkete geldiğimizde İdil mutluluktan uçmaya başlamıştı çoktan.
“İnanmıyorum sana! İyi ki varsın! Seni çok seviyorum!”
Bu sözleri sevdiği kadından duyan bir erkekten daha mutlu ne olabilir? Hiçbir şey olamaz değil mi? Ben nirvanadayım, beni buradan alın!
İdil helikoptere ayakları titreyerek biniyordu, en çok istediği şeyi görmeye giden bir insan böyle olmalı! Ben de İdil’e giderken böyleydim zaten.
Boğaz yukarıdan gerçekten muhteşemmiş doğrusu. Bir yanda yükselen gökdelenler, iki devasa kıtayı birbirine bağlayan boğaz köprüsü, bir tarafta Karadeniz’in azgın maviliği, diğer tarafta Marmara’nın görece dinginliği… Tüm bunları seyrederken İdil’in gözlerindeki mutluluğu görmek akşamki yemek için heyecanımı bir kat daha arttırmıştı.
Helikopter turumuz bittiğinde İdil boynuma sarılarak yeniden beni çok sevdiğini söyledi. Bense heyecanla bugünün daha bitmediğini, daha yeni başladığını söyledim. Annesine harçlıklarını biriktirmiş ve ilk hediyesini almış bir çocuk gibiydim. Sürprizi bozmak istemiyordum fakat bir an evvel evlenme teklifi etmeyi ve İdil’den “Evet” sözcüğünü duymayı bekliyordum.
Arabamıza bindik ve Hakan’ın restoranına doğru yola koyulduk. İdil heyecan ve merakla bana bakarken masmavi gözlerinde mutluluğu görüyordum. Ne güzel kadınsın sen! Aşk var gözlerinde, mutluluk var! Cennet diye seni yaşarım ben sonsuza kadar!
Restorana geldiğimizde Hakan bizi kapıda karşıladı ve oturacağımız masaya geçtik. İdil bu andan itibaren evlilik teklifi edeceğimi anlamıştı sanıyorum. Zira Hakan buraya her gelişimizde bizi kapıda karşılamıyordu. Ama İdil yine de hiç bozuntuya vermedi. Asil kadınımın benim!
Yemeğimizi yedik ve ikimizin de beklediği an gittikçe yaklaşıyordu. Hakan İdil’in arkasında uzakta bir yerde bana el kol işaretleri yapıyordu. Aslında hiçbir tepki vermeyip Hakan’ın bu haliyle biraz eğlenebilirdim. Bir pilot havadan Hakan’ı görse restoranı havaalanı sanıp iniş yapabilirdi. Diğer insanların dikkatini çekmeden kafamı salladım. Hakan elini şaklattı ve etrafımızda üç adet kemancı bitiverdi. Romantik bir şarkı çalmaya başladılar. Restorandaki herkes aniden bizim masaya odaklandı. Bense ellerim titreyerek ceketimin iç cebindeki yüzüğü çıkarttım ve İdil’imin hemen yanında diz çöktüm.
“Seni bulduğumda, ben ne iyilik yaptım ki bu melek bana bahşedildi, diye düşündüm. O günden beri hala ne iyilik yaptığımı bulamadım. Belki de iyilik yaptığım için değil iyilik yapacağım için çıktın karşıma. Eğer izin verirsen ömrümün kalanını sadece sana iyilik yapmayla geçirmek istiyorum. Seni sevmeyle… Sana her gün yeniden âşık olmayla… Ömrünün geri kalanını benimle paylaşır mısın? Bir ömür hayatıma yoldaş olur musun?”
İdil elleri titreyerek ellerimi tuttu, gözyaşları içinde “Evet!” diye bağırdı. Restorandaki herkes bizi alkışlıyordu. Boğazın gecesini aydınlatan havai fişekleri de anlaşılan Hakan ayarlamıştı. Adamın dibi! İdil’in titreyen ellerine eşlik etmekten geri kalmayan ellerimle yüzük parmağına zar zor yüzüğü taktım. Yüzüğe bakar bakmaz İdil bana bir aşk fırlattı… Zira tam da hayal ettiği yüzüğü almıştım. Ellerinden tuttum ve dünyanın en güzel kadınıyla dünyanın en güzel şarkısında ve dünyanın en güzel anında dans etmek için masadan kaldırdım. Kemanlar çalarken bizde mutluluğun büyüsü içinde dans ediyorduk. Daha ne isterim bu hayattan? Gözlerimi kapattım ve İdil’imin kollarında kayboldum adeta…
Gözlerimi açtığımda etrafta kimse yoktu. Uzakta bir baraka… Barakanın önünde Hakan… Yaşlanmış mı biraz? Ee peki İdil’im, o nerede? Mutluluğum nerede? Gülüyorduk az evveli, mutluluktan uçuyorduk, aniden gözlerimde bir ıslaklık belirtisi… Hakan yanıma yaklaştı, hüzünlü biraz… Elini omzuma koydu.
“Sakinleş, otur şöyle” dedi.
“Ne oluyor Hakan, ne demek sakinleş? Nedir bütün bunlar? İdil’im nerede? Ne oldu buraya oğlum? İstanbul’un en güzel restoranıydı burası az evvel?”
“İdil yok. Derin nefes al ve sakinleş. Her şeyi anlatacağım. Ama önce sakinleş, olur mu dostum.”
“Hakan! Anlat noluyor? İdil’im nerede?”
“İdil… Beş yıl önceydi… Kaybettik İdil’i dostum, kaybettik… Ve sen… Beş yıldır aynı şekilde yaşıyorsun. Her sabah uyanıp O’na evlenme teklifi ettiğin o günü yaşıyorsun. İdil’siz İdil’i yaşıyorsun!”
Hakan’a inanmıyordum. Nasıl olur böyle bir şey? Daha az önce evlenme teklifi ettim, o da kabul etti! Önümüzde çok güzel, upuzun bir hayat var! Yalan söylüyor Hakan! Kesin çıkacak bir yerden İdil. Ama bu mekân ne böyle? O güzel boğaz manzarası tek yerinde olan, geri kalan her şey harabe… Hakan yanıma oturdu ve cebinden eskiye dair fotoğraflar çıkardı. İdille evlendiğimiz günün fotoğrafları, gezilerimizin, yaşadığımız güzelliklerin ve en sonunda İdil’in mezarının fotoğrafı…
“Hakan? Peki gündüz yaşadıklarımız? Helikopter gezimiz?”
“Hepsini ben ayarladım. Helikopter şirketini de, telefonu da; hepsi benim kurduğum bir düzmece.”
Hakan söyleyince hatırlamıştım her şeyi. İdil’im… Lanet olası bir trafik kazasında kaybettim onu. Her şeyimdi o benim ve gitmişti sonsuzluğa… Neden onun yokluğunu hatırlayayım ki?
“Hakan! Peki ben neyim? Yarın var mı ya da bugün yaşandı mı?”
“Dostum yarın var mı yok mu senin elinde! Beş yıldır ben varım, sen yarını yaşayana dek de ben olacağım. Yine aynı düzmeceyi kuracağım senin için. Uyandığında onu seçmek veya günü seçmek senin elinde… İkincisi biraz acıtabilir ama birincisinin sonundaki acı da az değil hani. Tercih senin! Yarını yarın olarak yaşa ya da yine bugünü yaşa! Ben hep burada olacağım dostluğumuz için, senin için!”
Hakan’a sımsıkı sarılarak ağladım. İdil’imin yokluğunu kimse dolduramazdı fakat böyle bir dostun varlığı bana güç verdi. Hakan beni evime bırakıp gittiğinde düşünmeye başladım. Yalnız kaldığımda yine iç seslerim konuşmak için fırsat kolladıklarını belli ettiler.
“Oğlum delikanlı gibi söyleyecektik adama!”
“Saçmalama ya öküz! Nasıl söyleyelim? Yazık değil mi? Adam İdil’ini kaybetti! Gün boyu mutlu oldu en azından!”
“Bir dakika! İç sesim, daha doğrusu seslerim, benim bugün yaşadıklarımın aslında var olmadığını biliyor muydunuz yani?”
“Ne sandın mal! Biliyorduk tabi! Salak la bu… İç sesiz biz kıt zekâ, hayal dünyası falan hep bizim dünya!”
“Eee, neden bana söylemediniz peki?”
Az önce konuşmak için sıra beklemeyen o iç seslerim susmuştu. Sanıyorum cevabı benim bulmamı bekliyorlardı.
“Ha şunu bileydin!”
Bu benim halletmem gereken bir sorundu. İdil’in varlığına olan özlemimi, yokluğuna duyacağım saygıyla değiştirmem gerekiyordu. Yarın ne mi olacak? Açıkçası bende bilmiyorum. Yeni bir gün, hayat yeni bir teklif sunacak fakat benim İdilsiz bir yenilik istemediğim de aşikâr. Böyle de sonsuza kadar yaşanmaz ki. Geçmişte kalan eşsiz bir mutluluk ya da bugünün acısı… Tercih etmek çok zor…
Gayet sürükleyici bir öykü yazmışsınız, hani film gibi. Mizahi üslubu da çok severim. İç sesler ve karakterin gerçeği kavradığı sahneye kadar olan kısım gayet başarılıydı fikrimce. Lakin dans esnasında gözünü kapatıp devamında açtığında gerçekle yüzleşme sahnesi yerine daha yaratıcı bir sahneyle kavrasaydı karakter durumu, baştaki giderek artan tempo fazla fire vermeden devam edebilirdi sanki.
Okur görüşü benimki elbette, tıpkı hikayenin ilk cümlesinden itibaren merak duygusu uyandırdığı ve
güzel bir konu seçtiğiniz gerçeği gibi.
Ezcümle, kaleminize kuvvet.
Güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Açıkçası benim de pek içime sinmedi yüzleşme sahnesi, genel hikayeye göre sönük kaldı. Ben yazarken hiç durmadan, düşünmeden yazıyorum. O kısmı yazarken bir defa öyle yazdım. Sonra düşünüp değiştirmek de istemedim. Aslında biraz düşünüp daha güzel bir sahne yazılabilirdi. Umuyorum, yazdıkça pişeceğiz 🙂
Tekrar teşekkür ederim, görüşmek üzere…