Zoltan lakabıyla da anılan özel dedektif Nurettin Zoltanoğlu, çalışma masasından sıkıntıyla kalktı. Ne zaman bilgisayarı açsa, planladığı işin dışında başka bir sürü gereksiz şeyle uğraşır, sonra da yoğun bir tatminsizlik duygusu ve göz ağrısı eşliğinde yerinden kalkardı. Teşvikiye’den Beşiktaş’a inen dik yokuş üzerindeki eski bir apartman dairesinde yalnız yaşıyordu, yalnızlığına gerekçe olarak da bağımlılık düşüncesinin kendisini bunalıma sürüklediğini ileri sürerdi. Buna karşılık yıllardır aynı evde oturuyor olması, karakterini hayatına yeterince uyarlayamamaktan kaynaklanan garip bir çelişki olarak düşünülebilir. Felsefe eğitimi almış, gençlik yıllarının önemli bir bölümünü dergilere yazı yollayıp sanat ve düşünce çevrelerine takılarak geçirmişti. Dışarıdan oldukça çekici görünen bohem bir hayattı bu. Ama bir gün, felsefenin dünyayı ancak yorumlamaya yettiğini söyleyerek dedektif olmaya karar verdi, eski arkadaşlarıyla da ilişkisini kopardı. Geçiş süreci hakkında elimde yeterli bilgi yok, ayrıca dedektifliği neden felsefenin anti tezi yerine koyduğu da gerçek bir muamma. Bu gibi konularla ilgili sorular sorulduğunda baştan savma yanıtlar vererek sohbeti başka yöne çektiğini biliyorum sadece.
İstanbul’un tipik bol nemli sıcağı kendini hissettirmeye başlamıştı artık, klimanın yapay ve çarpıcı serinliğini fazla sevmediğinden sürekli çalıştırmıyor, fakat bu kez de yoğun nemin bezdirici ağırlığını üzerinde hissediyordu. Pencereye yönelip alışkın olduğu manzarayı izledi bir süre, evinin ön cephesi, içinde bir yüzme havuzunun da bulunduğu sosyal tesislere bakıyordu. Üç hafta hafta kadar önce, kocasıyla kızı arasındaki muhtemel bir yasak ilişkinin varlığından kuşku duyan bir hanım kendisiyle temas kurup gerçeği öğrenmek için hiçbir özveriden kaçınmayacağını söylemişti. Zoltan, önce entrikayı anlamakta güçlük çekti. Ensest vakalarıyla ilgilenmediğini bildirerek kadını geri çevirmenin uygun olacağını düşünüyordu. Fakat adamın kadının ikinci kocası, kızının da eski eşinden olduğunu öğrenince olayı biraz daha makul bulup dolgun bir ücret karşılığı teklifi kabul etti. İlk bakışta iş biraz sıkıcı gelmişti, ama hayat zaten ona hep sıkıcı görünürdü. Gençlik yıllarında yazdığı ve yayınlanmayan bir çalışması, felsefe tarihin en karamsar metinlerinden biridir.
Kimliğini ve kendini gizleyip sadece kocası ve kızıyla ilgili ayrıntılı bilgiler veren bu garip kadının böyle bir saçmalık için bu kadar parayı gözden çıkarmasını zengin şımarıklığı olarak yorumluyordu, azımsanmayacak bir peşinatı da hesabına yollamıştı üstelik. İş, nerdeyse semtin dışına bile çıkmasını gerektirmeyecek kadar kolaydı oysa. Genç kız, yakında ailece çıkılacak tatilde beyaz gözükmemek için yüzme havuzunda geçiriyordu günün büyük bölümünü. Bütün tatil mekanları gibi, hayatın yalnızca neşeden ve erotik gerilimlerden ibaret olduğu hissini veren bu havuza Zoltan da takılırdı ara sıra. Garip ismi, az bulunur mesleği ve karanlık kişiliği nedeniyle hem çevresinde bir miktar gizem duygusu uyandırır, hem de küçümsemeyle karışık alaycı dedikoduların türemesine yol açardı. Selin’i ilk gördüğünde bu izleme işinin tahmininden daha eğlenceli olabileceğini düşündü, kız fotoğraflarda göründüğünden güzeldi. Hayata dair kafasına takılan hiç bir soru yokmuş gibi, son derece programlı ve kararlı bir görünüm çiziyordu. Her gelişinde, havuzun cadde tarafındaki köşesine tereddütsüzce yönelip şezlonglardan birine yerleşir, güneş yağını itinayla sürdükten sonra genç ve yumuşak tenini ışınların yakıcı temasına bırakırdı. Bir saate yakın, çeşitli yatış pozisyonları deneyerek sürdürdüğü bronzlaşma etkinliğinin ardından havuza girer ve yirmi dakika kadar yüzdükten sonra da duş kabinlerinin bulunduğu bölüme giderdi. Bu yürüyüşleri izlemeyi kendince günün en zevkli anlarına dönüştüren Zoltan, onun hangi duş molasından sonra hangi renk bikiniyi giyeceğini ezberlemişti artık. Renklerin sırasını bile değiştirmeye gerek görmeyecek kadar düzene bağlı bir kızın, hiç de çekici sayılamayacak bir üvey babayla yasak ilişki yaşaması pek mantıklı gözükmüyordu açıkçası. Yaklaşık yirmi gündür izlediği halde bu yönde herhangi bir işarete rastlamaması da çıkarımını destekler nitelikteydi. Kızın havuz çıkışlarında neler yaptığını kendine özgü biçimde kayıt altına almıştı. Hafta içi kayıtlarında, eve gitmeden önce tek başına ana caddede vitrin baktığı, bazen de bir mağazaya girip alışveriş yaptığı yazıyordu. Cumartesi günlerinde ise havuzdan biraz daha erken çıkıp arkadaşlarıyla buluşuyor, sonra da semt civarındaki kafelerden birine giriyordu onlarla birlikte. Maaşlı ve güvenilir elemanı Kamil, şüpheli kocanın ders verdiği fakültenin çevresindeydi bütün gün. Oldukça becerikli bir yardımcı olduğundan içeri sızmayı da bir şekilde başarmış, böylelikle hedefini daha yakından izleme fırsatını ele geçirmişti. Ders dönemi sona erdiğinden adam zamanının çoğunu odasında, bilgisayarı ve kitaplarıyla geçiriyordu Kamil’in verdiği rapora göre, hiç aksatmadan her akşam aynı saatte de evde oluyordu. Genç kızla dış mekanlarda bir araya geldiğini bu süre içinde gören olmamıştı. Evin içinde ilişkiye girmeleriyse, evde böyle kuşkucu bir anne varken zaten imkansızdı.
***
Kendini her zamankinden daha sıkıntılı ve tedirgin hissetmesinde bu sonuçsuzluk duygusunun payı büyüktü. Az önce internette yapmaya çalıştığı araştırmayı da hiç ilgisiz başka konulara dalması nedeniyle tamamlayamamıştı. Aslında kadın, ille de bir yasak aşkın varlığının kanıtlanmasını beklemiyordu, tek istediği kaygılarından kurtulmak olduğunu açıklamıştı telefon görüşmesinde. Ortada bir ilişkinin olmadığına dair sonuç onu mutlu etmeye yetecekti. Fakat Zoltan, belki de meslek onuru kavramını biraz yanlış değerlendirmesi nedeniyle hiçlik durumlarına karşı oldukça tepkiliydi. Müşterilerine bir olumsuzluk bildirimiyle geri dönmek istemiyordu. Ayrıca yıllar boyunca geliştirdiği sezgi yeteneği de, eğer ortada kendisine ihtiyaç duyulmasını gerektirecek kadar büyük bir kuşku varsa bunun bir şekilde gerçeğe dönüşeceğine işaret ediyordu. Genç kızı izlemeyi kendi üstlenmişti. Dürüst konuşmak gerekirse havuzun cazibeli ortamının bu tercihinde oynadığı rol pek önemsiz sayılmazdı. Buna karşılık, iş esnasında istencini bütünüyle arzunun egemenliğine bırakacak biri de değildi. Selin’i gözetim altına almayı seçmesinin nedeni, onun daha kolay ulaşılabilir bir mekânda bulunmasından çok, bu vakanın doğal çekim merkezi olduğunu düşünmesiydi.
Bermuda şortunu giyip havuz çantasını alarak evden çıktı, günlerden cumartesiydi, izleme süresi içindeki üçüncü cumartesi günü demekti bu. Üç sayısıyla arasında saplantılı ve dahası sancılı bir ilişki olduğundan bu işi artık bitirmesi gerektiğini düşündü. Bir salınım hareketinin üçüncü periyodu geçmesi durumunda kaotik bir sarmala dönüşeceğini okumuştu bir yerlerden. Gerek bu bilgi, gerekse çocukluğundan beri bu rakamla ilgili dinlediği hurafe ve söylenceler ruhunda kalıcı etki bırakmıştı anlaşılan. Havuz, havanın da iyice ısınmasıyla normalden daha kalabalıktı o gün, yer bulmak biraz zor olacaktı. Erken saatte gelmiş olan Selin, her zamanki yerinde, artık iyice bronzlaşmış tenini daha da yakmak için güneşin altına eflatun bikinisiyle pervasızca uzanıp uykuya dalmış görünüyordu. Zoltan, uygun bir yer bulmak için bakınırken kızın çok yakınındaki bir şezlongun boş olduğunu gördü. Bu hoş bir tesadüftü, belki de kızla konuşma fırsatı yakalayabilirdi. Eski moda barın hoparlöründen bir zamanlar çok sevilen, ama artık pek hatırlayanı kalmayan ünlü bir pop şarkısının ezgileri yükseliyordu. Bu melodi ve ortamın yıllardır korunan alçakgönüllü dekoru, yan taraftaki okulun bahçesiyle havuzu sınırlayan duvarın üstünden süzülen sarmaşıklar, tenis kortunun bulunduğu teras, bir yıllık özlemlerini denetimsiz coşkularıyla gidermeye çalışan çocukların acemi kulaç sesleri, geçmişin sebepsiz mutluluk beklentilerini anımsattı Zoltan’a. Her şeyin gelecekte bugünkünden daha güzel olabileceğini düşünmekten kaynaklanan o saf heyecanın dalgası ruhunun sarp kayalarına birkaç kez vurup geri döndü. O esnada gözü havuzda beliren bir yansıya takılıverdi aniden, Beşiktaş sırtlarındaki terk edilmiş bir binanın suretiydi bu. Yıllardır boş olarak orada öylece duran bu yapının nasıl olup da o kadar mesafeden havuza yansıyabildiğini düşündü. Fizik dersinde öğrendiği optik yasalarını hatırlamaya çalıştı, ama o kadar geride kalmışlardı ki, bilgilerini toparlaması o an için mümkün görünmüyordu. Düzlem aynalarda ışığın yansıma kurallarını, havuz yüzeyinin de bir düzlem ayna görevi üstlendiğini hatırlaması epey zaman alırdı. Normalde belki dikkat bile etmeyeceği bu durumdan rahatsızlık duydu, açıklık getiremediği yeni bir olgu çıkmıştı karşısına. Aslına bakılırsa kafa karışıklığına yol açabilecek bir konu daha vardı: Renkler. Eflatun, Selin’in günün sonunda tercih ettiği renkti, bu saatte üstünde beyaz bikininin olması gerekiyordu. Belki de sıkılıp renk sıralarını değiştirmişti, böyle genç ve güzel bir kız için günleri oldukça tekdüze geçiyordu ne de olsa. Havuza görüntüsü yansıyan binanın silinmeye yüz tutmuş dış boyasının renklerinin de eflatun ve beyazdan oluşması ise çok garip bir eşleşmeydi gerçekten.
Kızla bir diyalog başlatmak için uyanıp kendisinden yana dönmesini beklemek zorundaydı. Yanında getirdiği bir kitabı okumayı denedi beklerken, güneşin altında cümlelere ve anlamlara yoğunlaşmak pek kolay değildi, on dakika kadar çabaladıktan sonra direnmekten vazgeçip bıraktı okumayı. O sırada kızın vücudu hareketlendi, önce bacaklarını oynattı ardından da yatma yönünü değiştirerek yüzünü görünür kıldı. Zoltan neye uğradığını şaşırarak oturduğu yerden fırladı bu yüzü görünce. Yarım saattir Selin zannettiği kız bir başkasıydı. Onun yerinde yatıyordu, vücudu da onunkinin kopyasıydı adeta ama o değildi. Aklına ilk gelen şeyi yapıp adamını aradı, galiba sonunda bugün bir şeyler olacaktı. Fakat aksilik bu ya, Kamil’e ulaşılamıyordu bir türlü. Telefonunu yirmi dört saat açık tutan adamın en gerekli anda kapatacağı tutmuştu, normal değildi bu. Aceleyle çıktı havuzdan, beklentinin dışındaki gelişmeler çevresiyle arasına görünmez bir duvar örerek olan bitene karşı duyarsızlaştırmıştı onu adeta. İnsanları görmüyor, seslerini duymuyordu. Eve gidip havuz çantasını bıraktı, üzerini değiştirdi. Kamil’i sürekli aramayı ihmal etmiyordu bir yandan da, ama sonuç aynıydı. Kadını arayıp kocasıyla kızının nerede olduklarını sormak da mesleği adına utanç verici ve gülünç olurdu, böyle bir şey yaptığı anda dedektifliği bırakması gerekirdi. Ne yapacağını bilmez bir ruh haliyle çıktı evden. Sonra aklına, havuza gölgesi vuran bina geldi, çok önemli bir imge değildi belki ama karmakarışık düşüncelerin arasından öne sıyrılıvermişti birden. Onun bulunduğu sokağa gelince şöyle bir gidip yakınından bakmakta bir sakınca olmayacağını düşündü, nasıl olsa kimselere ulaşamıyordu. Peşinatı iade edip başarısızlığını itiraf etmekten başka çare yoktu, olayın denetimini kaybetmişti ne yazık ki. Hiçlik kavramından nefret eden biri olarak, böyle bomboş, terk edilmiş koca bir yapıyla baş başa kalmak ilginçti doğrusu. Belirsiz bir kader, onu hayatının boşluğunu simgeleyen bu iri ama kof binayla yüzleştirmek ister gibiydi. Metruk binaların davetsiz misafirleriyle karşılaşma riskini fazla önemsemeden, açık duran kapıdan içeri girdi. Sokaktan duyulan zayıf sesler, dış dünyanın kendisi için artık dönülemez bir mesafede kaldığı duygusunu uyandırıyordu. Zemin katın arka taraflarına doğru ilerledikçe o sesler de duyulmaz oldu, her yer varlık öncesi bir sessizliğe büründü ve ortam giderek karardı. Görüş neredeyse sıfırdı. Şansını fazla zorlamaması gerektiğine kendini ikna edip dönmek üzereyken, tuhaf bir titreşim ona orada yalnız olmadığını hissettirdi. Koşarak oradan çıkmak istediğindeyse yerinden kımıldayamadığının farkına vardı. Somut bir nesne ya da nesneler grubu hareketine engel oluyordu. Anlam vermekte daima güçlük çektiği hayatı, olması gerektiği gibi anlamsızca sona erecekti demek ki, her şeyin bir an önce olup bitmesini diledi. O anda bir ışık parladı, sonra bir başkası ve ardından diğerleri. Ortalık aydınlanınca hareketine engel olan nesnelerden birinin yardımcısı Kamil, diğerinin de eski dostlarından ressam Tevfik olduğunu gördü. Tevfik arkadaki birilerine başardık anlamına gelen bir işaret çakınca “İyi ki doğdun Zoltan” diye şarkı söyleyen bir koronun sesi duyuldu. Şaşkınlıktan dona kalan Zoltan gardiyanları tarafından geri döndürüldüğünde eski çevresinden çok sayıda arkadaşını, çeşitli yiyecekler ve büyük bir pastayla süslenmiş geniş masayı gördü. Evet, bugün onun doğum günüydü ama herhangi bir kutlama planı olmadığı gibi hatırlanmayı da beklemiyordu.
Kalabalık arasından biri, kendi gibi bir felsefeci ve eski sevgilisi olan Nevin, yanında gizemli işvereninin profesör kocası, meşhur Selin ve az önce havuzda Selin’in yerinde yatan kız olmak üzere birkaç adım önde duruyordu. Bütün bu görüntüler ona bir rüyanın içinde olduğunu düşündürdü. Çünkü karşısındaki verileri bir gerçeklik zemininde birbiriyle ilintilendirmek pek kolay değildi.
“Planımın tutacağına kimse inanmıyordu. Bunların çoğuyla iddiaya girdim ve sayende bir servet kazanacağım”, diyerek yanına geldi Nevin. “Seni tekrar aramızda görmek istiyorduk ama bunu normal yoldan beceremeyeceğimizin farkındaydık. Ne kadar inatçı olduğunu hepimiz biliriz. Sonra benim aklıma bir fikir geldi. Çok riskli bir plandı benimkisi, şu an burada kutlamayı sensiz yapıyor olabilirdik. Ama işte seni ne kadar iyi tanıdığımı herkese kanıtlamış oldum, biraz da şansın yardımıyla seni buraya getirmeyi başardık.”
“Ne planından, nasıl bir şanstan söz ediyorsun? Hiç bir şey anlamadım”, diyecek oldu Zoltan.
“Önce sana eşim Ekrem’i tanıştırayım”, diye profesörü işaret etti Nevin. “İkinci eşim demek istiyorum tabii. Yirmi yıldır görüşmediğimiz için hayatımda neler olup bittiğini bilmiyorsun, oysa ben seni hep izledim uzaktan. Hala aşık olduğumdan değil, insan olarak değer verdiğim için. Bu benim ikinci evliliğim. Selin benim ilk evliliğimden olan kızım. Ezgi de Selin’in okuldan arkadaşı. Seni tekrar kazanmak için aklıma bu müthiş fikir geldiğinde onların yardımını istedim. Tabii önce senin benim için artık sadece değerli bir dost olarak anlam taşıdığın konusunda Ekrem’i ikna etmek zorunda kaldım. Sonrasını biliyorsun, gizemli kadın rolüne bürünerek seni malum iş için tuttum. Ama bence biraz fazla safsın. Yüz yüze görüşmeden anlaşma yapma insanlarla bir daha.”
Bu cümlesinden sonra bir gülme molası verdi Nevin, büyük başarısını bu tür esprilerle süsleyip zaferinin tadını çıkarmak istiyordu belli ki. Onun bu eğlencesine pek katılmış gözükmeyen Zoltan, “Hala anlayabilmiş değilim, buraya geleceğimi nasıl tahmin ettin?”, diye sordu.
“Çok basit”, dedi Nevin. “Sana zihinsel bir yol döşedim buraya getirmek için. Hiçbir garantisi yoktu ama denemeye değerdi. Seni çok iyi tanımam ve olağanüstü şans halleri bana yardım etti planımı uygularken. Üç sayısıyla ilgili saplantını bildiğim için planın içinde bu rakamı vurgulayan bir imge olmalıydı. Hatırlarsın, seninle birlikteyken cumartesileri bizim günümüz ilan etmiştik. Beyaz renk sevgimizi simgeliyordu, eflatunu ise nedensizce severdik. Eflatun da en etkilendiğimiz filozoftu. Ayrıca senin hiçlik konusundaki hassasiyetini ve bu havuzla geçmişe dayanan bir bağın olduğunu da biliyorum. Doğum gününün bu yıl cumartesiye denk gelmesi kastettiğim olağanüstü şans hallerinden ilkiydi. Havuzu karşıdan gören bu eflatun-beyaz boyalı terk edilmiş binayı keşfetmem de ikincisi oldu. Ufak bir teknik araştırmayla havuza aksinin vurduğunu tespit ettiğim bu bina planımda hiçliği temsil edecekti senin için. Öğünmek için söylemiyorum ama benim zeki olduğumu bilirsin, aynı zamanda biraz sinsi de sayılırım. Oturup bu planı tasarladım, oyuncularımı ve senin adamın Kamil’i ayarlayıp uygulamaya geçtim. Senin bu işe başladığın üçüncü cumartesiye, yani doğum gününe kadar ortalık sakin olacak ve ben bütün silahlarımı bugün devreye sokacaktım. Elbette havuzdaki yansıya dikkat etmeyebilirdin, ama senin kırk beşinci doğum gününde her zamankinden daha hassas olacağını düşündüm. Eflatun-Beyaz çiftine de dikkatini çekmem gerekiyordu, bunu yapmak için bikini renk düzenini kullandım. Selin’le Ezgi’nin yerini değiştirerek üçüncü cumartesi konusunda kafanı iyice karıştırmak istedim. Son olarak da Kamil’e telefonunu kapatmasını söyleyerek seni iyice sıkıştırdım. Bütün bu dolaylı ve dolaysız imgelerin bir araya gelip seni bu binaya iteceğini hesapladım. Tabii sadece güçlü bir sezgiydi bu, gelmeme ihtimalin de çok yüksekti. Belki de hiçbir şeyin farkına varmayacaktın. Arkadaşları organize etmemse fazla güç olmadı, hepsi bana destek verdi sağ olsunlar. Sen gelmesen biz gıyabında kutlayacaktık doğum gününü. Ama işte buradasın! Sanırım bir tebriği hak ettim.”
“Evet gerçekten kutlarım, çok ince ve sinsi bir plan”, dedi Zoltan. Şaşkınlığı sürüyordu, eski sevgilisinin hayatında hala bu kadar önemli bir yer tutmasından gurur duymakla, bu kadar uğraş gerektiren bir hedef olmanın verdiği rahatsız edici duygu arasında gidip geldi. Bunca insana bir teşekkür borçluydu belki, ama başta Nevin olmak üzere onların yakınlıklarına içten bir cevap verecek halde değildi. Artık hiçbiri onun için önem taşımıyor, onlarla birlikte olmak sıkıntıdan başka bir anlam taşımıyordu. Yine de bir süre içeride oyalandı, pastadan yedi. Yarım saat kadar sonra partiye gelenlerin önemli bir bölümü orada bulunuş nedenlerini unutup küçük sohbet grupları oluşturmaya başlamışlardı bile. Bu durumdan yararlanan Zoltan bir yolunu bulup kimseye görünmeden kaçtı binadan. Yokluğunun farkına varmayan davetliler daha uzun bir süre kalarak partiye devam ettiler. İki gün sonra aklına peşinat parası geldi, onu Nevin’e iade etmek zorundaydı. Bu konuyla ilgili aradığında, şu an para düşünecek durumda olmadığını, Ekrem’le Selin’in birlikte ortadan kaybolduklarını söyledi Nevin.
Selamlar;
Öncelikle seçkiye hoş geldiniz. Bu ay okuduğum ikinci dedektiflik öyküsüydü bu. Zoltan karakterinizi gayet ilginç bulduğumu söylemek isterim. İsmi kadar huyları da garip. Hikayeyse doğum günü partisi kısmında insana hafifçe dudak büktürüyor, gerçek sonunda ise hayret ettirip beğeni topluyor. Kısacası güzel giriş, ortalama gelişme ve çarpıcı sonuç…
Bir daha ki seçkilerde de görüşmek dileğiyle. Kaleminize sağlık.
İlginç… Ben de kahramanımız gibi şu sözünü ettiğiniz felsefe topluluğundan pek hazzetmedim. Hah işte! Gördü çok bilmiş hanım efendi gününü. Son süper olmuş gerçekten… Ellerinize sağlık.
Değerli yorumlarınız için teşekkür ederim
İlk paragraf insanı öyküye bağlıyor gerçekten. Çok güzel bir giriş yapmışsınız. Karakter anlatımınız da iyi. Ancak öyküde az diyalog bulunması, pek hoş değildi bence. Onun dışında üslubunuz iyi, kurgunuz ise öyküyü kurtaracak düzeyde.
Tebrikler…
ilginize ve yorumunuza teşekkür ederim.
Aslında güzel bir öykü.Altyapısı olan bir karakter.Yorumlayan arkadaşların ve benim düşündüğümüz şey,doğumgünü partisi kısmınınbu öyküye hafif kaçmış olması.Yoksa kurguyu da,akıllı dedektifi de ve o sonu sevdim.
O doğum günü kısmının öykünün gelişimine ters düşüp yabancılaştırıcı bir etki yapacağını ben de düşündüm, aslında böyle bir öyküyü ben başkasından okusam belki de düş kırıklığına uğrardım bilemiyorum, sever miydim onu hiç bilemiyorum. İnsan biraz kendi işiyle bütünleşip nesnelleğini kaybediyor ister istemez. Gerçek hayatta oldukça tekdüze, sıkıcı biri olduğum için yazarken elim sürekli absürde, kara mizaha kayıyor galiba. Bir çeşit dengeleme kaygısı. Belki de hikayemin ana fikri zaten çok saçma olduğu için kendime başka çıkış yolu bulamayıp o yöne sapmışımdır. Bence her ikisi birden etkili oldu ve ortaya böyle birşey çıktı. Okuyup değerlendirmeniz beni çok mutlu etti bu arada, teşekkür ederim.